8 10 2015
Ağaçlar Kollarını Umutsuzca Sallayarak Uzaklaşıyordu!
Bu ve bundan sonraki yazım ile siz sevgili okurlarımla bir oyun oynamak istiyorum. Oyunumuzun ilk ayağını “üç ağaç” imgesi oluşturuyor. Marcel Proust’un müstesna eseri Kayıp Zamanın İzinde’nin Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde adlı cildinde yer alan “üç ağaç” imgesi müthiştir. Aşağıda yaptığım alıntı uzun olmakla birlikte, kendinize boş bir zaman ayırarak, mümkün olduğunca odaklanıp okumanızı öneririm. Eminim kendinizden geçecek, zamanı unutacak, hayallere dalacak, belki de kendinizi bir rüyanın ortasında bulacaksınız. Oyunumuzun ikinci ayağını bir hafta sonraki yazımda açıklayacağım.
“Hudimesnil’e indik; birdenbire, içim Combray’den beri pek sık hissetmediğim derin bir mutlulukla, kimi çan kulelerinin, mesela Martinville’inkilerinin bana vermiş olduğu hisse benzer bir mutlulukla doldu. Ama bu sefer bu mutluluk yarım kaldı. Bir saniye önce, izlemekte olduğumuz inişli çıkışlı yolun arkasında üç ağaç görmüştüm; herhalde ağaçlı bir yolun başlangıcındaydılar, oluşturdukları deseni daha önce de görmüştüm; ait oldukları mekânı çıkaramıyordum, ama bir zamanlar benim için bildik bir yer olduğunu hissediyordum; zihnim bu şekilde çok gerideki bir yılla o an arasında sendeleyince, Balbec civarı sallanmaya başladı; acaba bu gezinti baştan aşağı bir kurgu mu, Balbec sadece hayalimde gitmiş olduğum bir yer mi, Mme de Villeparisis bir roman kahramanı mı, üç yaşlı ağaç da, okumakta olduğumuz, gerçekten kendimi oraya gitmişiz zannettiğimiz bir ortamı tarif eden kitaptan başımızı kaldırdığımızda karşılaştığımız gerçeklik mi, diye düşündüm kendi kendime.
“Üç ağaca bakıyor, iyice görebiliyordum, ama nasıl ki fazlasıyla uzaktaki bir nesneye kolumuzu uzattığımızda, parmaklarımız ara sıra kılıfına belli belirsiz dokunur, bir türlü yakalayamazsa, zihnim de, ağaçların, ulaşamadığı bir şeyi gizlediklerini seziyordu. Bu durumda biraz dinlenir, sonra daha güçlü bir hamleyle kolumuzu öne uzatıp daha ileriye erişmeye çalışırız. Ama zihnimizin aynı şekilde toparlanabilmesi, güç kazanabilmesi için, tek başıma olmam gerekirdi… Mme de Villeparisis’ye fark ettirmeden gözlerimi kapatabilmek için bir an elimle örttüm. Hiçbir şey düşünmeden durdum, sonra toparlanmış, güçlenmiş dimağımla ağaçların yönünde, daha doğrusu kendi içimde ağaçları uzaktan gördüğüm yönde, ileriye doğru bir hamle yaptım. Yine ağaçların arkasında aynı bildik, ama belirsiz nesnenin varlığını sezdim, fakat kendime çekemedim. Bu arada araba ilerledikçe üç ağaç giderek yaklaşıyordu. Onları acaba daha önce nerede seyretmiştim? Combray civarında, ağaçlık bir yolun böyle başladığı her hangi bir yer yoktu. Bana hatırlattıkları mekâna birkaç yıl önce büyükannemle kaplıcalara gittiğimiz Almanya kırlarında da yer yoktu. Acaba hayatımın çok geride kalmış yıllarından geliyorlardı da, onun için etraflarındaki manzara hafızamdan tamamen kaybolmuş muydu; hiç okumadığımızı sandığımız bir eserde birdenbire karşımıza çıktıklarında heyecanlandığımız tanıdık sayfalar gibi, çocukluğumun ilk yıllarının unutulmuş kitabından bir tek onlar mı su yüzünde kalabilmişti? Yoksa aksine rüyada görülen ve en azından benim için hiç değişmeyen tuhaf görünümleri, gündüzki çabamın – Guermantes tarafında sık sık olduğu gibi, bu yerin görünümünün arkasında gizlendiğini sezdiğim sırra ulaşabilmek veya Balbec gibi görmeyi arzuladığım, gördüğüm günden itibaren de, bana tamamen yüzeysel gelen bir yere o sırrı kazandırmak için gösterdiğim çabanın – uykumda nesnelleşmesinden başka bir şey olmayan manzaralara mı aittiler? Bir önceki gece gördüğüm rüyadan çıkıp gelmiş, ama hızla silindiği için bana çok daha uzaklardan gelmiş hissi veren, yepyeni bir görüntü olabilir miydi? Yoksa onları daha önce hiç görmemiştim de, Guermantes tarafında gördüğüm bir ağaç gibi, bir ot tutamı gibi uzak bir geçmiş kadar karanlık ve kavranması güç bir anlam mı gizleniyordu arkalarında; beni bir düşünceyi derinleştirmeye teşvik ettikleri için, onlarda bir hatırayı bulmam gerektiğini mi sanıyordum? Veya hiçbir düşünce içermiyorlardı da, gözlerimde bir yorgunluk, bazen uzayda çift gördüğümüz gibi zaman da çift mi gösteriyordu onları bana? Bilmiyordum. Bu arada giderek yaklaşıyorlardı; belki efsanevi bir hayal, kehanetlerde bulunan cadıların veya Norn’ların dansıydı. Ben daha çok geçmişin hayaletleri, çocukluğumun sevgili arkadaşları, ortak anılarımıza seslenen kayıp dostlar olduklarını düşündüm. Birer hayalet gibi kendilerini yanımda götürmemi, onları hayata geri döndürmemi istiyorlardı. Saf ve tutkulu hareketlerinde, konuşma yeteneğini kaybetmiş, ne istediğini söyleyemeyeceğini hisseden, bizim de tahmin edemediğimiz, sevdiğimiz bir insanın çaresiz özlemini görüyordum. Birazdan, bir kavşakta araba onları terk etti. Araba beni, tek gerçek olarak inandığım, beni gerçekten mutlu edebilecek şeyden uzağa sürüklüyordu; hayatım gibi.
Ağaçların kollarını umutsuzca sallayarak uzaklaştıklarını gördüm; sanki bana haykırıyorlardı: Bizden bugün öğrenemediğini asla öğrenmeyeceksin.”[1]
Şimdilik sadece bir soru ile yetiniyorum: Bu müthiş pasajı okuduktan sonra kendinizi nasıl hissettiniz? Yazarsanız sevinirim.
Notlar
[1] Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Çeviren: Roza Hakmen, 14. Baskı, YKY, İst.,2009, s. 20-262.
Zaman Benim! “Ne De Çok Özlemişiz Gökyüzüne Kansız Bakmayı!”