2 03 2015
Yaratıcı Düşünce (3)
Tarihte ilk kez Antik Romalı yazar Plautus tarafından ve bundan iki bin yıl önce kullanılan “deha” ya da “dahi” sözcüğünün bugün bile hala kulağa hoş gelen güçlü ve cazibeli bir yönü vardır: Yaratma gücü, evrenin sırlarına sahip olan ilahi güç ya da yok etme gücü.
Popüler kültürle yoğrulan modern toplumlarda “içinizdeki dâhiyi keşfedin” başlıklı birçok kitap ya da dergiye rastlamak her zaman mümkündür. Küçük Mozart’lar ya da Küçük Einstein’ler peşinde koşanlar için, örneğin modern bir dahi olarak Einstein sadece başarılı bir bilim insanının adı değildir artık. “Einstein” günümüzde yaygın kullanılan bir sıfat ve dâhiye eşit bir anlam taşımaktadır. Dilini çıkardığı fotoğrafı ise bunun en önemli simgesi olmuştur.
Deha / Dâhi
Darrin M. McMahon’a göre dâhiler dünyanın harikalarını anlayabilmemizi sağlamak için harikalar yaratan ve yalanlarını görebilmemiz için gözlerimizdeki perdeyi kaldıran seçilmiş tuhaf mucizelerdir. Dâhi bir ışık yansımasıyla parlaklığı etrafımıza saran ya da şeyleri gölgesinde bırakan gizemli karanlığı aydınlatmaya yarar.[1] Dâhi sadece insanüstülükle ve yücelikle sıkı bağları olduğundan değil, aynı zamanda tüm dinlerde mevcut olan vahşet ve yıkım kapasitesiyle de eskiden beri dinsel bir olgudur. Bununla birlikte Harold Bloom’un aktardığı gibi içimizden birçok kişiyi kıskandırıp rahatsız etse de dâhilere ihtiyacımız vardır. Çünkü olağanüstü şeylere duyduğumuz tutku bizi yavaşça terk etse de asla tam olarak yok olamayacak gibi görünmektedir.[2]
McMahon İlahi Gazap ana başlığını verdiği kitabında dâhi kavramını ve dâhileri Antik, Hristiyan, Çağdaş dönemler itibariyle incelemekte ve son derece aydınlatıcı bilgiler vermektedir. 11. Yüzyılda Sanskrit bir epik şiirde tanrı Şiva’nın aşığı Parvati, Şiva’ya kendisine daha önce hiç duyulmamış ve bir daha da duyulmayacak bir hikâye anlatması için yalvarır. Bütün yeteneklerin tanrısı olan Şiva’nın başarılı olduğu konu çok bilinen hikâyeleri toplayıp değiştirerek yeniden anlatılır kılmasıdır. Ancak hikâyenin konusu çok tanıdıktır: Gökyüzünün altında söylenmemiş hiçbir şey yok! Bu durumda gerçekten “özgün” olmak tanrı için bile imkânsızdır.
Meseleye dini açıdan bakınca, başlangıç zamanına ebedi bir dönüş yapmak gibi bir durumla karşılaşırız. Çünkü “Tüm soruların cevapları geçmişte saklıdır. Tüm bulmacaların çözümleri geçmişte saklıdır. Kader ve kısmetin haritası geçmişte saklıdır.”[3]
O zaman “keşif”, “icat”, “yaratım” gibi kelimelerin etimolojilerine göz atmak yararlı olacaktır. 18. Yüzyılda Hint – Avrupa dillerin göre “açığa çıkarmak ve bulmak” “keşfetmenin” en köklü açıklaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Keşfetmek ise bir şeyin üzerindeki örtüyü kaldırmak, gizlenmiş olanı ortaya çıkarmak demektir. Yaratmaya gelince, insanoğlu için imkânsız görünüyordu ve ilahi bir güce, tanrılara mahsustu.
Antik Yunan’da ozanlar kâhin sayılırlardı. Nitekim “şiir”in yani İngilizce poetry sözcüğünün Yunanca yaratmak anlamına gelen poeien sözcüğünden geldiği ileri sürülür. Peygamberler gibi şairler de kutsal ruhla doldurulmuşlar, vahiy almış, ele geçirilmişlerdir. Güçlerinin kaynağı budur.
Deha, kültürel bir olgu, hayal gücünün cisimleşmiş hali, yenilik ve yaratma kapasitesi olarak 18. Yüzyılda Batı’da doğmuştur. Genius (deha) sözcüğünün kökü Latince gigno, gignere, yani, “var etmek, babası olmak, yol açmak” fiiline dayanmaktadır. Burada gens insanlar ya da klan, genus doğum, nesil, ırk, gene gen, genital ise jenital anlamına gelir.
Deha Antik Yunan’da “yaşam gücü”, “enerji”, Roma ve Etrüsklerde yaşam gücünü yayan “üreme kapasitesi” şeklinde de ifade edilmiştir. Öte yandan genius sözcüğü “in” ön ekiyle Latince kökteşi ingenium sözcüğüyle akraba olur ki, “içimizdeki deha” “bizi şekillendiren tanrının doğası” anlamına gelir; sonrada öğrenilmeyen doğal yetenek de diyebiliriz.
* * *
Arthur Schopenhauer’in dediği gibi, “Yetenek, başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran bir nişancıya benzer; deha ise başkalarının göremediği hedefi vurabilen nişancıdır.”[4] Yani, deha bilinen dünyanın ötesindekileri fark etme gücüdür. Immanuel Kant’a göre ise dehanın ayırt edici özelliği özgün eserinin yaratım sürecindeki gizemdir.
Joseph Addison’a göre, “Dâhiler insan ırkının mucizeleridir.”[5] İnsan ırkının mucizelerinden Wolfgang Amadeus Mozart daha üç yaşındayken klavyesinin başına oturur, saatlerce bir uyum yakalamaya çalıştıktan sonra uyumu yakalar yakalamaz çalmaya başlar ve bundan büyük bir haz duyarmış. Altı yaşına geldiğinde ise kendi bestelerini yapmaya başlamıştı. Doğa harikaları karşısında nadiren hayrete kapılan Claude Adrien Helvétius bile Mozart’tan, “var olan en fevkalade varlıklardan” biri olarak söz edecekti. Nitekim sekiz yaşlarındayken Londra’da mahareti ve yaratıcılığıyla Kral ve Kraliçe’yi öylesine etkilemişti ki, hakkında basılan bildiride “meşhur en büyüleyici” genç adam, “en olağanüstü Mucize” ve “bu yaşta görülen en büyüleyici Deha” olarak nitelenmişti. Hatta Britanya Kraliyet Cemiyeti’nin üyesi ve bir doğa düşünürü olan Daines Barrington çocuğun dehasını test ettikten sonra “fevkalade olağanüstü bir deha”nın varlığını tasdiklemiştir. Bir “Wunderkind”, harika çocuk, olan Mozart’ın on dört yaşlarındayken Şistine Şapeli’nde bir kez dinlediği dokuzar sesli iki koro için yazılmış müthiş güzellik ve karmaşıklıkta olan Gregorio Allegri’nin Miserere’ sini ezberlediği bile söylenir. Mozart, Avrupalıların inanmaya hazır oldukları Genius nascitur non fit, dahi doğulur olunmaz sözünü doğruluyordu. Özetle Mozart bir doğa harikasıydı.
18.yüzyılda “bizi tanrıların mertebesine ulaştırmada ve cennet katına yükseltmede örnek teşkil eden kişi Isaac Newton’du. David Hume’a göre Newton “deha ile eş anlamlıydı.” Newton’un Cambridge, Trinity Koleji’nin giriş şapelindeki heykelinde Qui genus humanum ingenio supervati – dehasıyla insan ırkının en üstünüdür – yazar.
“Deha, daha önce kimsenin görmediğini görmeye, yapamadığını yapmaya ve daha önce var olmayan bir şeyi yaratmaya bir çağrıydı.”[6] Jean-Philippe Rameau’ya göre ise “Dünyanın çehresini dehalar değiştirir.”[7] Tıpkı Newton, Einstein ve tabi ki Mozart gibi…
Yaratım Süreci
Yaşamı boyunca yaratıcılığın büyüleyici sorularıyla meşgul olan Rollo May Yaratma Cesareti ’nin önsözünde şöyle bir soru sorar: “Homer, Truva Savaşı gibi külliyetli bir olguyla karşılaştığında, bunu nasıl Yunan uygarlığının ahlakı için yol gösterici olan bir şiire inceltti?” [8] Tam da Antik Yunan’da şairlerin kâhin sayılıyor olmalarıyla çakışan bir yaklaşımı ortaya koyan soru.
May’a göre yaratıcılık yeni bir şeye varlık kazandırma sürecidir. Webster’e göre ise yaratıcılık, yapma, varlığı ortaya çıkarma sürecidir.[9]
Yaratıcı edimde dikkatimizi çeken ilk şey bir karşılaşma “encounter” olmasıdır. Sanatçılar resmetmeyi amaçladıkları bir kır manzarasıyla karşılaşırlar – ona bakarlar, onu gözlerler, onun içine emilip, onun tarafından yutulurlar, ele geçirilirler. İkinci unsur karşılaşmanın yoğunluğudur. Gömülmek, emilmek, kapılıp gitmek, diğer bir deyişle, yaratıcılık yoğun bir farkındalık, bir bilinç artışı ile nitelenir. Öte yandan yaratıcılık “vitalite”, canlılık, dirimsellik, yaşam enerjisidir. Yaratmak bir “vecd” halidir; kendinden geçercesine dalgın olma, ilahi aşka dalma, aşırı heyecan, kederlenme de diyebiliriz. Yaratıcılık esnasında cereyan eden bilinç yoğunlaşmasıdır.
Ve nihayet yaratıcılık sanat ya da bilim insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır. Dünya (nesnel kutup) ile benlik ( öznel kutup) arasındaki kesintisiz bir diyalektik ilişki vardır. Dolayısıyla, “Yaratıcılık bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.”[10]
İşte size bir yaratıcı süreç hikâyesi:
“Cézanne bir ağaç görür. Ağacı daha önce kimsenin görmediği gibi görmüştür. O sırada, kendisinin söylediği gibi “ağaç tarafından ele geçirilmeyi” yaşamaktadır. Ağacın kemerlenen ihtişamı, kucaklayıcı yayılışı, toprağı kavrayışındaki narin denge ve başka birçok özelliği onun algısı tarafından emilmekte ve sinirsel yapısı boyunca hissedilmektedir. Bunlar onun yaşadığı görünün parçalarıdır. Bu görü, sahnenin bazı yanlarının dışarıda bırakılmasını, diğer bazılarına daha fazla vurgu getirilmesini ve sonra bütünün yeniden düzenlenmesini içermektedir; ama ortaya çıkacak olan tüm bunlardan fazla olacaktır. Öncelikle, bu artık bir ağacın görüsü değil, Ağaç’ın görüsüdür. Cézanne’ın bakmakta olduğu somut ağaç, ağacın özü biçimini almıştır. Görüsü her ne kadar özgün ve tekrarlanamaz olsa da, onun özel ağaçla karşılaşmasından doğan tüm ağaçların görüsüdür yine de.” [11]
Ortaya çıkan ya da varlığa kavuşan şey, yaratılırken konuşmasına izin verilen, benzersiz, daha önce var olmayan ve ressamına özgü bir Ağaç’tır.
Notlar
[1] Mc Mahon, Darrin M. İlahi Gazap: Deha Nedir? Dahi Kimdir?, Çeviren: Arlet İncidüzen, Ayrıntı Yayınları, İst., 2015, s. 23.
[2] Aktaran, McMahon, A.g.e., s.25.
[3] A.g.e., s. 37.
[4] Aktaran, McMahon. A.g.e., s. 158.
[5] A.g.e., s.170.
[6] A.g.e., s.184.
[7] Aktaran, McMahom, A.g.e., s 187.
[8] May, Rollo. Yaratma Cesareti, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İst., 2012, s.35.
[9] A.g.e., s. 64.
[10] A.g.e., s.76.
[11] A.g.e., s.95. Metindeki dili kullanılan zaman itibariyle kısmen değiştirdim.
Benim Güzel Mahallem Kamuoyu Yoklamaları (Opinion Polls)