2 10 2013
Roseto ile Nazilli’nin Gizemi
Roseto Valfortore kasabası, İtalya’da Roma’nın yüz mil güneydoğusundaki taşra kenti Foggia’da, Apenin Dağları eteklerindedir. Ortaçağ köy ya da kasabaları tarzındaki tüm İtalyan yerleşim birimleri gibi bir meydanın çevresinde kurulan bu şirin kasabada yaşayanlar yüzyıllarca çevre tepelerdeki mermer ocaklarında ve zor şartlar altında çalışarak zor bir hayat sürdürmüşlerdi.1880’li yıllardan itibaren ABD’ne göç etmeye başlayan Rosetolular önce New York, sonra da Pennsylvania’nın Bangor kasabasına yerleşirler.
Roseto’nun Gizemi [1]
Stewart Wolf Oklahoma Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ders veren, sindirim ve mide üzerine uzmanlaşmış bir hekimdi. Yazlarını Pennsylvania’da Roseto’ya yakın bir çiftlikte geçiriyordu. 1950’lerin sonlarında bir konuşma yapmak için yerel bir tıp derneğinin daveti üzerine Roseto’ya giden Wolf konuşmasını yaptıktan sonra orada yaşayan bir meslektaşıyla birlikte bira içerken sohbet sırasında duyduklarına inanamamıştı. Meslektaşı, 17 yıldan beri bölgedeki birçok kasabadan gelen hastası olduğunu, ama Roseto’dan gelen ve 65 yaşın altında olan hastalarının hiçbirisinin kalp rahatsızlığı nedeniyle gelmediğini söylemişti.
Wolf’un duyduklarına inanamamasının nedeni kalp krizinin o yıllarda ABD’de yaygın ve 65 yaş altındaki erkekler arasındaki ölüm nedenlerinin önde geleni olmasıydı. Doktor olup da kalp hastalığıyla karşılaşmamak olanaksızdı.
Wolf bu durumu araştırmaya karar verdi ve öğrencileri ile meslektaşlarının desteğiyle kasabanın ölüm kayıtlarını incelemeye başladı. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Roseto’da 55 yaşın altında kalp krizinden ölen olmamıştı. Ayrıca bu ilginç kasabada 65 yaş üzeri erkekler arasında kalp hastalığından ölenlerin oranı tüm ABD’nin yarısı kadardı. Hatta Roseto’da her tür nedene bağlı ölüm oranı beklentinin %30 ile %35 altındaydı. ABD ölüm istatistiklerinde tüm ülke ortalamasına göre bir sapma söz konusuydu.
Bunun üzerine Wolf kendisine yardım etmesi için Oklahoma Üniversitesi’nden John Bruhn adlı sosyolog arkadaşını Roseto’ya getirdi ve bölgede sosyolojik bir araştırma yapmasını istedi. Sonuçlar çarpıcıydı. İntihar, alkolizm, peptik ülser ve uyuşturucu bağımlılığına hiç rastlanmamıştı. Çok az suç vardı ve hiç kimse sosyal yardım almıyordu. Bu insanlar sadece yaşlılıktan ölüyorlardı.
* * *
Roseto Valfortore kasabası, İtalya’da Roma’nın yüz mil güneydoğusundaki taşra kenti Foggia’da, Apenin Dağları eteklerindedir. Ortaçağ köy ya da kasabaları tarzındaki tüm İtalyan yerleşim birimleri gibi bir meydanın çevresinde kurulan bu şirin kasabada yaşayanlar yüzyıllarca çevre tepelerdeki mermer ocaklarında ve zor şartlar altında çalışarak zor bir hayat sürdürmüşlerdi. 1880’li yıllardan itibaren ABD’ne göç etmeye başlayan Rosetolular önce New York, sonra da Pennsylvania’nın Bangor kasabasına yerleşirler. Daha sonra, çalışmaya gittikleri ve Bangor’a 90 km uzaklıktaki arduvaz ocaklarının yolu üzerindeki kayalık bir dağ yamacında toprak satın alarak buraya Roseto’daki iki katlı ve kırmızı kiremitli evler yaparlar. Başlangıçta Yeni İtalya olarak isimlendirdikleri kasaba, meydanı, kilisesi ve İtalya’yı birleştiren Garibaldi adlı ana caddesiyle giderek Roseto’ya benzemektedir. Kısa bir süre sonra da kasabanın adını Roseto’ya çevirirler. Eğer 1900’ü izleyen birkaç yıl içinde Roseto sokaklarını arşınlıyor olsaydınız, kendinizi Foggia lehçesinin konuşulduğu İtalya’daki Roseto kasabasında zannederdiniz.
Peki, nasıl oluyordu da Rosetolular ölüm istatistikleri konusunda ABD ortalamasından böylesine önemli bir sapma gösteriyordu?
Wolf’un ilk düşüncesi, bunun nedeninin, Rosetoluların, Eski Dünya’dan getirip devam ettirdikleri ve onları Amerikalılardan daha sağlıklı kılan kimi beslenme alışkanlıkları olduğu yönündeydi. Ama kısa sürede böyle olmadığı ortaya çıktı. Rosetolular yemeklerini daha sağlıklı bir seçenek olan zeytinyağı yerine İtalya’da kullandıkları domuz yağı ile pişiriyorlar, sosis, jambon, salam, yumurta vb. her şeyi yiyorlardı.
Ayrıca kasabanın konumu bisiklet ya da yürüyüş sporu yapmaya elverişli olmadığı gibi, keyiflerine düşkün olan kasabalılar oldukça yoğun biçimde sigara da içiyorlardı.
Stewart Wolf araştırmasını tüm yaşam koşulları hemen hemen aynı olan etraftaki kasabalarda sürdürmeye karar verdi. Benzer beslenme alışkanlıkları ama farklı ölüm olanlarıyla karşılaştı. Bu kasabalarda da 65 üstündeki erkeklerde rastlanan kalp hastalıkları Roseto’un üç katıydı.
Wolf artık Roseto’nun sırrının beslenme alışkanlıkları, diyet, egzersiz, genler ya da lokasyon olmadığını anlamaya başlıyordu. Sır Roseto’nun kendi olmalıydı. Bruhn ve Wolf kasaba çevresinde bir gezinti yaptıklarında işin sırrına vakıf olmuşlardı.
Kendilerine çevrelerindeki topluluklar tarafından tanınmayan minik bir dünya yaratan Roseto’lular genellikle üç kuşağın bir arada bulunduğu geniş aileler halinde yaşıyorlardı. Komşuluk ilişkilerinin son derece sıkı olduğu Roseto’da hemen herkes birbirini tanıyor, yolda karşılaştıklarında durup mutlaka uzun uzun sohbet ediyorlar, büyük bir dayanışma içinde olduklarından birbirlerine karşı son derece saygılı ve eşitlikçi bir tutum sergiliyorlardı.
Dr. Wolf’a göre Güney İtalya’nın “paesini”, yani küçük köy kültürünü Pennsylvania’nın dağlarına taşıyan Rosetolular kendilerini modern dünyanın baskılarından soyutlayan güçlü ve koruyucu bir sosyal yapı yaratmışlardı. O kadar öyle ki, bu normal kurallara uymayan çizginin dışındaki bir yapıydı.
İşte size bir uzun vadeli bağımlılık ve ortalamadan sapma vakası.
TOSKANA’DA İLK YAZ
2012 yılının Mayıs ayında İtalya’nın Toskana Bölgesi’ne, Orvieto, Pienza, Bagno Vignoni, Montepulciano, Cortona ve Arezzo gibi ortaçağ kasabalarını kapsayan bir seyahat yapmıştım. Cortona’da daracık bir sokaktaki kahvede kahve içerken gördüklerim İtalyanların sohbeti ne kadar sevdiklerinin bir kanıtıydı. İşte o yıl tuttuğum notlardan birkaç satır:
“Öğle yemeği için vakit geçirmek üzere daracık bir sokakta bulunan, garsonu sinirli bir kahvede kahvelerimizi yudumlayıp sohbet ederken, yanımızdan, yaşları altmışlar civarında olduğunu zannettiğim üç adam geçti. Kendi aralarında derin bir sohbete dalmışlardı. Biraz yürüyorlar, sonra durarak birbirlerine dönüp sohbetlerine devam ediyorlar, daha sonra da tekrar ağır ağır yürümeye devam ediyorlardı. Birkaç metre önlerinde mini etekli genç bir kız yürüyordu. İlk bakışta kızı takip ettikleri izlenimi veren adamların biri mor bir pantolon, beyaz bir gömlek ve siyah bir yelek giymişti. İnce kaytan bıyıkları tipik bir İtalyan erkeğini simgeliyordu. İkincisi, ilkine göre daha kısa boylu, kıyafeti ise tipik bir İtalyan köylüsünü andırıyordu. Üçüncüsüne dikkat etmemişim, demek ki, ilk bakışta öyle fark edilecek bir özelliği yoktu. Üçünün de ortak yanı yanaklarının kıpkırmızı olmalarıydı; dut gibiydiler yani. Etraftaki yüzlerce gözün üzerinde olduğunu hisseden genç kız ise kaytan bıyıklı ve mor pantolonlunun kendisine attığı lafı umursamadan kıvırırken, başrol oyuncusu olduğu bu sahneden memnun görünüyordu. Oyuncular önce gözden kayboldular, sonra, bu kez ters istikamette tekrar sahneye çıktılar. Adamların arasındaki sohbet aynı heyecanla devam ediyor, genç kız çalımından hiç bir şey kaybetmemiş, sekerek yürüyordu. Öğlen öğlen piyasa yapıyor, zamanı uzatıyor olmalıydılar diye düşündüm. Yemek vakti geldiği için son sahneyi izleyemedim.”
MBG, Mayıs, 2012
Nazilli’nin Gülleri
30 Nisan 2012 tarihli NTVMSMBC haber sitesinde şu haber yer alıyordu: “Ekibin görüştüğü yaşlılardan biri Alamut Köyü'nden 102 yaşındaki Ayşe Nine. Ayşe Nine, ‘Ne bulduysak yiyoruz, yağ yiyoruz, zeytin yiyoruz’ diyor. Şerife Nine de 102 yaşında. Nazilli'nin simgesi olan yaşlılardan. 1910 yılında doğdu. Sağlığı iyi ama zaman zaman hafızasında kayıp oluyor. Erken yatıyor, az yiyor. Türkiye'nin en yaşlı ikizleri, 95 yaşındaki Esma ve Hediye Nineler de Nazilli'de yaşıyor.” Ayşe, Şerife, Esma ve Hediye nineler Nazilli’nin gülleriydiler.
10 Kasım 2012 tarihli www.asistanhekim.org sitesi aynı konu hakkında şu habere yer vermişti: “Uzun ömürlü insanlarıyla meşhur, Aydın’ın Nazilli ilçesinde yapılan bilimsel araştırmanın sonuçları yayınlandı. Nazilli Yaşlılık Araştırması (NAYAR), dört yıl boyunca, son 30 yılını Nazilli’de geçiren ve üç nesildir burada yaşayan 60 yaş üstü yaklaşık 10 bin yaşlı kişi üzerinde yapıldı. Nazilli Kaymakamlığı, Nazilli Belediyesi ve Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle yapılan araştırmayı, Gerontoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Tufan yürüttü. Önce Nazilli’de bir sempozyumda, ardından da İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda düzenlenen toplantılarla tanıtılan araştırma, Nazillilerin uzun yaşama sırlarına bir parça da olsa ışık tuttu.” Araştırma sonuçlarına göre 100.000 nüfuslu Nazilli’de 100 yaşın üzerinde 36 kişi yaşıyordu. 60 yaş kuşağı artıyordu, ama 90 yaş kuşağı daha çok artıyordu. O kadar öyle ki, 90 yaşın üzerindeki popülasyon Türkiye’nin başka hiçbir bölgesinde Nazilli’deki kadar yoğun değildi. Son derece ilginç bir ortalamadan sapma vakasıyla karşı karşıyaydık.
18 Kasım 2012 tarihli Milliyet Gazetesi’ne verdiği mülakatta ise Dr. İsmail Tufan “Biz Nazilli’de uzun yaşamı araştırdık, uzun yaşamın sırlarını bulmadık. Bundan sonra araştırma sonuçlarını disiplinlerarası bir bakış açısıyla ele almak gerekiyor” dedikten sonra Nazillilerin yaşam tarzına ilişkin şunları ekliyordu: “Zeytinyağını çok tüketiyorlar. Bir Nazilliliye verilecek en büyük ceza zeytinyağsız bir yaşam olur. Sebzenin her türlüsünü tüketiyorlar. Ağacın yapraklarını bile yiyecekler neredeyse! Oturup ölümü beklemiyorlar. Türkiye’de 2.2, Nazilli’de 5.3’tür haftada dışarıya çıkılan gün sayısı. Komşuya gidiyor, kahveye gidiyor, çınarın altında oturuyor, yaşıtlarıyla konuşuyor, gençlere bakıyorlar. Akşam yediden sonra yemek yemiyorlar. Birçoğu çiftçilik, hayvancılık ve çobanlık yapmış. Dağ, bayır koştukları için fiziksel olarak son derece iyiler. Elişi ile uğraşıyorlar; oya, dantel… Böyle bir şeyi tasarlayıp ürettikten sonra mutlu oluyorlar. Hoşgörü sahibi ve affediciler. Torunlarıyla ilişkileri iyi. Dayanışma kültürleri çok gelişmiş. Anne ölüyor, baba yalnız kalıyor, kardeşler kendi aralarında babalarına sahip çıkıyorlar. Çok iyi kriz yönetimi yapıyorlar.”
Dr. İsmail Tufan aynı mülakatta Nazillililerin ölüm hakkındaki görüşlerini ise şöyle özetliyordu: “Ölüm onlar için yeni bir hayatın başlangıcı. O yüzden kefenleri hazır. Bazılarının mezarları bile hazır! Gidip arada sırada kendi mezarının etrafını temizleyenler biliyorum. Ölümü bu kadar kabullenince hayatı da daha dingin yaşıyorlar. Yaradanına kavuşma ve hiçbir şeyin tükenmeyeceği bir yere gitme felsefesi onları güçlü kılıyor. Ben Türkiye’de başka hiçbir ilçede bu kadar çok şükredene rastlamadım.”
Aynı bilimsel çalışmanın hakemliğini yapan Avustralyalı Prof. Dr. Terence Seedsman ise, bu kez tekrar 10 Kasım 2012 tarihli www. asisitanhekim.org sitesinde şunları kaydediyordu: “Daha uzun ve daha iyi yaşam, en önemli hedeftir. Yaşlılar, ilişkileri tatmin edici oldukça kendilerini mutlu hisseder. Herkes farklı yaşlanacak. Yaşlılık, tecrübelerin paylaşıldığı devredir. Daha fazla gülmek, daha fazla üretmek, daha fazla ilgilenmek ve risk almak gerekir. Yeni fikirlere açık olmak ve hayat boyu öğrenmek, beyni canlı tutar.”
Kesin olmamakla ve disiplinlerarası yeni araştırmalara ihtiyaç duyulmakla birlikte, NAYAR’a göre Nazillililerin uzun yaşamalarının sırrını aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür: Yaşadıkları evlerini kaleleri gibi gören Nazillilere göre en önemli şey sağlık; ardından aile, dini değerler ve sevgi geliyordu. Paraya hiç önem vermiyorlardı ve komşuluk ilişkileri önemli bir sosyal faaliyetti. Dışarıya çıkma frekansları Türkiye ortalamasının oldukça üstündeydi ve tam 2.4 katıydı. Çok hareketliydiler ve oldukça sosyal davranıyorlardı yani. Yaşıtlarıyla konuşuyorlar ve gençlerle diyalog halindeydiler. Genellikle bahçe işleriyle uğraştıkları için doğayla diyalog içinde olup kendi yetiştirdikleri gıdaları yiyorlardı. Zeytinyağından asla vazgeçmiyorlar, sebze ve meyve ile besleniyorlardı. Katı yağa çok uzaktılar. Ölüm korkusu olmadığı için iç huzurları vardı ya da vice versa. Son olarak da, hastalıklarla mümkün olduğunca doktora gitmeden baş ediyorlardı.
* * *
Nazillililerle Rosetolular arasında bir akrabalık ilişkisi olup olmadığını araştırmak ilginç olurdu.
Notlar
[1] Gladwell, Malcolm. Outliers, The Story of Success, Allen Lane, Penguin Books, London, 2008. İntroduction bölümünden özetlenmiştir (p. 3-11).
Ortalama(lar)dan Sapma İki Entelektüel Portresi: Chomsky ile Eco
Bülent Bey,
Ne kadar önemli bir araştırmacı olduğunuzu ve kelimeleri ne kadar etkili kullanan bir yazar olduğunuzu bu yazı ile bir kere daha gösterdiniz.
Teşekkür ederim Timuçin. Hele beni bir yazar olarak nitelemen çok hoş. Umarım bu övgüne layık olurum.
Bülent, bence şarap – zeytinyağ-sebze – sakin bir ortam ve de yakın samimi kişisel ilişkiler ister istemez insanın sinir sistemini pozitif yönden etkiliyor. Yukarda verdiğin genel ortalamaları ise ,negatif yönde, bu güzelliklerden yoksun, büyük şehirler de yaşıyanlar oluşturuyor. Haliyle müsbet bir sapma meydana geliyor. Ancak acaba büyük şehirde yaşamaya alişmış olanları bir süre bu tip ortama soksak pozitif yönde sıhhatlerinde bir iyileşme görülürmü, yoksa durgunluğa girer daha da kötümü olur.!!!!! Pazartesi bir YENİ eşliğinde bunu detaylandıralım. Bundan sonra geri kalan ömrümüze yön verelim. İlginç bir "observation" çok güzel olmuş . Eline sağlık. Görüşmek üzere.
Teşekkür ederim Mustafa. Evet, artık bizi sakin ve sohbeti bol bir hayat bekliyor. Böylelikle zamanı, dolayısıyla ömrümüzü uzatabiliriz. Görüşmek üzere.
Sevgili Mustafa,tebrikler,cuk diye oturtmuşsun. Bu bölgelerde, geçmiş yıllardaki sapmalar da böylemiydi acaba diye merak ettim. İşin özü basit ve sade yaşam. İnsana yakışan,insani yani.Büyük şehirlerde yaşayan insanların korkuları üzerine bir araştırma yapıldı mı ,var mı bilemiyorum ama araştırmanı çok güzel desteklerdi. Mavi yakalıların,beyaz yakalıların,esnafın,işverenlerin,sanatçıların..vs. ve ilave olarak hepsinin ortak korkuları.Bu korkulardan yıllarca ve yeterince nasibi alan biri olarak,yazları "Sakin Şehir" Seferihisar da bir kaç ay bile yaşamak,araştırmalarındaki tespitlerinle o kadar örtüşuyor ki. Tekrar seni tebrik ediyor,ayrıntıları da en kısa zamanda görüşmek üzere,selam ve sevgiler..
Çok teşekkür ederim Özer. Özellilke büyük şehirlerde insanların korkularına yönelik böyle bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, ama yapılsaydı eğer, dediğin gibi yazımı desteklerdi ve çok hoş olurdu. Bu konuyu irdeleyeceğim. Sakin Şehir Seferihisar'a ben de bir gün tekrar gelmek istiyorum. Orasıyla anım, çok eskilerde, İzmir Atatürk Lisesi'nde okurken Seferihisarlı bir arkadaşıma yaptığım hafta sonu çok güzel geçen bir evci ziayeretinde kaldı. Ayrıntları bir YENİ ile konuşmak çok hoş olacak.
Not: Benim ilk adım Mustafa'dır. Özer'in babaannesiyle beni dedem kardeş oldukları, yani biz akraba olduğumuz için Özer bana ailemin hitab ettiği gibi Mustafa diye hitab eder.
Sevgili bülent bu yazını atlamışım yeni okudum. Toskana benim için özel bir yer , gezdiğin yerleri ben de gordum hatta 2-3 defa. Hep kendimi Cortona sokaklarında rönasans devrinde eteklerini tutarak yürüyen biri olarak düşünmüşümdür, o daracık sokaklar beni öyle bir ruh hali içinde sarmalamıştı ve ruhum Toskana'nın selvi dallarında asılı kaldı. Yazını okuyunca yine o günlere daldım teşekkürler kalemin hep oynasın ( ya da klavyen).
Teşekkür ederim Ayfer. Toskana gerçekten müthiş bir yer. Mutlaka bir kez daha gitmek istiyorum. İnsanın ömrünü uzatacağından hiç şüphem yok. Tıpkı Rosetolular ve Nazillililer gibi 🙂