“Rating” ve Sosyal Sorumluluk

2005 yılında yazdığım bu yazıyı, düşük “rating” aldıkları için yayından kaldırılan bazı sevilen TV dizileri bağlamında, “blog”uma koyuyorum. Yazı esas olarak o yıl yasaklanan “kaynana programları” nı konu etse de “rating” mantığını tartışması açısından güncelliğini korumaktadır.

RTÜK Başkanı Fatih Karaca “kaynana programları” olarak nitelenen “reality show”ları eleştirip kısıtlama getirilebileceğinin işaretlerini verdi. Kimileri bu yaklaşımı haklı, kimileri haksız buldu, ama sanıyorum Haluk Şahin 04.03.2005 tarihli Radikal ’de son noktayı koydu. Haluk Şahin bu önemli makalesinde şunları yazıyordu:

“Tüm dünyada tartışılan bu programlardan yola çıkarak içinde yaşadığımız toplum ve dünya hakkında bazı önemli saptamalara ulaşabileceğimizi sanıyorum…Televizyoncuların ne iş yaptığı sorulduğunda onların program ürettikleri söylenir. İlk bakışta doğru görünse de bu doğru değildir. Kapitalist sistem içinde rekabete dayanan TV düzenlerinde televizyoncular program değil, seyirci üretirler. Seyirci üretir ve bu malı kalitesine göre sınıflandırarak kelle başı hesaplamayla reklamcılara satarlar. Reklam veren nereye reklam vereceğini reklamlarını görecek seyircinin kelle başı maliyetine bakarak karar verir. Mecralar arasında tercihini temelde buna göre yapar. Sistemin mantığı bunu gerektirir…ve…izleyici ölçüm firmaları işte bu alışverişte veri sağlamak amacıyla ortaya çıkmıştır.

Önce Şahin’in ilk saptaması üzerinde durmak istiyorum. Bu programlardan yola çıkarak yurt ve dünya hakkında bazı değerlendirmeler yapılabilir mi? Evet yapılabilir ve bu konuda araştırmacılara düşen görev çoktur. İşte benim ısrarla toplumun aklı olmalıyız dediğimin altında bu görev anlayışı yatmaktadır. Araştırmacılar Derneği’nin bu konuda önderlik yapması artık bir zorunluluk haline gelmiştir, çünkü, dikkat edilirse, seyircinin üretildiği, kelle başına hesaplamaların yapıldığı, izleyicinin ölçüldüğü bir dünyada insan yoktur ya da aynı anlama gelmek üzere, bu, insanın yabancılaşmasının doruk noktasıdır.

 

Rating

TV izleme oranları bu 3 şekle indirgenemez!

 

Jack Hamilton’un ESOMAR için hazırladığı ve derneğimiz adına Akın Alyanak, Ayşe Eyüboğlu, Petek Çırpılı, Yeşim Kırdar ve Pervin Olgun’un 1989’da tercüme ettiği Pazar Araştırması Nedir? adlı kitap şu cümleyle başlıyor: “Pazar araştırması tüketiciyi dinlemektir”. Ne kadar yalın ve doğru bir tanım. Bu tanıma göre ölçmek araştırma değildir ve zaten insan ölçülemez.

Hepimiz biliyoruz, küreselleşen dünyada, şirketler, sivil toplum kuruluşları ve hükümetler toplumların hedeflerini gerçekleştiren üç temel aktördür ve karşılıklı ilişkiye girerek birbirlerini yönlendirip bir yönetişim tarzı oluştururlar. Bu vakada Araştırmacılar Derneği, Reklamverenler Derneği ve RTÜK’le işbirliğine girerek hem Haluk Şahin’in sözünü ettiği ve benim kesinlikle onayladığım araştırma için fon sağlayabilir hem de belki artık “rating” kavramına eleştirel bakmanın temellerini atabilirler. Reklamverenler Derneği ve onu temsil eden iş dünyasının bu konuda sosyal anlamda sorumlu davranacağından şüphemiz yoktur.

Nitekim Reklamverenler Derneği Asbaşkanı Caner Tunaman katıldığı bir televizyon programında, haklı olarak yasaklara karşı olduklarını, ancak, pratikte zor görünse de, anılan programların içeriklerine bazı müdahaleler yapılarak kısmen de olsa düzeltilebileceklerini ifade etti ki, denenmeye değer bir yaklaşım olarak kabul edilebilir.

Kuşkusuz, televizyonlarda yayınlanan iyi programlar, iyi diziler de var ve iyi “rating” alıyorlar. İsim vermek istemiyorum ama yakın tarihimizin toplumsal olaylarını işleyen, birçok izleyicinin kendinden bir şeyler bulduğu diziler hayli popüler olmaya başladı. Türkçenin iyi kullanıldığı bu diziler zaman zaman politik olabiliyor. Bunu belki de son zamanlarda yapılan iyi sinema filmlerine bağlamak mümkün.

 

SİMSONLAR

TV izlemek eğlenceli bir düşünme tarzıdır.

 

Daha iyisini, Atilla Dorsay’ın dediği gibi, ünlü bazı romancılarımızın senaryo yazmaları halinde bulabileceğiz. Hele, Hasan Bülent Kahraman’ın Radikal ’de işaret ettiği gibi Türk Sineması’ndan oda müziği tadını alabilme dileği ütopik de olsa, kulağa çok hoş geliyor.

Hemen hiçbir prodüksiyon masrafı olmadan izlenme rekorları kıran kaynana programlarının televizyon kanalları için bir maden niteliği taşıması doğaldır. Gönül, hemen herkesin Semra Hanım’ı tanıdığı, köşe yazarlarının Semra Hanım’ı referans gösterip alaycı bir üslupla toplumsal sefaletimizden dem vurduğu ülkemizde, televizyon kanallarının RTÜK’ün kararına gerek kalmadan sosyal anlamda sorumlu davranarak bu programlara çeki düzen verebilmiş olmalarını isterdi. Bunun yolu basitti ve popülizmi bir yana bırakarak iyi “rating” alan iyi bir yerli dizinin izlenme nedenleriyle kaynana programlarının izlenme nedenlerini bir araştırmayla tespit etmekten geçiyordu. Nedenlerin karşılaştırılmasıyla alınacak tedbirler yeni bir yasakla karşılaşmamızı engelleyebilirdi.

Ancak geç kalmış sayılmayız. RTÜK’ün bu kararı belki de “rating” kavramına yeni bir bakış getirmemizi sağlayabilir. Örneğin “people meter” denilen cihazlarla yapılan ölçümler kantitatif hatta kalitatif olarak yapılacak araştırmalarla desteklenir ve böylelikle ölçüm değerleri sadece bir oran olmaktan kurtarılabilir. Kuşkusuz cihazla yapılan ölçümlerin hızına yüz yüze yapılan görüşme teknikleriyle ulaşmak mümkün değildir ama buna gerek de yoktur. Burada mesele, “rating” kavramına çeşitli tamamlayıcı araştırmalarla derinlik kazandırmanın yollarını açmaktır.  Bir başka yol ise dizi ya da benzeri programları yayınlamadan önce çeşitli aşamalarda “pre-test” yapılmasıdır. Böylelikle hem daha yüksek izlenme ihtimali olan dizi ya da programlar gerçekleştirilir hem de bu tür yasakların önüne geçilebilecek düzeltmeler yapılabilir. Umarım bu öneriyle verimli bir tartışmanın eşiğine adım atabiliriz.

Mart, 2005

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

2 thoughts on ““Rating” ve Sosyal Sorumluluk

  • pervin olgun dedi ki:

    Bir toplantıda önemli bir kanal yöneticisi biz öncelikle ticaret yapıyoruz, sosyal sorumluluk, toplumu eğitmek ya da iyileştirmek gibi bir misyon bizden beklenmesin demişti.
    Bu tutum sonuçta kelle hesabını doğruluyor.

    Bülent Gündoğmuş’un saptamaları halen geçerli ve ne yazık ki araştırmacıların gücü bu akışın yönünü değiştirmeye yetmedi, yetmiyor; sonuçta rüzgar ekip fırtına biçmeye devam ediyoruz.

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Teşekkürler Pervin Hanım. Maalesef, 9 yıl sonra bile aynı şeyleri konuşuyor olmak azap verici. Değişiyor dediğimiz toplumumuzda, değişim geriye doğru mu nedir?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.