16 06 2018
Amerika, Amerika, Amerika
Yirmi yıl önce, 1998 yılında, ABD’ye ilk seyahat ettiğimde, uçak JFK’ye indikten ve bizler gümrük kontrolünden geçtikten sonra uzunca bir koridorda yürürken tatlı bir heyecan içindeydim. Havaalanının kapısından çıkıp New York şehir merkezine hareket ettiğimizde ise, başta otomobiller olmak üzere, her şey çok büyük gelmişti. O yıl, ABD’de kaldığım üç hafta içinde edindiğim en temel izlenim, her nedense, Amerikalıların sadece kendileriyle yarıştıkları şeklindeydi. Kısaca, hız başat bir izlenim olarak belirmişti zihnimde. Jean Baudrillard’ın Amerika’da Amerika’yı çöl, otomobil ve buzlu viski olarak tanımlamasına karşılık, ben kadınlar ya da erkekler giysin fark etmez, beyaz gömlek, blue jean ve spor ayakkabı şeklinde tanımlamıştım. Eh, belki buna otomobil de eklenebilirdi.
Son seyahatime kadar altı kez gidip geldiğim ABD, bu kez yavaşlamış gibi göründü gözüme. Belki de ben de yaşlanmakta olduğum için böyle gelmiş olabilirdi. Spor ayakkabılar yerli yerindeydi, ama blue jeanlar tüm dünyada olduğu gibi çok renkli hale dönüşmüş, gömlekler desene bürünmüştü. Otomobillerin ise, kısmen de olsa küçüldüğünü söylemek mümkündü. Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri, hala emperyal bir büyük güç olarak dünyanın merkezi olmaya devam ediyordu.
New York. Arka plandaki ikiz kuleler artık yok, 1998.
Washington, D.C.: Dünyanın Merkezi
Newark’tan Washington’a olan otuz yedi dakikalık uçuşumuzun sonuna yaklaşırken uçağımız alçalmaya başladığında aşağıda en belirgin olarak görünen dünyanın en yüksek dikilitaşı unvanını taşıyan 169 metre yüksekliğindeki Washington Anıtı ile ABD Kongre Binası’ydı. Bir de alabildiğine yeşil alanlar ile genellikle beyaz olan dev binalar…
Hava mis, otelimize gitmek için bindiğimiz taksi tertemiz, şoförümüz siyahtı. Radyoda ise Vivaldi’nin Dört Mevsim’i çalıyordu. Kim bilir, belki de dünyanın en entelektüel şoförüydü. Fairmont Oteli’ne girerken ortaya yayılan o muhteşem koku etrafa neşe saçıyordu…
Uçağımız Washington’a alçalırken George Washington Anıtı
Metroyla gidildiğinde Pentagon’dan önceki durakta inerek biraz yürüdükten sonra ulaşılabilen ve ABD’nin çeşitli savaşlarda ölen askerleri ile Başkan J.F. Kennedy ve ailesinin de mezarı bulunan Arlington Ulusal Mezarlığı (bir çeşit şehitlik) büyüleyici bir özelliğe sahiptir. Yaklaşık 2,5 milyon metre karelik büyüklüğü, son derece düzenli mezarları, dev anıtları, yemyeşil alan ve ağaçları ile sizi bambaşka bir dünyaya götüren bu mezarlığı ziyaret edecek olursanız Başkan Kennedy’e mutlaka uğrayın. Ayrıca, Meçhul Asker Anıtı’ndaki nöbet değiştirme töreni de hayli etkileyicidir.
Ayşen ve Bülent’ten selamlar…
Arlington Ulusal Mezarlığı’ndan sonraki metro durağı Pentagon’dur. Aynı zamanda beşgen anlamına gelen Pentagon, ABD Savunma Bakanlığı’nın merkez binasıdır. Bazı bölümlerinin ziyarete açık olduğunu bildiğimiz için şansımızı denemek istedik, ama o gün ziyaret günü olmadığından ancak beşgenin iki kenarını dolaşıp 11 Eylül 2001’deki saldırıda ölenlerin anısına yapılan bölümü gezebildik. Aman dikkat, metronun Pentagon durağında indiğinizden itibaren fotoğraf çekmeye çalışmayın, polis telefon ya da fotoğraf makinenize el koyabilir. Ne de olsa ABD’nin taraf olduğu – olmadığı var mı ki – savaşlar buradan yönetiliyor.
John Fitzgerald Kennedy’nin mezarı
Washigton Anıtı’nın önünde durup yüzünüzü Beyaz Saray’a dönerseniz, solunuzda geniş ve uzun bir yeşil alan ile dev ağaçların arasında 2. Dünya Savaşı ile Vietnam ve Kore savaşılarında ölen askerler için yapılmış anıtlar yer alır. Bu alan Lincoln Anıtı ile son bulur. Tam tersine sağa doğru yürümeye başlarsanız, Amerikan Afrika Tarih Müzesi, Amerikan Tarihi Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi, Smithsonian Enstitüsü, Birleşik Devletler Botanik Bahçesi ve Ulusal Sanat Galerisi’ni geçip ABD Kongresi’ne ulaşırsınız. Thomas Jefferson Anıtı ise arkanızda, Beyaz Saray’a göre biraz uzağınızdadır. Birkaç cümleyle özetlediğim bu devasa alanda sözünü ettiğim tüm müze ve anıtları gezmeye kalkarsanız, muhtemelen bir haftaya ihtiyacınız var demektir. Çünkü Washington’da özellikle kamu binaları o kadar büyük, yollar o kadar geniş ki, bazen bir blok yürüdüğünüzde birkaç yüz metre mesafe almış olabilirsiniz. Ve bu büyüklükler, insana, dünyanın buradan yönetildiği hissini fazlasıyla veriyor. Düşünsenize, Beyaz Saray, ABD Kongresi, Pentagon (Savunma Bakanlığı), Dış İşleri Bakanlığı, Dünya Bankası, IMF (Uluslararası Para Fonu), FBI, NASA (Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) ve başkan ile hükümete her konuda (politik, ekonomik, sosyal ve askeri) strateji geliştiren çok sayıda think – tank (düşünce kuruluşu), bazıları yürüme mesafesiyle birbirine yakın olmak üzere aynı şehirde bulunuyorlar. Deprem araştırmalarında uzman bir kuruluş olan USGS (Birleşik Devletler Jeoloji Araştırmaları Dairesi), CIA ve NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) ise Washington D.C.’nin her birinin bir miktar toprağı üzerine kurulduğu Virgina ve Maryland eyaletlerinde yer alıyor.
Lincoln Anıtı’nın önündeki havuzdan görünüşü
Lincoln Anıtı’na doğru uzanan havuzun sol tarafından yürürken hızlı hareketlerle yanı başımıza kadar gelen sincap o kadar sevimliydi ki, alıp cebime koymak istedim. Doğayla diyalog bu olmalıydı. Verda, Ayşen ve Selim ise yemyeşil ağaçların altında doğayla diyalog halindeydiler. Bu arada, Lincoln Anıtı’nın hemen önüne kurulan bir kürsüde, babası yıllar önce ABD’ye göç etmiş bir Meksika asılı kız öğrenci, ABD’deki imkânların çokluğundan ve tabi doğal olarak Amerikan demokrasisinden dem vuruyordu.
Sevimli sincabımız
Verda, Ayşen ve Selim
Şansımız yaver gitti ve ABD Kongresi’nin içine girip ziyaretçilere açık olan bölümleri gezebildik. Eski tüm başkanların, önemli senatör ya da milletvekillerinin heykelleriyle de olsa tanışmak hoştu. Etrafa neşe saçarak şarkı söyler gibi konuşan siyah mihmandarımızın eşliğinde yaptığımız bu ziyaret kuvvetler ayrılığı ilkesini daha iyi anlamamızı sağladı.
ABD Kongresi, ziyaretçi salonunun süslemeli tavanı
Eğer çiçekler içinde bir gezinti yapmak istiyorsanız, Birleşik Devletler Botanik Bahçesi’ni mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Birleşik Devletler Botanik Bahçesi
Doğallıkla, beyazların Kızılderililere yaptıklarını görmeden Washington’dan ayrılmayınız! Bunun için Amerikan Kızılderili Müzesi’ne girmeniz yeterli. Kızılderililerin neler çektiklerini anlatmama gerek yok sanırım.
Kızılderililer!
O da ne! Bir yol genişletilmesi nedeniyle, yolun ortasında kalan bir kiliseyi yerinden kaldırmışlar, belli ki, uygun bir yere taşıyacaklar.
Taşınan bir kilise
Peki Washington sokaklarında rastladığımız Gandhi’ye ne diyorsunuz? Üstat şöyle diyor: “My life is my message!
“My life is my message”
Washington’un arka sokaklarında dolaşırsanız eğer, çok güzel evlere rastlayabilirsiniz. İşte onlardan bir tanesi yol boyunca uzanmış, yatıyor. Kaldırımla ev arasındaki güzelliğe bakar mısınız?
Kaldırımla ev arasındaki güzelliğe bakar mısınız?
Eh, haydi bir de Madam Tussauds Müzesi’ne girelim. Başkan Lincoln’le derin bir sohbete dalmak hayli hoş oluyor.
Başkan Lincoln ve bendeniz
Yazımın başında ABD’de her şeyin büyük olduğunu söylemiştim. İşte New Jersey, Asbury’den bir örnek: Mr. Smith Burger. İnsanın aklına Pulp Fiction’da, John Travolta ile Samuel Jackson’un hamburger üzerine yaptıkları felsefi tartışma geliyor. Teşekkürler Kurt.
Mr. Smith Burger
Bu da Amerikan Tarihi Müzesi’ndeki Batman filminde kullanılan otomobil.
Batman’ın otomobili
Aslında, Amerika, yine Jean Baudrillard’ın Amerika’da ifade ettiği gibi dev bir hologram ve öğelerin her biri bütünle ilgili tüm bilgileri içeriyor. Batı, doğu, kuzey ya da güneyde, herhangi bir eyalette, Washington, New York, Chicago, Las Vegas, Cheyenne, Baltimore, Ho Ho Kus, Waldwick ya da başka herhangi bir şehirdeki ve herhangi bir kasabadaki sokaklarda, okullarda, spor sahalarında, otoparklarda, müzelerde, marketlerde, iş yerlerinde, lokantalarda, yemek porsiyonlarında, kısaca hemen her şeyde bütün Amerika’yı bulursunuz.
NJ, Waldwick’te İlkbahar
Bir başka bahara görüşmek dileğiyle…
Disiplinlerarasılık Ahlat Ağacı