21 06 2013
Hoşça Kal Anne
“Yatılı okuduğum lise yıllarım dahil tam kırk yıldan beri yüzlerce kez Akhisar’a gittim geldim ve hemen her defasında kapıyı annem açmıştı. En önemli özelliği, anneannemden aldığını sandığım, sessizliğiydi ve her kapıyı açtığında, konuşmadan, sessizce birbirimize sarılır, hasret giderirdik. Ayrılırken ise hüzünlü bakışları tüm çehresini sarar, için için ağlardı. Yıllar önce doktora yapmak üzere Viyana’ya gideceğimi öğrenince kıyameti koparmış, zaten İstanbul’da 'gurbette' olduğumu söyleyerek daha uzağa gitmemin ne anlamı var diye hayıflanıp durmuştu. Terminalde vedalaşırken birbirimize öyle sarılmıştık ki beni korumak için adeta tekrar rahmine almak ister gibiydi. Son zamanlarda, sekiz yıldan beri Kanada’da yaşayan en küçük kardeşimin tatil için Akhisar’a gelmesi durumunda, ayrılırken dayanamayacağını söyleyip duruyordu etrafına. Tam bir ay önce Akhisar’a gittiğimde onu balkonda beklerken bulmuş, hasretle kucaklaşmıştık. İlk cümlesi, genellikle 'Nasılsın bakalım gözlüklü oğlum' olurdu. Dönüşümde ise, arkamda, babamın ölümünden sonra boyamaktan vazgeçtiği bembeyaz saçları hafif çökmüş omuzlarına dökülmüş, bir taraftan el sallarken bir taraftan da için için ağlayan dev bir kadın bırakmıştım. ' Gitme benim gözlüklü oğlum' der gibiydi.
* * *
Hiç unutmuyorum, ilkokuldaydım ve kalabalık bir aile olmamıza rağmen şimdi hatırlayamadığım nedenle bir yılbaşını annemle birlikte geçiriyorduk. Kardeşlerim küçük oldukları için uyumuş olmalıydılar. Tombala oynarken radyoda tangoya benzer çok güzel bir hafif müzik çalıyordu. Uykum geldi ve anneme, ben uyuyana kadar radyoyu kapatmamasını söyledim. O da başucumda oturarak saçlarımı okşamaya başlamış, ben ise kendimi müziğin büyüsüne kaptırarak derin bir uykuya dalmıştım. Etrafımda yıldızlar uçuşuyor, ışıklar içinde yüzüyordum. Ne büyük bir mutluluktu. Sanırım bu anneme yaptığım en büyük şımarıklığımdır.
* * *
'Ah benim gözlüklü oğlum, ayacıklarına dikkat edesin. Haydi bakalım hoşça kal.' Ben onun gözlüklü oğluydum. Annemin, telefonda duyduğum son sözleriydi bunlar. O güzel Rumeli şivesiyle peltek peltek konuşurdu. Ayak bileğimdeki küçük bir rahatsızlık nedeniyle haftada iki üç kez arıyor, doktora gitmem için ısrar ediyordu. Ben de doktora gittiğimi ve ciddi bir şeyim olmadığını söyleyince bir oh çekmiş ama ilaçlarımı almayı ihmal etmememi defalarca tekrarlamıştı. Sesi kulaklarımdan hiç, ama hiç gitmeyecek.
Annemle yaptığımız telefon konuşmasından bir gün sonra, 17 Haziran akşamı saat 9:30 civarında Akhisar’daki kardeşim Cahit’in telefonuyla buz kestim. Boğuk bir sesle 'Ağbi, ağbi annemi kaybettik, kaybettik ağbi ' diye haykırarak ağlıyordu. Haberi duyan eşim gelip sarılmış beni teskin etmeye çalışıyordu ama ben şoktaydım. Ciddi bir rahatsızlığı olmayan yetmiş iki yaşındaki annem, oturduğu yerde, sessiz ve sakin bir biçimde sonsuzluğa uçmuştu. Sessizce yaşadığı bu dünyayı sessiz ve sitemsiz terk etmişti. Çok yakın bir arkadaşının söylediği gibi ' büyük bir sürpriz yapmış' bizi yalnız bırakmıştı. Bu acı haberi Kanada’daki kardeşime vermek de bana düşüyordu.
* * *
Canım annem, o dev gibi kadın uzanmış yatıyordu, yüzündeki örtüyü açtığımda gözlerim kamaştı; etrafa ışık saçıyordu. Hıçkırıklarım yanı başımdaki teyzeminkilere karıştığında sağ elimi anlına dayadım ve sıvazlayarak birkaç gün önce kestirdiğini öğrendiğim pamuk gibi kısacık saçlarını okşamaya başladım. Sonra iki yanağını avuçlarımın içine alarak 'Anne, neden bizi bıraktın, neden' diye fısıldadığımda, 'hoşça kal benim gözlüklü oğlum' dediğini duyar gibi oldum. 'Hoşça kal' diyordu uzaklaşarak el sallarken. Tıpkı kırk yıldan beri her vedalaşmamızdaki gibi, hüzün dolu. Bir de baktım ki, James Joyce’un yine Ulysses’te dediği gibi, 'Çocukluğum yanı başımda eğilmiş duruyor. Elimle bir kez hafifçe de olsa onu okşayacağım denli uzakta.' Annem çocukluğumu alıyor, benim yerime okşuyordu uzaklaşarak, kararan ufukta.
* * *
18 Haziran’da sıcak bir öğlen vakti, annemi babamın yanına toprağa verdik. İzmir’deki kardeşim Müjdat’ın deyişiyle artık annesiz ve babasız, öksüz kalmıştık. Akhisar’dan ayrılırken kırk yıldan beri ilk kez annemle vedalaşamadım. Ölüme alışmak imkansız. Her ne kadar yaşam, ölümle var olsa; ölüm de en yüksek yaşam biçimi olsa…
* * *
Uyanmak istediğimiz halde bir türlü uyanamadığımız rüyalar vardır, uyandığımızda kan ter içinde kaldığımız; işte şimdi böyle bir durumdayım, bir türlü uyanamıyorum. Kâinatın belki de tek gerçeği olan ölüm, insana bir süre rüya gibi geliyor; sanki nasıl olsa uyanacağımız. Ama zaman geçiyor, uyanamadığımızı zannettiğimiz; oysa bal gibi uyumuyoruz. İşte böyle bir şey ölüm, alışık olmadığımız.
Hoşça kal anne. O yılbaşı gecesi beni uyuturken gördüğüm yıldızların ışıkları içinde uyu; sessiz, sedasız; tıpkı yaşadığın gibi; yaşarken bize verdiğin rahatlık ve huzur gibi.”[1]
* * *
Unutma ki,
“………….
Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedi baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze.”
Orhan Veli
24 Haziran 2009
Notlar
Özgeçmişim Hindistan’a Yolculuk
Akhisar’a beni de çocukken götürmüştünüz.
Ben de annenizin elini öpmüştüm.
Hatta beyaz güvercinler uçuşuyordu çatıda.
Neyse… 1 ay içinde Cos adasına yerleşecektim.
Yazınızdan sonra bir süre erteledim.
Kayığıma daha büyük bir yelken takana kadar.
Yarım saatte, Turgutreis’te annemin yanında olana kadar.
Ve kayığımın tamamını ada çayı ile dolduracağım… Onlar toplamıyorlarmış!
Sevgili Utku,
Çok iyi düşünmüşsün; nerede olursan ol, annene yakın ol…
Cok kotu aglattiniz beni. Muhtesem ifade edilmis duygulardi belki ondan incitti beni.
Yazarken ben de ağlamıştım. Teşekkürler.