19 04 2014
Toplumsal Dönüşüm ve Araştırma
17-18 Nisan 2014 tarihler arasında, Türkiye Araştırmacılar Derneği, TÜAD, tarafından gerçekleştirilen 17. Araştırma Zirvesi’nin moderasyonunu yaptığım Toplumsal Dönüşüm ve Araştırma başlıklı oturumu, gerek içeriğinin özellikleri gerekse konuşmacıların yetkinlikleri sayesinde, katılımcıların da son derece aktif rol almaları nedeniyle, hayli canlı ve heyecanlı geçti.
Öncelikle, iki Nilüfer arasında bulunduğum için kendimi oldukça mutlu hissediyordum. İki değerli sosyolog, Prof.Dr.Nilüfer Göle ve Prof.Dr. Nilüfer Narlı, son yıllarda yakından şahit olduğumuz olaylara farklı açılardan bakarak ufkumuzu açtılar. Mutluluğumun ikinci nedeni, bu oturumda, gerçekten de son yıllarda yurt ve dünyadaki dönüşüme damga vuran işte bu olaylar hakkında konuşacak olmamızdı.
İlk konuşmacımız, yıllardan sonra bir araştırma zirvesinde aynı oturumda birlikte olmaktan sevinç duyduğum arkadaşım Prof. Dr. Nilüfer Göle’ydi. Konuşmasının başlığı “Global Meydan Hareketleri ve Yurttaşlık Değerleri” olan Göle’ye göre gündelik hayatın içinden ortaya çıkan yeni küresel “Meydan Hareketleri” yurttaşlık değerlerine ilişkin önemli bir değişimin işareti ve uzun zaman dilimleri içinde oluşan toplumsal değerlerin değişiminin de öncüsüydü.
Yeri gelmişken, hepimizin bildiği, çoğumuzun içinde bulunduğu, gözü yaşlarla katıldığım ve küresel bir meydan hareketi olan “Gezi Parkı Direnişi ve Direnişçileri”ne Zirve’den bir selam göndermeyi görev bildim. Alkışları, Cumhuriyet’te “Geziciler Nerede?” başlıklı bir yazı yazan Can Dündar’ın duymasını isterdim. Beklenmedik biçimde ortaya çıkan, herhangi bir liderinin bulunmadığı, başta gençler olmak üzere hemen her kesimden insanın katıldığı, kendi kendine organize olarak beliren bu “yeni özne” den biz araştırmacıların öğrenecek çok şeyimiz olduğunu düşünüyordum.
ODTÜ ve Paris Üniversitesi’ndeki eğitiminden sonra doktorasını Paris’ki EHESS, Ecole des Hautes Etüdes en Sciences Sociales’den alan ve halen aynı okulun sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olarak çalışan Göle’ye göre geçmiş alışkanlıklar, düşünce kalıpları, yaşam biçimleri toplumsal değerlerimizi ve bir sonraki nesillere aktarımını belirler. Ancak kırılma anları değerler sisteminin değiştiğine işaret eder. Siyasi devrim hareketleri, sosyal hareketler, ekonomik krizler, hatta doğal felaketler ya da salgın hastalıklar yeni değerleri toplumsal bilince taşırlar.
Yeni değerler sistemi ulusal sınırlar içinde oluşmadığı gibi, liberal bireyci anlayışla ya da kolektif ideolojiler ile açıklanamaz. Gündelik hayatın içinden çıkan, görsel sanat ve performans ile kendini ifade eden bir eylem anlayışı, meydanı sahiplenen yurttaş hareketleri, birey ve toplum, hane ile siyaset arasında oluşan yeni değerlerin bir göstergesidir. Ve “Gezi Parkı Direnişi” bu tanımlamaya uyan bir özellik taşımaktadır. Yeni bir dil yaratan bu direniş ve direnişçiler kantitaif değil kalitatif özellikler gösterir. Bu anlamda kısa dönemde seçim sonuçlarını etkilemesi mümkün değildir – etkilememiştir de – ama uzun dönemde değişim başlamıştır, diyebiliriz.
“Gezi Parkı Direnişi” ile, direnişçilerin hemen her kesimi kapsaması bağlamında “farklılıklarımızın farkında” olmaya başladık, ki bu birlikte yaşamaya tahammül edebilmemizi sağlayacak çok önemli bir kazanımdır.
Öyleyse bu bölümü şu cümleyle bitirebiliriz: Unutmayalım yeni Türkiye’nin yüzleri, doğayı ve yaşam kalitemizi korumak isteyen, işte bu direnişteki yüzler olacaktır. Ve yeni tüketici değerlerimiz, Gezi’den şahit olduğum gibi, belki de “daha az”la yetinmemize doğru evrilecektir.
İkinci konuşmacımız Prof. Dr.Nilüfer Narlı’ydı. Konuşmasının başlığı “Kolektif Hafıza ve Değerler” olan Narlı’ya göre Türkiye’de yoğun bir kolektif ve siyasal hafıza patlaması yaşıyorduk ve hafıza siyaseti, yani geçmişteki siyasal ve sosyal olaylar üzerinden siyaset yapmak son 20 yılda hayli güçlenmiş durumdaydı.
Tarihin romanlar hatta diziler üzerinden tartışıldığı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın kutlanıp kutlanmamasının gündeme getirildiği, “Gezi Parkı Direnişi”nin nedenlerinden biri olan ve Osmanlı’nın mirası Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi projesi, tehcir tartışmalarının kavgaya dönüşmesi, mübadil çocuklarının Yunanistan'a turlar düzenlediği bir dönemi yaşıyorduk.
Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladıktan sonra doktorasını University Sains Malaysia’dan alan ve halen Bahçeşehir Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde Sosyoloji Bölümü başkanlığı yapan Prof. Dr. Nilüfer Narlı’ya göre Türkiye Toplumu son yıllarda işte bu hafıza siyasetinin yoğun bir baskısını yaşıyordu.
Siyasal hafıza çalışmalarının kapsamına giren konular toplumların geçmişteki siyasal olayları nasıl hatırlayıp, unuttuğu, bu hatırlama ve unutmanın siyasal katılım tutum ve değerlerini nasıl etkilediği ve toplumların simgesel bellek kayıtları ve bunları kullanım pratikleridir.
Bellek siyaseti, geçmişten hangi siyasi olayların / olguların hatırlandığını ve kaydedildiğini, hangi olayların unutulduğunu, unutulmak istendiğini gerekçeleriyle izaha çalışan ve bu açıklamaları yaparken iktidar ilişikleri ve siyasal süreçlere odaklanan çalışmalar olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede siyasal hafızanın, siyasi ve kültürel güçler tarafından biçimlendirildiğini, iktidarın ve devletin resmi politikası kadar toplumsal değerlerin ve popüler kültürün de politik belleğin oluşumuna tesir ettiğini kaydetmek gerekir.
Narlı’ya göre hafızanın bir iktidar alanı olduğunu, bu iktidar alanını kuşatan kültürün ise dili ve söylemi şekillendirdiği gibi dil ve söylemin de kültürü ve dolayısıyla değerleri şekillendirdiğini, güçlü olan söylemin kendi bellek yatırımını yaparak, evrensele dönüşmek için uğraştığını ve nihayet güçlü olanın “kültürel belleği” ele geçirdiğini iddia edebiliriz.
Son 20 yılda yaşanan kolektif ve siyasal bellek patlaması işte hep bu minvalde yürüyüp gitmiş, dış politikada Neo – Osmanlıclık ve her türlü Osmanlı değerinin yüceltilmesi, Cumhuriyet’in kodlarını değiştirme – Cumhuriyet’in ulus devleti inşası sırasında yapılanların tam karşısında olacak biçimde – ve her türlü gerilimden medet umarak karşı tarafı itibarsızlaştırma politikası izlenmiştir.
Şimdi, Göle’nin şu söyledikleriyle bitirebiliriz: Gezi hareketi iktidarın kutuplaştıran siyasetine ve söylemine karşı insanları meydanda, bir ağaç etrafında birleştirdi. Genç yaşlı, öğrenci bürokrat, feminist ev kadını, müslüman solcu, Kürt Alevi, kemalist komünist, Fenerli ,Beşiktaşlı, bir araya gelmesi düşünülemeyecek kişileri, fikirleri, yaşam biçimlerini, kulüpleri bir araya getirdi. Belki bu insanlar bir an için sahne aldılar. Ama bu an artık meydana, kollektif belleğe kazıldı.
Bellek savaşlarına hoş geldiniz!
Nostalji: İki Efsane Belediye Başkanı Küçük Güzeldir!
Yine aklınıza, ruhunuza ve kaleminize sağlık Bülent Bey
Çok teşekkürler Mehmet, sevgiler…
Sevgili Bülent, anladığım kadarıyle 17. Araştırma Zirvesinde ''Gezi'' dominant. Senin başkanığında ve kaleminden, karşı görüşlü, olayın spontane olmadığını iddia eden prof. larla yapılacak bir yazını okumak isteriz. Bu tip çalışmaların seni moderatorlukten aranan ve takip edilmek istenen editörlüğe taşıyacağına inanıyorum. Başarılarının devamını diliyorum.
Sevgili Mustafa, Gezi hem doğası hem de yapılan sunumların doyuruculuğu nedeniyle dominant oldu. Gezi Direnişi hakkında tabi ki yazılıp söylenecek çok şey var. Şimdiden Gezi Direnişi ile ilgili bir külliyat oluştu bile…
Hüküm edenler varlıklarını devam ettirebilmek adına, toplumun her kesiminde zorunlu olarak (dil, din, parti, takım) karşıt gruplar oluştururlar. Kendilerini çemberin dışında gören karşıt gruplar, kendi içlerinde toplum geri kalanlarını da kapsayan her alan için keskin diller yaratırlar. Hüküm edenler keskin dillerle mücadele edebildiği sürece hükmetmeye devam ederler. Yasaklar ve cezaları oluşturan kanunlar icad ettikleri gün hükümleri darbe almaya başlamıştır. Ki aldıkları yara onları oluşturdukları karşıtlıklarla vurur.
Hüküm etmek bazen uç'laştırmayı gerektirse de, uç dediğimiz düşüncenin uç'udur. Uçurumun ucu değil. Toplumlar uçurumun eşiğine getirildiği gün, hüküm edenlerin o uçurumdan aşağı düşmesiyle nihayetlenir.
Demokrasi adını verdiğimiz sistem de tam bu noktada devreye girer.
Kaleminize sağlık…
Bellek savaşları yorumunuzla yeni bir boyut kazandı; teşekkür ederim. Kimin ne zaman ve nasıl kazanacağını karşılıklı olarak konumlanmış hegemonik tarafların güç, yetkinlik ve hızları belirleyecek. Zamanı gelince her şeyin şimdikinden farklı olacağı açık görünüyor…