20 06 2018
Ahlat Ağacı
Lise arkadaşları Hatice ile Sinan’ın çeşme başındaki karşılaşmaları çakmak üzere olan kızgın ve kıpkırmızı bir kıvılcımın işareti gibiydi. Sonbaharın her türlü rengiyle bezenmiş doğanın güzelliği ve insanın içini serinleten rüzgârın oraya buraya sürüklediği çınar yapraklarının havada bin bir takla attıktan sonra süzülerek toprağa dokunması bir ressamın fırçasından çıkmış izlenimini vermekteydi. Her ne kadar ortaya çıkan tablo bir hüznün işareti sayılsa da, Hatice’nin saçlarının, Leonardo da Vinci’nin tablolarındaki anaforlar misali dalgalanıp yanaklarını yalaması Sinan’ı aşka davet etmekte, Sinan’da bu davete icabet etmekteydi. İşsiz sevdiğiyle değil de zengin biriyle evlenmek durumunda kalan içi dışı aşk dolu Hatice’nin etli dudaklarının Sinan’ın kuru dudaklarına dokunmasıyla çakan kıvılcımın nişanesi bir kavga sonunda daha da belirginleşerek film boyunca Sinan’ın dudağında acı ve tatlı bir ısırık olarak kalacaktı.
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Ahlat Ağacı, sadece bu muhteşem sahne için bile izlenmeye değer…
“Sisyphos, Yunan mitolojisinde kurnazlığın simgesi olan Korinthos Kralı(dır). Hades’teki dev bir kayayı iterek bir tepenin doruğuna kadar çıkarmakla cezalandırılır; ama kaya tam doruğa vardığında yeniden aşağıya yuvarlanır ve bu böyle sonsuz değin sürer.” [1] Ahlat Ağacı’nın hemen hemen ilk sahnelerinde şahit olduğumuz susuz bir kuyudan urgana bağlanmış olarak çekilmeye çalışılan küre şeklindeki kaya parçasının tam da tepeye ulaşmışken tekrar kuyuya düşmesi Sisyphos efsanesini akla getirmektedir. Nitekim Ceylan’ın, önceki tüm filmleri için mekân olarak seçtiği kasvetli kasabalardaki kendini tekrarlayan sıkıntılı yaşamların Sisyphos efsanesiyle örtüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Bir tür “şimdi”nin cehennemi tekrarıdır söz konusu olan. Ama Ceylan haklıdır; çünkü üstat Borges şunu söyler: “ Yüzyıllar geçiyor ve yalnızca şimdiki zamanda oluyor her şey.”[2] Sinan’ın yazdığı kitabını bastıramaması, babasının şans oyunlarından kurtulamaması, kız kardeşinin durmaksızın ders çalışmaya çalışması, annesinin o kasvetli ve daracık eve mahkûm her günün tekrarı bir yaşam sürdürmesi Sisyphos efsanesindeki olan bitenle bir ve aynıdır.
Hatice ile Sinan
Çanakkale’de üniversiteyi bitiren Sinan Karasu (Doğu Demirkol) atanıp sınıf öğretmeni olabilmek için sınavlara hazırlanmak üzere Çan’a ailesinin yanına gelir. Babası İdris Karasu’da (Murat Cemcir) edebiyat düşkünü bir öğretmendir, ama at yarışlarında ailesinin tüm birikimini, evini ve nihayet her türlü itibarını kaybetmiştir ve film, çeşitli uğrak noktalarında bitmek bilmeyen uzun diyaloglar eşliğinde, baba – oğul ekseninde devam eder gider. İdris, belki de her türlü itibarını kaybetmiş olmanın verdiği rahatlıkla sırnaşık sırnaşık gülerek karısından ya da oğlundan para istemeye utanmaz, ama boş bir zaman zaman bulur bulmaz doğaya, koyunlarının bulunduğu kır evine gider.
İdris’in zaman zaman gittiği kır evi
Film, tıpkı James Joyce’un başyapıtı Ulysses’in kahramanı Leopold Bloom’un bir gün içinde uğradığı çeşitli mekânlardaki zamana sığmayan uzun ve birbirinden bağımsız gibi görünen bölümleri gibi, birkaç gün devam eden bir yolculuk misali, çeşitli uğraklarda bitmek bilmeyen diyaloglar eşliğinde sürer gider. Bunlardan biri yazımın başında anlatmaya çalıştığım Sinan ile Hatice’nin (Hazar Ergüçlü) karşılaşmasıdır. Bir başkası, Sinan’ın yazdığı kitabına sponsor bulmak için Çan Belediye Başkanı ile olan buluşmasıdır. Sponsor olmamak için bin dereden su getiren başkanın önerdiği bir iş adamıyla olan diyalog ise neredeyse kavgayla sonuçlanacaktır. Çünkü iş adamı Çanakkale Zaferi’nin öne çıktığı bir kitaptan söz ederken, Sinan bunu herkesin yapabileceğini ifade eder. Bir kitabevinde, adı Süleyman (Serkan Keskin) olan bir yazarla yapılan diyalog ise beklenmedik biçimde sertleşir. Ayrılırlar ve Sinan, köprüden geçerken kenardaki bir kadın heykelinin kırık kolunu suya düşürmesiyle kaçmaya başlar. Bir çeşit rüya olan bu sahnenin sonunda kahramanımız arka sokaklarda kaybolarak kendini Truva Atı’nın içinde buluverir.
Sinan, yazar Süleyman’la köprüde tartışıyor
En uzun diyaloglardan biri de biri muhafazakâr (Akın aksu) diğeri ise ilerici (Öner Erkan) olan iki hoca ile olan diyalogtur. Tüm bu diyaoglar bir ipe dizilir gibi filmin sonunda birbirine bağlanırlar. Film bu anlamda Bikhail Bakhtin’in Dostoyevski’nin Poetikası’nda uzun uzun anlattığı gibi, diyalojiktir.
Sinan ilerici ve muhafazakâr hocalarla
Çevrede sıkça görülen, gövdesi sert ve dikenli olan ahlat ağacının meyvelerinin tadı buruktur ve sonbaharda olgunlaşır. Susuzluğa dayanıklı olan bu ağaç kurumaya yüz tutsa bile meyve vermeye devam eder. Genellikle tenha yerlerde ve tek başına bulunur. İdris’in ailesini ahlat ağacına benzetmesi boşuna değildir; talihsiz, yalnız, sürekli maddi sorunları olan uğraşan ailesine. İdris’e göre para olmadan hayat olmaz.
Bu arada, arazinin meyilli olup ahlat ağacının yetişmesine uygun olduğuna göre, kır evinin bahçesindeki kuyuda su olmaması normaldir. İşte, Sisyhpos efsanesiyle uyumlu bir konsept daha; kör bir kuyudan su çıkarmaya çalışmak.
Sinan, yalnız bir ahlat ağacının altında yatan babasının öldüğünü zanneder
Sinan’ın annesi Asuman (Bennu Yıldırımlar) kocası tarafından ezilmiş, yalnız bir kadın olup sürekli film izler. Bir sahnede Asuman’nı Yılmaz Güney’in Filiz Akın’la oynadığı Umutsuzlar’ı izlerken görürüz. Asuman’a çok uymaktadır.
Sinan annesiyle o küçücük evde derin bir sohbete dalmış
Borç nedeniyle evinin elektriklerinin kesilmesi karşısında babasının hala at yarışı oynadığını düşünen Sinan, kitabına sponsor bulamadığı için babasının çok sevdiği köpeği satar ve kitabını bastırır. Bir ara filmde zaman hızlanır, Sinan askere gidip gelir ve kitapçıya verdiği kitabından hiç satılmadığını öğrenir. Bunun üzerine okulu bırakıp kır evine yerleşen babasına gider ve kitabını sadece babasının okuduğunu öğrenir.
Sinan’la İdris kır evindeler
İdris, Sinan’ın gözünde büyür de büyür. Ne de olsa tek okuru odur. İdris Sinan’a kitabında zamandan da söz ettiğini söyler ve zaman geri gelir. Sinan, kuyuya iner…
Sinan kuyuda, babası ona bakıyor
Özetle, Ahlat Ağacı, kısmen uzun ve sıkıcı diyaloglarla yüklü bir film olsa da, kullandığı metaforlar (Sisyhpos efsanesi, ahlat ağacı, kuyu, Truva atı) ve dili ile yerinde yapılan alıntıları (Dostoyevski, Nietzsche, Kur’an-ı Kerim, vb.) itibariyle son derece entelektüel, düşündürücü, sahici, çok iyi kurgulanmış, olağanüstü manzaralarla süslenmiş müstesna bir film. Mutlaka izlenmeli. Başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Notlar
Fotoğrafları daha iyi görebilme için lütfen üzerlerine tıklayınız.
[1] AnaBritannica (1986-1990), C.19, s. 434.
[2] Borges, Jorge Luis (2009b). Ficciones, Hayaller ve Hikâyeler, çev. Tomris Uyar ve Fatih Özgüven, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 78.
Amerika, Amerika, Amerika Geç Bir Seçim Analizi