17 12 2015
Böyle bilgisayarının başına geçmiş ne bekliyorsun? Yeni bir haberin akmasını bekliyorum, laf aramızda beklemekten kök saldım. Haberin akmasını mı, anlamadım. Anlaşılmayacak bir şey yok, yeni bir haberin akmasını bekliyorum. Oltan var mı? Ne oltası? Akan haberi yakalamak için. Dalga geçme ve meşgul etme, yeterince meşgulüm zaten, hah bir tane aktı geldi. Yakala, yakala, ne diyor? Yakaladım, tüh tanımadığım birinin paylaşımını yorumlamış bir arkadaşım. Hangi arkadaşın? O, işte! Kim oğlum, O? Kız mı erkek mi? Tanımazsın. Tanışalım o zaman, kız mı erkek mi görelim. Olmaz, zaten sen internete bile girmiyorsun, işte bir tane daha aktı geldi, önüme yerleşiverdi. Ben yüz yüze tanışalım istiyorum. Yüz yüze mi? Evet, yüz yüze. İşte bu hiç olmaz, ben bile onunla çoook seyrek görüşüyorum. Sıklaştır o zaman. Dur şimdi, şunun “like”ına “like” ile cevap vermem lazım. Vermesen olmaz mı? Olmaz, zaman böyle dolmaz. Lafı dolandırma ve beni O’nunla, yok, yok, arkadaşıyla tanıştır; bir arkadaşı vardır herhalde. Ne bileyim ben, dur bir haber daha, çinekop bunlar çinekop, yeme de yanında yat. Haberler mi, paylaşanlar mı? Her ikisi de, her ikisi de, bazen ne düşünüyorum biliyor musun? Ne düşünüyorsun? O’ndan bir haber aktığında O’nu görür gibi oluyor, hatta kendimi akan haber gibi ekranın altına doğru akıp giderken hissediyorum.
* * *
İki arkadaştan biri face’de diğeri onun başına dikilmiş, kendi aralarında konuşuyorlardı. İkisi de garsondu, işbaşındayken çok iyi hizmet veriyorlardı. Hizmet verirken sınır tanımıyorlardı. Ama şimdi buldukları boş bir vakti face ile dolduruyorlardı. Doldurdukları boş vakit kanatlanarak uçup gidiyordu. Uçtu uçtu kuş, pardon, zaman uçtu…
* * *
Kaç arkadaşın var? 99! 99’mu? Evet, 99. Çok azmış, Bilge’nin 1099 arkadaşı var, hala da arttırmaya çalışıyor; sen bu 99 arkadaş ile daha çok haber beklersin. İnternete bile girmiyorsun Bilge’nin 1099 arkadaşı olduğunu nereden biliyorsun? Biliyorum işte! Bilge, O kız değil mi? Hangi kız! O işte! Kim O? Üniversiteye gidiyor, derya kuzusu gibi her şeyi sular seller misali biliyor. Sen nereden tanıyorsun Bilge’yi? Beni Bilge’nin bir arkadaşıyla tanıştırsana, biz de bilgilenelim, bilgilenelim ki, bilir bilmez her yerde bilgisizce konuşmayalım.
Bilge üniversiteye gidiyordu. Garsonlardan birini üniversitenin lokantasından tanıyordu. Bir gün face’deyken garsonlardan biri bunu fark etmiş, kaç arkadaşı olduğunu sormuş, o da 1099 demişti. Garsonlardan birinin 1099 rakamı hakkındaki bilgisi buradan geliyordu.
Bilge oldukça bilge bir kızdı. Hukuk felsefesi okuyor, hem avukat hem de filozof olmayı planlıyordu. Garsonlardan biri ile neredeyse içli dışlı olmasının sebebi herkese eşit mesafede durma felsefesinden geliyordu, yoksa iyi bir aileden geliyordu. Gittiği de iyi bir aile olmalıydı. Herhalde…
Bilge bir gün üniversitenin lokantasının bir köşesinde oturmuş, önünde bilgisayarı, face’e girmiş, hem kendi kendine konuşuyor, hem de çantasından çıkardığı bir deftere not alıyordu. Face hesabından sular seller gibi akan haberlerin haddi hesabı yoktu. Garsonlardan biri de başına dikilmiş onu izliyordu. Zaman hic et nunc [1] idi. Bilge mırıldanıyordu:
ŞİMDİ HABERLER
Âlim Hoca da amma kendini beğenmiş biri. Her paylaştığının doğru olduğunu düşünüyor, demokrat geçiniyor ama kendini eleştirenlere tahammül edemiyor, halkçı geçiniyor ama hep iyi eğitim almış insanları göklere çıkarıyor. Filozof mübarek. Sakalları da var. O zaman ben filozof olmayacağım. Böyle arkadaş istemiyorum.
Sıla paylaştığı her şeyde sıra dışı bir özellik sergiliyor. Hemen her şeye kaşı. İnsanı tahrik ediyor, tetikliyor, cevap ver, cevap ver diyor, ben de veriyorum, iyi mi yapıyorum, bilmiyorum. İyi yapıyorum iyi… Bu tür arkadaşlarımın sayısı artmalı, kış geliyor kazma ile küreği saklamalı.
İşte Zeynep’e bayılıyorum, sürekli güzel yemekler paylaşıyor, karnımı acıktırıyor, seni çok seviyorum. Ayşe de fena ahçı sayılmaz, tatlılarının albenisi oldukça yüksek. Alayım bari…
Ahmet, ağır abi, az ve öz şey paylaşıyor, kendini okutuyor, teşekkürler Ahmet, senden çok şey öğreniyorum. Bunlardan çok yok.
Nerede absürd şeyler varsa Alpay’dan geliyor. Fotoğraf olsun, şiir olsun, ne olursa olsun, hepsi birer komedi harikası… Alpay’ı klonlamalıyım.
Tuana da hep başkalarının yazılarını paylaşıyor, bir defa da kendisi bir şeyler yazsa, yazamaz mı, yazar yazar da üşengeç işte.
Joyce’un sayfasını beğenelim bakalım. Atay’ın sayfası yok muydu? Vardı da biz mi beğenmedik yoksa. Teşekkürler Woolf Teyze.
Şu videoya bak! Hayvanlar ve çocuklar ne kadar iyi anlaşıyorlar, ne kadar güzel koklaşıyorlar. Keşke dünyayı onlar yönetseler.
Suriye, Irak, Rusya, Filistin, İran, İsrail, ABD, Almanya, Fransa, Mısır, vb., vb., vb.,Türkiye…Yurt ve dünyanın geleceğinden çok, ama çok endişeliyim. Yetişin çocuklar…
Hâle sen nasıl geldin bu hale! Bikinili fotoğrafını bile koymuşsun, iyi de yapmışsın, milletin gözü gönlü açılsın. Bu kadar yeter.
Kemalettin Bey çok anlamlı şeyler paylaşıyor, insan okuyunca onun düşüncelerine yaklaşıyor.
Çarşı, her şeye karşı! Mustafa Kemal ve Che Guevara hariç! That’s it!
Facebook, hesap sahipleri birbirlerine küfretmedikçe, demokratik bir ortam gibi görünüyor, paylaşımlarımızı “Big Brother”in izlediğini saymazsak. Selam Suckerberg n’aber, nassın?
Yahu kardeşim, face’de devrimyapacakhalimizyokya! Ama yine de Deniz, kardeşim, sen “Yaşasın Halkların Kardeşliği” demeye devam et. Takipçi sayın hızla çoğalacaktır.
Şu fotoğrafa bak! Büyült, bas, çerçevelet, duvara as. Teşekkürler Bahri, sen de bu yolda devam et.
Beğenmeyen utansın diyenlerden utanıyorum. Kardeşim zevk benim, ister beğenirim, ister beğenmem, beni zorlama. Nereden çıkıyor bunlar yahu!
Bir katliam oldu, tüm gizli faşistler ortaya çıktı. Hepsini atacağım. Turnusol mübarek, turnusol…
Bir bok muhabbetidir gidiyor. Biz aydınlatmaya çalışıyoruz, onlar boklarıyla karartmaya çalışıyorlar. Üstelik koca koca profesörler. İlk bok muhabbetini başlatan da karısının üstüne insan boku atan bir aydınımızdı; delirmişti herhalde. Şimdi de ünlü bir yer profesörümüz bok yedi, bir de ünlü bir fotoğrafçımız var ki, o da boka sarmış durumda. Bu kadar bok muhabbeti yeter. Daha fazla liberal demokrasinin alemi yok!
Dinlememiş olabilirsiniz, şiddetle öneririm; Karunesh’in Secrets of Life’ından söz ediyorum. Buyurun efendim. Tabi Bob Dylan’ın bombası Modern Times’ı da unutmayalım. Haydi dansa…
Spora gelelim, spora! Jamaikalı atlet Usain oldu Hüseyin; Bolt’tan söz ediyorum, yine rekor kırmış. Biz okuldan başka bir şey kıramıyoruz. Kuzen Savaş, bugün yine harika bir müsabaka koymuşsun. Eyvallah…
Bitsin bu pis savaş. Gülmez paylaşmış, Güneydoğu’da kan yine gövdeyi götürmüş, toplam yirmi beş kişi ölmüş. Güzelim şehri mahvettiler, insanları katlettiler.
Yepyeni bir profil resmi aktı, aydınlandım.
Selam dünyanın aydınlık geleceğine!
HABERLERİ DİNLEDİNİZ!
Dün üniversitenin lokantasında Bilge’yi gördüm, önünde bilgisayarı, face’e girmiş, kendi kendine konuşuyordu. Ne diyordu? Neler demiyordu ki? Demediklerini bırak, dediklerini söyle. Bu kız filozof olacak, demedi deme. Demem, demem. Ağzı zaman zaman bozuluyordu, ama iyi şeyler de söylüyordu. Meraktan çatlatma ne diyordu? En son “Selam dünyanın aydınlık geleceğine” dedi. İyiymiş…
George Orwell: “Hepinizi izliyorum. Hah,hah, hah. Selam çocuklar, selam Bilge.”
“Selam George!”
Notlar
[1] (Latince) Şimdi ve burada. Biliniyor, günlerimiz “hemen şimdi”nin zorbalığı altında geçip gidiyor, kendimize bir türlü bir “süre” ayıramıyoruz. Facebook ve Twitter “şimdi ve burada”nın en somut hali olsa gerek. Ama tabi ki yararlanamaya devam ediyoruz.
“Mor ve Al”: İzmir Numune Pavyonu “Vakittir Kızlar!”