“Birkaç Damla Görüngübilim”

“Ünlü bir adam can çekişmektedir. Eşi yatağının başucundadır. Bir doktor, ölümüne doğru ilerleyen adamın nabzını saymaktadır. Odanın bir köşesinde iki kişi daha vardır; o yaslı sahneye görevi gereği tanık olan bir gazeteci ile rastlantının oraya sürüklediği bir ressam. Eş, doktor, gazeteci ve ressam aynı olayı izlemektedirler. Ama o bir tek ve aynı olay – bir insanın can çekişmesi – içlerinden her birine değişik bir görünüm sunar. Ve o görünümler birbirlerinden öylesine ayrıdırlar ki, ortak bir paydaları olduğunu söylemek bile güçtür. Üzüntüden kendinden geçmiş eş ile, sahneyi tam bir duyarsızlıkla seyreden ressam arasındaki fark öylesine büyüktür ki, şöyle desek daha yerinde olur: Adamın eşi ile ressam tümüyle farklı iki olayı izlemektedirler.”[1]

Görüngübilim, Batı dilleriyle fenomenoloji, özne – nesne ilişkisini konu edinerek bir olayı betimlemeye dayanan yöntem olup, özü yakalamaya çalışan bilincin bilimidir. Bu anlamda, fenomenolojik bakışa göre gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen bir gerçekliktir. Yani kendisine yönelen bilinç tarafından görülen, algılanan ve bilincine varılan bir şeydir. Özetle, gerçeklik, bakana göre değişir.

Eğer böyleyse, Ortega’dan yaptığım bu alıntıda tek ve aynı gerçek, ayrı bakış açılarından izlendiğinde, birçok farklı gerçeğe bölünmektedir. Peki bu gerçeklerden hangisi sahici, asıl gerçektir? Bu noktada ne karar verirsek verelim, keyfi olacaktır. Nitekim Ortega bu mükemmel örneğinde özetle şöyle devam etmektedir:

Bu gerçeklerin hepsi eşdeğerlidir, çünkü her biri bakan kişinin görüş açısına uygundur. Mesele, her bir gözlemcinin ortak payda olan can çekişme olayına ruhsal uzaklığını tespit edebilmektir. Ölen kişinin eşi için anılan bu uzaklık çok kısadır; yoktur bile diyebiliriz. Oysa bir şeyi görebilmemiz ya da bir olayın seyrettiğimiz nesneye dönüşmesi için, onu kendimizden ayırmamız, onu varlığımızın bir parçası olmaktan çıkarmamız gerekir. Ama bu durumda yüreği yanan adamın eşi sahneye karışmış olup onun parçası haline gelmiştir. Yani eş sahneyi izlemiyor, onu yaşıyordur.

Doktor olaya eşten biraz daha uzaktır. Olay onun için tamamen meslekidir. Olaya eşin duyduğu tutkulu ve kahredici bir bunalımla katılmaz. Ama görevi gereği işin içinde olduğu ve mesleğinin geleceği bakımından sahne onu pençesine alır; yüreğinde olmasa da benliğinde acıklı olayı o da yaşar.

Gazete muhabirinin bakış açısına gelince, gördüğümüz sahne gazetecinin acıklı olaydan hayli uzaklaşmış olduğu şeklindedir. Doktor gibi gazeteci de mesleği gereği oradadır, ama mesleği onu olayın oluşumunun dışında tutar. O sadece görmekle yetinmek durumundadır. Bununla birlikte olaya haber olarak baktığı için, okuyucularında ilgi uyandırmak, yüreklerini sızlatmak amacıyla kaleme alacağı öykü onu sahneyi yaşamasa da yaşıyor gibi yapmaya zorlar.

Ressam ise olayı gözleriyle izlemekten başka hiçbir şey yapmaz. Olayın bin kilometre ötesindedir. Yalnızca dış görünüşle, ışıklarla, gölgelerle ve renklerle ilgilenir.

Bu örnekte kullanılan ruhsal uzaklık ölçeği olaya duygusal katılım derecesi şeklinde tezahür etmektedir. Olaya yüksek katılım yaşanan gerçekle, düşük katılım ise seyirlik gerçekle karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Hemen her gün ölüm haberleri duyar, hem üzülür hem de sinirleniriz. Kurban Bayramı’nda seyahate çıkanların yaptıkları kazalar sonunda ölenlerin sayısının 100’ü aşmasına üzülmemek elde değildir ama bu bizim için sadece seyirlik bir gerçektir. Ama ölenler arasında bir yakınımız, hele çok yakınımız varsa, işte o zaman o gerçeği yaşarız.

 

Görüngü

 

Geçenlerde kalp krizlerinin seyrine bakışları son derece farklı olan iki kardiyologla iki saat süren derinlemesine görüşme yapmıştık. Kullandığımız yöntem, katılımcıların özelliklerinden de anlaşılacağı üzere çatışmalı tartışma – duo – şeklindeydi. On beş ülkede, her ülkeden iki kişi olmak üzere toplam otuz kişiyle görüşülerek gerçekleştirilen araştırma sonunda dünya çapında bazı sonuçlar elde edilecekti. Edildi de. Hem de son derece sağlıklı sonuçlara ulaşıldı. Tahmin edileceği gibi ortaya çıkan ana sonuç bir değil ikiydi ve her ikisi de gerçeğe aynı ölçüde yakındılar.

* * *

Kısa bir süre yapılacak seçimler sonunda saf gerçeğin ortaya çıkacağı gün gibi aşikârken, hangi partinin ne kadar oy alacağından ziyade, o partinin neden bu kadar oy alacağını tespit etmek daha anlamlı olsa gerek. Unutmayalım, Ecevit halkın gönüllü olarak dağlara taşlara yazdığı “Karaoğlan” nitelemesiyle, Demirel halktan biri gibi konuştuğu için, Erdoğan ise halkın içinden çıktığı için iktidara geldi. Ve her birinin ortak paydası halkla beraber olmaktı ama her biri farklı dünyaların insanlarıydılar.

Notlar 


[1] Gasset, y Ortega, Tarihsel Bunalım ve İnsan, Çeviren: Neyire Gül Işık, Metis Yayınları, İstanbul, 2013, s. 164.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

, , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.