Küçük Güzeldir!

“Son zamanlardaki en büyük değişiklik, dünyanın altsistemlerinden biri olan ekonominin, sistemin tümüne, yani çevreküreye nazaran çok daha hızlı büyümesi oldu…Ekonomi ölçeği dünya ölçeğine yaklaştıkça, ekonomi de dünyanın işleyişinin fiziksel mekanizmalarına uymak zorunda kalacak. Bu davranış tarzı ‘kararlı durum’un ta kendisi. Yani topyekûn niceliksel büyümeye değil niteliksel gelişmeye izin veren bir sistem. Büyüme aynı şeylerden biraz daha fazla olması anlamına gelir; gelişme ise daha iyi şeylerden, ya da en azından farklı şeylerden aynı miktarda olması demektir. Bugün geride kalan doğal dünya, büyüyen bir ekonomi şöyle dursun, var olan aşırı büyük ekonomiyi bile sürdürülebilir halde tutmak için gerekli metabolik hacmi besleyecek kaynakları artık sağlayamamakta. İktisatçılar çok uzun süre ekonominin dolaşım sistemini ihmal ettiler. Hacim büyümesi dediğimiz şey daha çok yemeği daha geniş bir sindirim sisteminden geçirmekle olur, gelişme ise daha kaliteli yemekler yiyip hakkıyla sindirerek. Açıkça görülen o ki, ekonominin kararlı durum kurallarına uyması gerekiyor. Niteliksel gelişmenin peşine düşmeli ve topyekûn niceliksel büyümeyi durdurmalı…Ekolojik iktisatçılar, yüksek tüketim ülkelerinde büyümenin daha şimdiden ekonomik olmadığına dair gözleme dayalı kanıtlar sundular.”[1]

Adeta bir manifesto niteliği taşıyan bu satırlara katılmamak mümkün olmasa gerek. Büyüme ile gelişme arasındaki fark bu kadar yalın anlatılır. Aşırı ve eşitsiz büyümenin zararlarını her gün görüyoruz.  Ekonomik büyümeyi inşaat sektörüne bırakan Türkiye’de sadece bu sektöre bakmak yeterli. Öyle ki, İstanbul bir inşaat mezarlığına dönmüş durumda ve yeni yapılan binalar göğü delmeye devam ediyorlar. Taksim Meydanı ise adeta bir beton tarlasına bürünmüş görünüyor. Dünyanın halini ise aşağıdaki fotoğraf gösteriyor.

 

meme war

 

Davut ve Golyat

Malcolm Gladwell her zaman olduğu gibi harikalar yaratmaya devam ediyor. Gladwell son kitabı Davut ve Golyat’ta [2] kitabın alt başlığından da anlaşılacağı üzere, devlerin, yani güçlü rakiplerin her zaman kazanamadıklarını tarihsel ve güncel örneklerle anlatarak adeta E.F. Schumacher’in kitabına atıfta bulunuyor: Small is Beautiful.[3]

3000 yıl önce Ela Vadisi’nde karşılaşan Filistliler ile İsrailoğulları, vadinin kuzey ve güneyinde karşılıklı olarak konuşlandıklarından risk almamak için hareket edemez duruma gelince, Filistliler çözümü içlerinden birer savaşçının dövüşmesinde bulurlar. Bunu üzerine, bir mızrak, bir kargı, bir de kılıç taşıyan, başında tunç bir miğfer bulunan ve tüm bedenini kaplayan bir zırh kuşanmış olan altı arşın boyundaki dev bir savaşçıyı, önünde geniş bir kalkan taşıyan refakatçiyle birlikte vadiye gönderirler. Dev, İsrailoğulları’na seslenerek kendilerine bir savaşçı seçip göndermelerini, savaşı kim kazanırsa karşı tarafın ordusunun yenilmiş sayılacağını söyler. İsrailoğulları’ndan kimse kımıldamaz, ama aralarında bulunan bir çoban gönüllü olur. Kral Saul’un tüm karşı çıkmalarına aldırış etmeyen çoban, dağarcığındaki beş çakıl taşıyla tepeden aşağıya, vadide dikilen deve doğru koşmaya başlar. Devin adı Golyat, çobanın ise Davut’tur.

Davut, Saul’un kendisine vermek istediği ve bir yakın dövüş silahı olan kılıcı reddetmiş ve yine tamamen yakın dövüş silahlarıyla donanmış olan Golyat’a karşı üstünlük sağlamak amacıyla bir uzak dövüş silahı olan sapanı seçmiştir. Golyat, kendisine doğru koşan ve çobanlara has eşyalarla dövüşmek isteyen Davut’u görünce bunu kendine hakaret addeder ve “Ben köpek miyim ki üstüme değneklerle geliyorsun” diye sorar. Oysa hızla hareket eden Davut sapanına yerleştirdiği taşlardan birini Golyat’ın açıkta kalan alnına doğru fırlatmış, serseme dönen dev yere düşünce onun yanına gelerek kılıcını elinden alıp kafasını kesmiştir bile. Zafer Davut’undur.

 

David_and_Goliath_fried_dough

 

Günümüzde yapılan teknik analizlere göre usta bir sapancı tarafından atılan taşın isabet ettiği kişiyi durdurma gücü orta ölçekli bir tabancaya eşdeğerdir. Ayrıca üzerinde çok az şey taşıyan Davut o kadar hızlı hareket etmiştir ki, yine aynı teknik analizlerde Golyat’ın Davut tarafından bir saniyeden biraz fazla bir sürede vurulduğu  ileri sürülmektedir. Golyat’ın ise, donanmış olduğu silahları düşünecek olursak, ağır bir piyade askeri olduğunu hemen anlarız. Hareket kabiliyeti çok azdır. Davut’u görünce “Gel bana, gel ki etini göklerdeki kuşlara ve kırlardaki hayvanlara yem edeyim” derken rakibiyle yakın mesafeden dövüşeceğini varsaymıştır. Oysa Davut bambaşka bir taktik uygulamıştır.

Aslında Saul ve İsrailoğulları dev Golyat’ı yanlış tanımışlardır. Golyat’ın davranışları kafa karıştırıcıdır. Yanında olmaması gereken bir refakatçi – kadim zamanlarda kalkan taşıyıcılar yalnızca kalkan taşıyamayacak durumda olan okçulara eşlik ederlerdi – vardı ve Davut’u elinde değneklerle – oysa Davut’un elinde bir değnek vardı –  görmüştü.

Günümüzde tıp uzmanları Golyat’ın ciddi bir sağlık sorunu olduğu konusunda birleşmişlerdir. Bu tuhaf dev adam akromegali denen ve hipofiz bezindeki iyi huylu bir tümörün yol açtığı hastalıktan mustarip gibi görünmektedir. Çünkü bu tümör büyüme hormonunun fazla üretilmesine yol açmaktadır ki, bu da Golyat’ın olağanüstü boyutunu açıklamaktadır. Ayrıca akromegalinin sık görünen yan etkilerinden biri de görme sorunlarına neden olmasıdır. Bu ise refakatçinin Golyat’a aslında kılavuzluk yaptığını göstermektedir. Nitekim Golyat etrafı bulanık gördüğü için Davut’u tam olarak seçemediğinden “Gel bana, gel de….” diyerek yanına yaklaşması için beklemiş ve elinde tek değnek taşıyan Davut’u birden fazla değnekle hayal etmiştir.

Golyat aşırı ve eşitsiz büyümüş,  hantal, Herman Daly’nin deyişiyle yediklerini sindirememiş bir ekonomiyi ya da şirketi hatırlatmıyor mu? Çevremizde aşırı ve sağlıksız büyümüş, iyi yönetilemeyen ne kadar çok şirket olduğunu söylemeye gerek yok. Peki ya Davut? Esnek, hızlı karar alabilen, gücünün farkında olarak farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilen, yaratıcı şirketler de Davut oluyorlar.

Öyleyse, her zaman göründükleri gibi olmayan muktedirlerle rekabet zor olmamalı; onların zaaflarını iyi tespit etmek şartıyla. Araştırmacılar için bunun kolay olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Anna Karenina

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un ölümsüz eseri Anna Karenina’nın [4], Oblonski, Dolli, Kiti, Levin, Vronski, Anna ve Karenin olmak üzere yedi ana kahramanı vardır ve roman esas olarak Anna – Vronski  çifti ile Kiti – Levin çifti üzerine kurgulanmıştır. Kırsal alanda yaşayan Levin, Tolstoy’un ve doğal olarak onun düşüncesinin bir temsilcisi gibidir. Anna ise, daha romanın başında kardeşinin karısı Dolli’yi boşanmaktan vazgeçiren o genç, çekici, güzel, doğru, dürüst, iyi, tutkulu, cesur, bahtsız kadın Anna ise, aşık olduğu Vronski uğruna, kendisinden 20 yaş büyük eşi Karenin’in boşanmayı kabul etmemesine rağmen, 1870’ler Rusya’sındaki yasaları ve sosyete yaşamını hiçe sayarak, bu genç adamın çocuğunu doğurup zamanının çok ötesinde bir profil çizer.

Aşkı o kadar büyük, derin ve inanılmazdır ki, Vronski’yi hiçbir zaman hiç kimseyle paylaşmak istemediğinden, hakkında yanlış bir değerlendirme yapıp büyük bir kıskançlık ve yalnızlık içinde, onu acılara gark ederek cezalandırmak amacıyla intihar eder. Oysa Levin Kiti ile Anna’nın Vronski ile yaşadığı gibi tutkulu ve büyük bir aşk yaşamadığı için, bunaldığı bir dönemde intihar etmeyi düşünmüş olsa bile, hayatta kalmayı başarmıştır.

Anna’nın son günü, Tolstoy tarafından James Joyce’dan çok önce icat edilmiş olan “bilinç akışı” ya da “iç monolog” tekniğiyle geçmişle olağanüstü bir hesaplaşma şeklinde cereyan eder. Genç kadının duyduğu aşk ve nefret öylesine büyüktür ki, beklenen sonun yaklaştığını iliklerimizde hissederiz. Aslında Anna – Vronski çifti arasındaki cinsel aşk, Kiti -Levin çiftinin fiziksel ve metafiziksel aşkına göre öylesine büyük, ama bununla birlikte, yasak olmasının getirdiği heyecan ve Anna’nın kişiliği nedeniyle öylesine dengesizdir ki, son, kitabın başındaki İncil’den yapılan alıntıdan da bellidir: “İçim nefretle dolu, öcümü alacağım.”

Dostoyevski’nin “Anna Karenina, çağımızın Avrupa edebiyatındaki benzerlerinden hiçbirisinin, kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar kusursuz, mükemmel ve ölümsüz bir sanat eseridir” dediği, 125 yazar tarafından tüm zamanların en iyi romanı seçilen Anna Karenina, Louis Aragon’un “mutlu aşk yoktur” şiirinin en güzel örneği olarak doruk noktasıdır.

Ama aşırı sevgi, aşırı büyüme ya da  – bir sonraki bölümde göreceğimiz üzere  – zenginlik gibi mutsuzluk kaynağıdır, insanın içini kemirir; küçük ise güzeldir.

Keşke bu kadar dürüst, güzel ve ihtiraslı olmasaydın Anna!

 

anna-karenina

 

Ebeveynlik (Mutluluk) / Zenginlik İlişkisi

Gladwell aynı kitabında [5] sınıflardaki öğrenci sayısı ile başarı arasındaki ilişkiyi analiz ederken ilginç bir hikâye anlatmaktadır. Sınıfların yaşam kaynağının tartışma olduğu, bunun için ise öğrenci sayısı bakımından bir kritik kitle gerektiğinin anlatıldığı bölüm oldukça ilginçtir.

Hikâyelerden birinde çocukluğu oldukça zor şartlarda geçen, şimdilerde oldukça zengin bir Hollywood patronu vardır. Ancak devlet okuluna gidebilen, başkalarının eskilerini giyerek büyüyen bu çocuğun babası 1929 Büyük Ekonomik Krizi’nin ürünü olduğu için çocuğuna karşı mecburen acımasızdır. O zamanlar Minneapolis’te yaşayan çocuk, kışları çok soğuk geçtiği için, daha kışın başında mahallesinin sokaklarını dolaşarak evlerinin önlerindeki karı temizletmek isteyenlerden söz alıyor, kış gelince de işi arkadaşlarına dağıtıyordu. Friedrich Engels’in dediği gibi “zor keşfin anası”ydı ve Hollywood’lu adam girişimciliğe daha çocuk yaşta adım atmıştı. Sonra babasının hurda işine girdi, fakat işin pis ve sıkıcı olması nedeniyle çok zorlandığı için Minneapolis’i terk ederek New York’ta yine çalışıp işletme ve hukuk okudu. Babasının işinde çalışması onu daha fazlasını istemek için motive etmişti.

Şimdi, Beverly Hills’de hangar büyüklüğünde bir evi, özel jeti, garajında bir Ferrari’si olan bu adam çok sevdiği çocuklarından dertliydi. Ona göre yoksul ve varlıklı ortamlar arasında çocuk büyütmek açısından fark yoktu ve her ikisinde de yeterli motivasyon olmadığı için başarı bir türlü elde edilemiyordu. Yelpazenin iki ucu da zordu, ama ortalarda muhtemelen herkes için iyi olan bir yerler vardı. Bu teori, gerek yöneticilerin, gerek sanatçıların, gerekse bilim insanlarının daha çok orta sınıftan çıktığı tezi ile çakışıyordu.

Ebeveynlik ile para arasında bir ilişki kurarsak eğer, Gladwell’e göre daha çok her zaman daha iyisi olmayabilir. Kuşkusuz, paranız az olduğunda daha iyi ebeveyn olmak zordur, ama kimse ne kadar fazla paranız varsa o kadar iyi ebeveyn olacağınızın her zaman doğru olduğunu söyleyemez.

ABD’de mutluluk araştırması yapan akademisyenler – önemlilerinden biri de 2002 yılında İktisat Nobel Ödülü’nü Vernon L. Smith ile paylaşan Daniel Kahneman’dır – bir ailenin yıllık gelirinin 75.000 dolar civarında olduğunda paranın insanların mutluluğunu arttırmayı bıraktığını söylemektedirler. Bu noktada iktisatçıların çok iyi bildiği “azalan marjinal fayda” dedikleri şey ortaya çıkmakta ve gelir bir miktar daha arttığında mutluluk artmamakta, tersine düşmektedir.

 

Gelir

 

Analizimize, yukarıdaki grafiği (x) eksenine yine zenginlik ya da gelir, (y) eksenine ise mutluluk yerine ebeveynlik ifadesini koyduktan sonra mutsuz ve çok mutlu ifadelerini de zor ve kolay şeklinde değiştirerek devam edebiliriz. Tekrar Hollywood’lu adama dönersek durum şudur: Çocukluğunda yoksul olan Hollywood’lu adam, Eski Ülkesi’nde, babasından bağımsız ve sıkı çalışmanın erdemlerini öğrenmiştir, ancak çocukları kuralların farklı ve kafa karıştırıcı olduğu zenginlerin Yeni Dünyası’nda yaşamaktadır. Çocuklar, içinde bulundukları duruma bakıp sıkı çalışmak zorunda olmadıklarını bilmektedirler ve şöyle ya da böyle her istedikleri ebeveynleri tarafından yerine getirilmektedir. Hollywood’lu adam için, para, işleri iyileştiren ve önemli olmayı bıraktığı noktayı çoktan geçmiş – teorik olarak yukarıdaki eğrinin 75.000 dolar ile kesişen orta noktası – tam tersine normal ve uyumlu çocuklar yetiştirme işini zorlaştıran bir noktaya gelmiştir.

Gladwell’e göre Golyat fazla büyük olduğu için istediğini alamamış, Hollywood’lu adam ise fazla zengin olduğu için istediği gibi bir ebeveyn olamamıştı. Güzel Anna Karenina ise fazla ihtiraslıydı.

Hoş, eğer böyle olmasalardı, yaşam sıradan olmaz mıydı?

 

Notlar


[1] Daly, Herman. İstikrarlı Ekonomik Büyümeyi Hâlâ Tüm Sorunlarımızın Çaresi Olarak Göstermek Kör Kibirden Başka Bir Şey Değil. Mim Savaşları: Neoklasik İktisadın Yaratıcı İmhası içinde. Kalle Lasn ve Abdusters Media Foundation. Metis Yayınları, 2014, Dördüncü Bölüm, 07.

[2] Gladwell, Malcolm. Davut ve Golyat: Olağan Mağluplar İçin Devlerle Savaşma Sanatı, Golyat Bölümü. Çeviren: Zeynep Kökkaya Chalar, MediaCat Kitapları, 2014.

[3] Schumacher, E.F. Küçük Güzeldir, Çeviren: Osman Çetin Deniztekin, Varlık Yayınları, 5. Basım, 2010.

[4] Tolstoy, Lev  Nikolayeviç. Anna Karenina, Çeviren: Ergin Altay, İletişim Yayınları, 13. Baskı, 2011.

[5] Gladwell, A.g.e. Teresa DeBrito Bölümü.

 

 

 

 

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

6 thoughts on “Küçük Güzeldir!

  • Mustafa sertel dedi ki:

    Mükemmel örnekler! Küçük güzeldire %100 katılıyorum. Bir sey haric, 35' lik yetmezse ne yaparız Kıbrıs'ta.!!!!!

  • Doç.Dr.Mehtap Akçil Ok dedi ki:

    Bülent Bey, Sizin yazılarınızı okurken büyük bir keyif alıyor aynı zamanda bilgileniyorum. Bir de o kadar anlaşılır ve akıcı yazıyorsunuz ki insan kendini kaptırıveriyor. O kadar çok işim vardı ama sizin emailinizi görünce tüm işlerimi bırakıp acaba Bülent Bey bugün ne yazmış dediğimden sonra baktıp okumayı bitirmişim 🙂 Emeğinize sağlık… Yazılarınızı dört gözle bekliyorum… Saygılarımla..

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Övgü dolu bu tür yazılar, beni, hem daha iyi yazmak konusunda motive ediyor, hem de çıtayı yükseltmem için daha çok çalışmama neden oluyor. Çok, ama çok teşekkür ederim Mehtap Hanım, sağ olun…

  • Erdal Aktulga dedi ki:

    Eline sağlık, çok güzel yorum. Okuduğum için mutlu oldum.

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Çok teşekkür ederim Erdal Ağabey. Yazılarım mutluluk veriyorsa ne mutlu bana:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.