15 06 2015
Aile ve Tüketim
Yaşam paradoksaldır. Bir yandan çalışanın er ya da geç iyi bir yaşantıya kavuşacağına inanırız, diğer yandan da tembellik hakkımızı kullanmaya çalışırız. Biz araştırmacılar için tüketim başat bir kategori olup, varlığımızın nedenidir. Toplumu genellikle tüketiciler olarak isimlendirip kategorize ettiğimiz için onları anlamak ana amacımızdır. Şimdilik, yaşadığımız toplumun tüketim üzerine kurulduğunu biliyoruz. Bu nedenle alışveriş yapmak çalışmaktan artakalan zamanımızın en önemli kısmını almaya başladığından beri, tüketim birimleriyle bir hayli haşır neşir olmaya başladık.
Unutmayalım, Çin ve Hindistan yatırımcılar için son yılların en gözde iki ülkesi ve bunun temel nedeni nüfusları. Hindistan’a yaptığım yolculuk sırasında Hintlilerin önümüzdeki 5 yıl içinde Çin’in nüfusunu geçecekleri için ne kadar sevindiklerini gördüğümde çok şaşırmıştım.
Aile ve Geleceği
Antony Giddens Elimizden Kaçıp Giden Dünya’ da,
“Geleneksel ailede evli çift aile sisteminin sadece bir kısmını oluşturuyordu (ve genellikle esas kısmı da değildi). Çocuklarla ve diğer akrabalarla olan bağlar, toplumsal yaşamın gündelik işleyişinde aynı derecede, hatta daha fazla önem taşıyordu. Bugün ise çift, evli olsun olmasın, aile denilen şeyin özünü oluşturmaktadır. Ailenin ekonomik rolü yavaş yavaş azalır ve evlilik bağlarının temeli olarak aşk (ya da aşk artı cinsel çekicilik) öne çıkmaya başlarken, aile yaşamının merkezine de çift oturmuştur”
diye yazar. Günümüzde artık, “çift olma ve çift olmama kişisel yaşam alanını evlilik ve aileden daha doğru tanımlamalıdır. Artık, ‘evli misin?’ sorusundan daha önemlisi, ‘bir ilişkin var mı?’ sorusudur.” Evlilik istatistiki açıdan önemli olan ve istikrarı temsil eden bir kurumdur; ancak çift olmanın tanımlayıcı bir öğesi değildir. Bu bağlamda, çocuk bu ilişkiler ağı içinde paradoksal bir konumda yer alır. Geleneksel ailede çocuklar ekonomik bir faydayı temsil ederken günümüzde, özellikle batı ülkelerinde, tam tersine çocuk anne-babalar üzerinde büyük bir mali yüktür ve zamanı gelince evi terk eder.
Evlenme ve boşanmaların kolaylaşacağı erken 21. yüzyılda şöyle bir aile yapısı ile karşılaşma ihtimalimiz yüksektir. Jack Attali’ye göre 21.Yüzyıl Sözlüğü ’nde ifade ettiği gibi, anne ve babası boşanarak farklı erkek ve kadınlarla evlenen, tekrar boşanan ve yine farklı erkek ve kadınlarla evlenen; her evlilikten bebekler doğduğu için amip gibi çoğalan, çok aileli bir yapı söz konusudur. Dikkat edilirse, burada hep çiftler önemlidir ve her çift bir beyaz ve elektronik eşya anlamına gelmektedir. Görülüyor, erken 21. yüzyıl evini terk eden çocuklar ve durmadan boşanıp yeniden evlenen çiftler ile hızla çoğalan hanelerin yarattığı bir amibien [1] gösteriye sahne olacak, böylelikle özellikle dayanıklı tüketim mallarında, gelir dağılımının bir fonksiyonu olarak patlama yaşanacaktır. Amip gibi çoğalan aileleri, bir süreden beri, hemen tüm Amerikan filmlerinde izliyoruz.
Tüketim
Capital Dergisi’nin Nisan 2007 sayısında “Düşük hane sayısı tüketime engel mi?” başlıklı verimli bir yazı yer aldı. Özetle, yazıda, Almanya, Fransa, B.Britanya, İtalya ve İspanya gibi gelişmiş ve Ukrayna ile Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki hanehalkı sayıları ve ortalama hanehalkı büyüklükleri karşılaştırılıyor ve Türkiye’deki hanehalkı büyüklüğünün ve bunun bir fonksiyonu olan sayısının tüketimi olumsuz yönde etkilediği tartışılıyordu.
Değerli araştırmacı, dostum Pervin Olgun, ekonomik gelişme ile ortalama hanehalkı büyüklüğü arasında bir ilişki kurarak, gelişme ile birlikte hanehalkı büyüklüğünün küçüldüğüne işaret ediyor, değerli reklamcı, dostum Levent Erden ise hanehalkı sayısı ile tüketim arasında bir ilişki kurmakla birlikte, hanehalkı sayısındaki artışın, artan nüfusun ekonomik olarak verimli hale getirilmedikçe son derece olumsuz etkileri olabileceğini söylüyordu ki, her ikisi de kesinlikle haklıdır.
Öncelikle dergide yer alan ülkeler ve ülkelerle ilgili bazı demografik verilere yer verip ekonomik gelişmeyle ortalama hanehalkı büyüklüğü arasında bir ilişki kuralım.
Şekil 1: Ülkelere Göre Nüfus ve Gelir
Tablodan görüldüğü gibi Ukrayna hariç, kişi başına gelir arttıkça, hanehalkı büyüklüğü küçülüyor. Gelişmiş 5 ülkede kişi başına gelir 30.000 $ civarında, hanehalkı büyüklüğü ise ortalama 2 ya da 3 kişi. Ukrayna ise gerek eski sosyalist bir toplum olması, gerekse diğer sosyolojik faktörler nedeniyle, kişi başına geliri Türkiye’den düşük olmakla birlikte oldukça küçük bir hanehalkı büyüklüğüne sahip.
Şimdi tüketimi doğrudan ilgilendiren bir demografik tahmin yapmanın yeridir. Görülüyor, nüfusumuzun gelişimi başlı başına bir sosyal trenddir ve ilgiyle izlenmeye değer. 25 yıllık perspektiften bakıldığında, Türkiye’de genç nüfusun toplam nüfusa oranı giderek düşecek, uzun dönemde Türkiye genç bir nüfusa sahip olan bir ülke olmaktan çıkacak ve yetişkin nüfusun hacmi sürekli olarak artacaktır. Bu giderek yükselen bir potansiyel iş gücü ve işgücü arzı demektir. Ekonomik bakımdan üretken olmayan 0-14 ve 65+ yaş grubunun 15-64 yaş grubuna bölünmesiyle elde edilen bağımlılık oranlarının düşmesi, bunun en önemli göstergesidir.
Şekil 2: Türkiye Nüfus Projeksiyonu
İş gücü piyasasında oluşacak arz fazlalığı dolayısıyla maaş ve ücretler üzerinde güçlü bir baskı hissedilmesi mümkündür. Diğer yandan, bu iş gücü fazlalığı, ekonomide daha yüksek bir büyüme hızına ulaşmak için fırsat olabilir. GSMH’nın artış hızına olumlu katkılarda bulunduğu istatistik analizlerle gösterilen bu duruma Cem Behar ve arkadaşları Türkiye’nin Fırsat Penceresi adlı ayrıntılı çalışmalarında “fırsat penceresi” adını vermişlerdir. Türkiye için öngörülen bu 25 yıllık dönemi iyi değerlendirmek gerekir.
Öte yandan, yetişkin ve yaşlı nüfusun giderek artması, özellikle yaşlı nüfusa yönelik doğal ve diyet ürünlerin piyasasında bir büyümeye işaret etmektedir. Yaşlılara yönelik yapılacak, fonksiyonel, küçük ebatlı konutlardan oluşan sitelerin bu çerçevede ele alınması gerekir. Bu tür ürünlere şimdiden yapılacak her türlü yatırımın karşılıksız kalmayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır. Öte yandan 15-64 yaş grubundaki yetişkin nüfus artışının, toplam tüketimi arttıracağını söylemeye gerek bile yoktur.
Denebilir ki, erken 21.yy’da değişimin en önemli dinamiklerinden birisi, nüfusumuzun 25 yıllık projeksiyonundan çıkan bu verimli tablodur. Tabloya göre 2025 yılında ülkemizde yaklaşık 24 milyon hane yaşıyor olacaktır. Bu günümüzdeki sayıdan tam 6 milyon hane daha fazla demektir. 1985-2025 dönemini kapsayan 40 yıllık süreçte nüfusumuz %73 artarken, hanehalkı sayımız %144 artacaktır. Bu durum, hanehalkı büyüklüğünün 5.2 kişiden 3.7 kişiye düşmesiyle açıklanabilir. Tüm üretim planlarının buna göre yapılması yerinde olacaktır.
Ancak, DİE’nin yaptığı projeksiyona göre Türkiye’nin nüfusu ancak 2020’de Almanya’nın bugünkü nüfusunu yakalayacak ama o zaman bile hanehalkı büyüklüğü Almanya’daki gibi 2,1 değil, 4,0 olacak. Kuşkusuz, 1995 yılında yapılan bu projeksiyonları, aradan 10 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra yenilemekte fayda var. Çünkü her şey hızla değişiyor ve hiçbir şey doğrusal gelişmiyor. Gelir dağılımındaki kısmi iyileşmeler, işsizlik oranının düşmesi, yaşam biçimlerinde ortaya çıkan yeni trendler, bu süreci hızlandırabilir.
Araştırmacılar, yurt ve dünyanın demografik yapısını öğrenmeden bu mesleği tam olarak icra edebileceğinizi zannetmeyin.
Eylül 2007
Notlar
[1] Amibien: Hızla bölünerek çoğalan bir yapı gösteren amipten esinlenerek türetilen sözcük.
7 Haziran 2015 Genel Seçimleri Mümin Amcanın Rüyası