6 02 2016
Araştırma(cı)nın Poetikası (1)
Son birkaç yıl içinde Gaston Bachelard’ın, başka bazı kitaplarının yanı sıra, şiirsel bir dille kaleme aldığı Uzamın Poetikası[1] , Su ve Düşler[2], Düşlemenin Poetikası[3], Mumun Alevi [4] ve Ateşin Psikanalizi’ni [5] okuyunca, acaba ben de Araştırma(cı)nın Poetikası’nı yazabilir miyim diye düşünüp duruyordum. Kuşkusuz bu bir başlangıç denemesidir ve dost okurlarımın katkılarına muhtaçtır.
Poetika Antik Yunan felsefesinin en önemli düşünürlerinden Aristoteles’in sanat üstüne kaleme almış olduğu bir başyapıttır. Platon’un Akademia’sında yirmi yıl boyunca ünlü filozofun öğrencisi olan Aristoteles, bu benzersiz metninde, şiiri tüm edebiyat türlerini kapsayacak biçimde ele almıştır. İngilizce Poetic, Fransızca poétique , Almanca poetisch, İtalyanca poetico olan kelimenin Türkçedeki sözcük anlamı, şair (poet) ve şiirden (poetry) türediği için, şiirseldir.
Öz ve Görüntü: Lisedeyken matematiği sevdiğim için üniversitede istatistik eğitimi aldım. DİE’de (şimdiki TÜİK) istatistik uzmanı olarak çalışırken sayıların cazibesine kapılarak araştırmacı oldum. Master derecemi iktisadi düşünce tarihi ve ekonomi politikten alınca öz ile görüntünün aynı olmadığını kavradım ve Karl Marx’ın şu ünlü deyişini şiar edindim:
“Nesnelerin (şeylerin) dış görünüşü ile özü doğrudan doğruya çakışsaydı, tüm bilim gereksiz olurdu.”[6]
Merak: Kuşkusuz, araştırmacı olmak için matematik ya da ekonomi politik okumak gerekmez, yetmez de… Araştırmacı olmak için, hangi eğitimi almış olursak olalım, gerek ve yeter şart, meraklı olmaktır; dünyanın en meraklı insanı Leonardo da Vinci gibi olursa mükemmel olur!
Derinlik Tutkusu: Öz ile görüntünün aynı olmadığı gerçeğini kavrayınca, bunun ortaya çıkarılması için birkaç şeyi daha ilke edinmem gerektiğini anladım. Bunlardan ilki Ludwig Wittgenstein’e ait şu deyişte gizliydi:
“Temellere inmek hep unutuluyor.
Soru işareti yeterince derine konmuyor.”[7]
Çünkü işimiz gücümüz soru sormak, daha doğrusu araştırmacılıkta asıl mesele doğru soru sormaktı; derin ve anlamlı…
Tuhaf Olanı Keşfetmek: İkincisi ise Bertolt Brecht’e ait şu deyişte:
“Tanıdık olanda tuhaf olanı,
Günlük olanda açıklanamaz olanı,
Kuralda, kurala uymayanı keşfediniz…”[8]
Ortalamadan Sapmalar Üzerine Düşünmek: Çünkü farklı olmanın biricik yolu kural dışı olan eğilimleri, araştırmacılık diliyle ifade edersem, ortalamalardan sapmaları tespit edebilmekten geçiyordu ve ortalamadan sapmalar üzerine düşünmek her zaman verimliydi. Etimolojik olarak eski Türkçe’de Oğuz Lehçesi’nden gelen sapmak, yoldan çıkmak demek oluyor ve tam da benim yüklemek istediğim anlamı taşıyor. Adına layık en iyi yaratıcılar, her zaman yoldan çıkanlar olmuştur.
Farklı Bakış Açısı: Bu konuda çok şey yazılabilir, ama ben sözü uzatmayarak, Marcel Proust’un o müthiş kalemine bırakıyorum:
“Bize uzayda seyahat imkânı sağlayan kanatlarımız ve farklı bir solunum organımız olsaydı bile, başka evrenleri tanıyamazdık. Çünkü sahip olduğumuz duyularla Mars’a Venüs’e gitsek de, orada gördüğümüz her şeyi, bu duyular yeryüzündeki nesnelere benzetirdi. Tek gerçek seyahat, İuventus’un* sularına tek gerçek dalış, yeni yerlere gitmek değil, başka gözlere sahip olmak, dünyayı bir başkasının, yüzlerce başka kişinin gözleriyle görmek, her birinin gördüğü, her birinin içerdiği yüzlerce dünyayı görmektir; bunu da bir Elstir**, bir Vinteul*** ve benzerleri sayesinde yapabilir, gerçek anlamda yıldızdan yıldıza uçabiliriz.”[9]
*İuventus: Gençliği simgeleyen tanrıça **Elstir: Romandaki ressam karakter *** Vintuel: Romandaki müzisyen karakter
Sınırsız Hayal Gücü: Farklı bakış açısı sınırsız hayal gücünü gerektirir ve bu insanlarda doğuştan vardır; Max Planc böyle söylüyor. Şöyle söylüyor:
“Düşünceler atomlardan, elektronlardan da ince bir niteliktedir. Düşüncemizde bir atom çekirdeğini kolayca parçalar, milyonarca ışık yılı uzaklığı bir solukta alırız. Bazan insanın hayal gücüyle ulaşabileceğinden çok daha geniş alanlara yayıldığı savunulur doğanın, oysa aslında tam tersi doğrudur bunun. Doğa insanın uçsuz bucaksız düşünce dünyasında ancak pek dar bir alan kapsamaktadır. Gerçi bu dünyayı harekete geçirmek için dışardan bir dürtüye, doğadaki bir yaşantıya ihtiyaç vardır, ama bu dürtüyü bir kez almaya görsün hayal gücümüz örmeye başladığı ipliğin sonunu öre öre kendi getirir, hatta doğadaki olayların ötesine ulaşıncaya kadar.”[10]
Ne söylenebilir ki? Planc içimizdeki cevheri çoktan keşfetmiş, bize sadece kuvveden fiile çıkarmak düşüyor. Çıkarın!
Karl Marx’tan esinlenerek,
“ARAŞTIRMACILAR, KIRIN ZİNCİRLERİNİZİ. KAYBEDECİĞİNİZ HİÇ BİR ŞEY YOK!”
Tutku: Umuyor ve bekliyorum ki tüm araştırmacılar Anna Karenina’yı okumuşlardır. Okumamışlarsa lütfen okusunlar, olağanüstüdür, tutkulara gelmeniz – böyle bir Türkçe olabilir mi? – kuvvetle muhtemeldir! Ortaokuldan beri tüm romanlarını ezberlediğim Dostoyevski, beni benden alan, Nabokov’un göklere çıkardığı Tolstoy’un – bu arada bence göklerde hep var olacak tek yazar Dostoyevski’dir – bu olağanüstü romanı için şöyle diyor: “Anna Karenina, çağımızın Avrupa edebiyatındaki benzerlerinden hiçbirisinin, kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar kusursuz, mükemmel ve ölümsüz bir sanat eseridir.” 125 yazar tarafından tüm zamanların en iyi romanı seçilen Anna Karenina, Louis Aragon’un “mutlu aşk yoktur” şiirinin en güzel örneği olarak doruk noktasıdır. Demek ki tutkulara gelirseniz, mutluluk yoktur, ama araştırma vardır ve hep var olacaktır.
Öyleyse, yaşasın ANNA, Yaşasın ARAŞTIRMA(CILIK)!
Sistemik ve Bütüncül Düşünmek: Zamanla temel ilkelerimin sayısı arttı. Ne de olsa toplum karmaşıklaşıyor, onu daha iyi anlamak için yeni bakış açıları gerekiyordu. Sistemik ya da bütüncül (holistik) bakış açısı bunlardan en önemlisiydi. Neden mi? Söz bu kez Fritjof Capra’nın:
“Maddenin içerisine nüfuz ettikçe, doğada her hangi bir yalıtılmış temel yapı taşını göremez hale geliriz; daha çok birleşik bir bütünün çeşitli parçaları arasındaki karmaşık bir ilişkiler ağı şeklinde görülür o.” [11]
Bilinen hikâyedir: Tüm sakinlerinin kör olduğu bir şehre gelen fili “görmek” isteyen körler, bu meraklarını gidermek için hayvana dokunarak onun hakkında bilgi sahibi olmak isterler. Aralarından biri filin kulağına dokunur ve halıya benzetir. Diğeri hortumuna dokunur ve boruya benzetir. Üçüncüsü ise ayakları ile bacaklarına dokunur ve sütuna benzetir. “Körün fili tarifi” olarak tanımladığımız hikâye bize basit bir ders vermektedir: Sistem davranışları sadece sistemi meydana getiren elemanları tanımakla anlaşılmaz.
Peki, öyleyse sistem nedir? Sistem, kendini oluşturan elemanların ya da parçaların tutarlı ve uyumlu bir biçimde organize olduğu, bir amaç ya da fonksiyon ifa etmek üzere birbirine bağlı olan yapı ya da desen olarak üretilen davranış kümeleridir. Sistemin özelliklerini kavramanın yolu sistemik düşünmekten geçer.
Hücreler, sindirim sistemimiz, futbol takımları, okullar, köyler, şehirler, ekonomi, ülkeler, galaksiler, evren vb. birer sistemdir. Hücreler dokuların, dokular organların, organlar organizmaların, canlı organizmalar ekosistem ile sosyal sistemin parçalarıdır. Canlı olan bu sistemler her düzeyde hem küçük parçaların oluşturduğu birleşik bir bütündür, hem de aynı zamanda daha büyük bir bütünün parçalarıdır. Çünkü sistem düşüncesinde nesnelerin kendileri daha büyük ağlarda yuvalanmış ilişkiler ağı olarak görülür. Bu bağlamda “yeni yaşam konsepti, ilişkiler, desenler ve bağlamlar demektir ki, bu tür düşünce biçimine sistemik düşünce diyoruz.”[12]
Çokdisiplinlilik: Yaşama sistemik bakış bize tüm canlı sistemlerin ortak özellik ve organizasyonel ilkelere sahip olduğunu göstermiştir. Bu, sistemik düşüncenin doğasının çokdisiplinli (multidisciplinary) olduğu anlamına gelir. Böylelikle farklı akademik disiplinleri birlikte kullanarak farklı fenomenler arasında benzer özellikler keşfetme imkânı yakalarız. [13]
Somutlarsak şöyle söylenebilir: Milyonların oluşturduğu bir bütünden (ana kitle) sadece binlerce kişiyle görüşerek gerçekleştirilen araştırmalar neticesinde başarılı tahminler yapmak mucizevi bir şeydir. Bu mucizeyi bilimlerin kralı matematik ile istatistik bilimine borçluyuz. Bir baloda yanımızdan sessizce kayıp giderken yansımaları yumuşak öpücüklerin dokunup geçmesi gibi denize düşen ve ardında bıraktıklarını derin bir sessizliğe gömen bir Kırmızı Kuğu gördüğümüzde, bunun fethedilecek bir kadın olduğunu anlamayı ise psikoloji bilimine… Ertesi gün yapacağımız psikolojik bir testte erkeklere yönelik bir ürünse söz konusu olan, kırmızı ve tonları ile çalışmak kaçınılmaz olur.
Bir tarafta, matematik ve istatistik, diğer tarafta psikoloji ve sosyoloji. Arada bir yerlerde ekonomi politik ile mühendislik ya da fizik, hoş geldin çokdisiplinlilik!
Entelektüel: Umberto Eco’ya göre, kozmos krizlerle ilerler, “bing bang” olur, bir yıldız biter, kara delikler ortaya çıkar. Kozmos hiç sakin değildir. Güneş sürekli kopuşlar yaratan otomatik bir pil, sürekli bir kriz merkezidir. Dolayısıyla, doğal olan, sürekli kriz halinde olmaktır. Buradan entelektüel tanımına geçen Eco bombayı patlatır ve entelektüellerin krizleri çözmeye değil çıkarmaya yaradığını öne sürer. Ona göre,
“Entelektüel, bir sıkışma durumunda, çıkış yolu gözükmeyen ve öylesine giden, olması gerekirken hiçbir şey olmayan bir düzende, bir kopma, kırma, ayırma işlemi yapan bir kişidir… Bir kriz yaratmak, var olan bir hali eleştirip, bu değişmezlik tarlasına kuşku tohumları ekmektir.”[14]
ARAŞTIRMACILAR! SİZİ KRİZ YARATMAYA DAVET EDİYORUM.
Araştırmacı Kimdir?: Özetlemek gerekirse, bir araştırmacı öz ve görüntüyü ayırabilecek donanıma sahip, sonsuza kadar meraklı, derinlik tutkusuyla doğru sorular sorabilen, tuhaf olanı arayan, ortalamadan sapmalar üzerine, farklı ve sistemik düşünebilen, hayal gücü geniş, tutkulu, farklı disiplinlere uzak olmayan bir kişilik sergileyen entelektüeldir. Peki bu özelliklere sahip bir araştırmacının aşağıdaki tanımıma ne dersiniz:
Bazı insanlar vardır, etraflarına ışık saçarlar; hayran oluruz. Bazı insanlar ise yol açarlar; imreniriz. Hem ışık saçan hem de yol açanlar kuyruklu yıldızdırlar; arkalarından yürürüz. İşte bu üç metaforun temsil ettiği insanlara araştırmacı denir.
Dixi et salvavi animam meam[15]
Notlar
[1] Bachelard, Gaston. Uzamın Poetikası, Çeviren: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İst., 2008.
[2] Bachelard, Gaston. Su ve Düşler, Çeviren: Olcay Kunal, YKY., İst., 2006.
[3] Bachelard, Gaston. Düşlemenin Poetikası, Çeviren: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İst., 2012.
[4] Bachelard, Gaston. Mumun Alevi, Çeviren: Ali Işık Ergüden, İthaki Yayınları, İst., 2008.
[5] Bachelard, Gaston. Ateşin Psikolojisi, Çeviren: Aytaç Yiğit, Bağlam Yayınları, İst., 1995.
[6] Marx, Karl. Kapital C.III, Çeviren: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara,1990, s.718.
[7] Wittgenstein, Ludwig. Kesinlik Üstüne + Kültür ve Değer, Çeviren: Doğan Şahiner, Metis Yayınları, İst., 2009, s. 198.
[8] Brecht, Bertolt. Oyun Sanatı ve Dekor, Çeviren: Kamran Şipal, Agora Yayınları, İst.,1994.
[9] Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Mahpus, Çeviren: Roza Hakmen, YKY, 1999, s.254.
[10] Planck, Max. Modern Doğa Anlayışı ve Kuantum Teorisine Giriş, Çeviren: Yılmaz Öner, Alan Yayıncılık, İst., 1987, s.100.
[11] Capra, Fritjof. Yaşamın Örgüsü: Zihin ve Maddenin Yeni Bir Sentezi, Çeviren: Beno Kuryel, Yapı Merkezi, İst., 1996.
[12] Capra, Fritjof & Luisi, Pier Luigi. The Sytems View of Life, A Unifying Vision, Cambridge University Press, UK, 2014, p. Xıı.
[13] A.g.e.,p. 80.
[14] Eco, Umberto. Kriz: Daha Derin, Daha Eski, Daha Yaygın, Cogito, Sayı: 27, s. 11, İst., 2001.
[15] Söyledim ve ruhumu kurtardım.
Alice Harikalar Diyarında “İftarlık Gazoz”