21 08 2013
Zamanı Değiştiren Adam
“Mikro çözümleme düzeyinde, dünya yüzeyindeki insanların sayısı kadar farklı türden zaman olduğu söylenebilir.” [1]
Edward T. Hall
Kırklareli, Demirköy civarında ormanlık alandaki lokantaya girdiğimde duvardaki saat tam bir buçuğu gösteriyor, kıştan kalma soğuk bir rüzgâr lokantanın kapısını hafifçe dövüyor, sallanan kapı bir içeriye bir dışarıya gidip gelirken gacur gıcır ses çıkarıyordu. Lokantanın sahibi pencere kenarında oturduğu sandalyeden dışarıyı seyrediyor, garson ise bankın arkasında elindeki bardağı kuruluyordu. Dışarda temiz, pırıl pırıl, ama soğuk bir hava vardı. Rüzgârın dövdüğü ağaçlar selam verircesine eğilirken tiz bir ıslık çalıyordu.
Lokantacı beni görür görmez yerinden kalktı ve bana doğru birkaç adım atarak konuşmaya susamış gibi hızla söze girdi. Bir yandan konuşuyor, diğer yandan oturmam için çektiği sandalyeyi tutuyordu.
“Hoş gelmişsin be abi, buyur otur,” dedi o güzelim Trakya şivesiyle.
“Sağ olasın, hoş bulduk,” dedim gülerek.
“Ne yersin be yav,” dedi şen şakrak. “Şakşuka var, muska böreciği var, köfte hemen hazır olur, ekmeğimiz de taze. Bir de salata yaptım mı, tamamdır.”
“Köfte ve salata yeter,” dedim hızla. “Vaktim yok. İstanbul’a dönmem lazım,” diye devam ettim.
“Dönersin be yav,” dedi merakla. “Ne işin var ki? İş bitmez abem, iş bitmez. Otur da biraz soluklan. Yorulmuşsundur. Oğlum bak abine.”
“Tamam usta, geldim,” diye ünledi garson koşarak.
“Yoruldum ama değdi, işlerimin önemli bir kısmını tamamladım,” dedim sandalyeye otururken.
“İyi iyi, biraz sohbet ederiz,” dedi sağ eliyle tuttuğu sandalyesini oturduğum masaya doğru sürükleyerek.
“Yalnız çabuk olsun, önümde iki buçuk saatim var,” dedim çabucak.
“Tamam be abem,” dedi sesini biraz yükselterek. “Bir saat tutturmuşsun, gidiyorsun. Seni istediğin yere istediğin zamanda yetiştiririz, merak etme. Yoksa sen da vakit nakittir diyenlerden misin?”
“Yo, ne münasebet, tam tersine ben vakti uzatmaya, hatta eğer yapabilirsem yok etmeye çalışanlardanım,” dedim.
“Yok etmeye ha,” dedi şaşkın şaşkın. “Zamanı uzatanları duydum da yok edenleri duymamıştım. İlginç, çok ilginç. Zaman yok olursa ne olur acaba? Hiç ama hiç düşünmemiştim.”
“Bunlar derin mevzular,” dedim. “Zaman yok olursa ne olur? Sorusuna cevap vermek için vakit lazım. Benim vaktim yok.”
“Ha zaman ha vakit,” dedi meraklı gözlerle. “İkisi de aynı şey değil mi?
“Tabii ki aynı,” dedim hızlı hızlı mevzuyu kapatmak için.
Garson bir servis açıp bankın arkasına geçerek bir elinde bir şişe su, diğer elinde de bir şişe yetmişlik rakı ile döndüğünde hemen itiraz ettim.
“Vaktimin çok az olduğunu söylemiştim,” dedim. Üstelik saat daha bir buçuk. Akşam olsa neyse. Lütfen rakıyı geri götürür müsün?”
“Bir dublecikten bir şey olmaz be yav,” dedi ve “hem de iki laf ederiz,” diye devam etti. Konuşmaya susadığı her halinden belli oluyordu.
“Dedim ya akşam olsa neyse, bir dahaki sefere söz,” dedim. “Şişenin dibini buluruz.”
“Akşam olsa dediydin galiba,” dedi dudaklarında incecik bir tebessümle. “Akşam olsa içer miydin?”
“İçerdim,” dedim.
Şöyle bir etrafına bakındı. Ayağa kalktı. Durduğu yerde yüz seksen derece döndü, döndü ve parlayan gözlerle garsona seslendi:
“Oğlum bana bak,” dedi maden bulmuş bir yüz ifadesiyle. “Bana bak, çabuk, çabuk. Duvarda duran şu saati çıkarıp bana getirir misin? Hemen, hemen.”
“Ne o usta, saat bozuk mu yoksa?” dedi garson gıcık bir sesle.
“Len oğlum sen getir,” dedi. “Ben ne yapacağımı biliyorum.”
Lokantacı garsonun getirdiği saati eline aldı evirip çevirerek arkasındaki kurma kolunu buldu, uzunca bir süre çevirdi ve bana doğru uzatarak ünledi:
“Dört buçuk yaptım, yeter mi?” dedi. “Şimdi içebilir misin? Öğlen vakti içmem demiştin de. Haydi vakti uzatalım. Şimdi bana zamanın nasıl yok edileceğini anlatacaksın. Gördüğün gibi ben zamanı değiştirebiliyorum ama yok edemiyorum. Orada hep öyle duruyor.”
Lokantadan çıktığımda rüzgâr durmuş, ortalık buz kesmiş, yıldızlar batmış, güneş ışınlarını etrafa fışkırtarak kendini göstermeye çalışıyordu. Zaman, biz anlayamadan su gibi akıp – çekip – gitmişti.
Notlar
Post-Fordist Tüketim ve Turizmin Sonu Araştırmacı