“İftarlık Gazoz”

Yukarılardan bakınca görünen, çok güzel bir yaz gecesi yanıp sönen binlerce ateş böceğinin etrafa saçtığı ışık cümbüşüydü. Fonda etkileyici bir müzik vardı. Kamera yaklaşınca, gece yarısı, yüzlerce tütüncünün gaz lambalarıyla aydınlatmaya çalıştığı tarlada tütün kırdıkları görülüyordu. Ayrıntıya inen kameranın izleyicilere yansıttığı ise tütüncülerin savur yapıp tutacakları oruç için “Niyet ettim Allah (c.c.) rızası için bugünkü Ramazan orucunu tutmaya” şeklinde dua etmeleriydi. Görüntü bir süre böyle devam etti. O gece tütün tarlasına gitmiş olan Âdem, kendisine içine girip yatacak bir küfe – biz köfün derdik – bulmuştu. Kıvrılarak içine girmiş ve gökyüzündeki yıldız sağanağına bakarak dalmış, uyuyup gitmişti. Tıpkı yıllar önce benim yine bir yaz gecesi Akhisar’da yaşadığım gibi. Sonra yavaş yavaş hava aydınlandı. Tütün kıranların bir kısmı tütünle doldurdukları küfeleri, yaptıkları derme çatma bir çardağın ortasına yığarak etrafında halka oldular ve bu kez iğnelere dizmeye başladılar. Çardağın ortasında ipleri çardağın iki direğine asılmış, içinde uyuyan bir bebek bulunan bir bebek salıncağı sallanıyordu. Çardağın kenarında ise iki çocuk derin uykulara dalmıştı. Tıpkı benim yıllar önce, şimdi Zeytinliova denen Yaya Köy’de şahit olduğum gibi.

İftarlık Gazoz sadece bu görkemli sahnesi için bile izlenebilir.

Daha birçok sahnesini çocukluğumda yaşadığım İftarlık Gazoz ’u eleştirmen Cüneyt Cebenoyan’ın BirGün Gazetesi’nde isabetli bir biçimde karnavaleks olarak nitelemesi, uzun zamandır aradığım, yanı başımda durduğu halde bir türlü bulamadığım bu sevimli kelime ile tekrar buluşmamı sağladı. Bir Dostoyevski uzmanı olan Mihail Bahtin’in, dâhinin romanını karnavalesk olarak nitelemesine bayılmıştım. Bahtin’in daha sonra Rabelais ve Dünyası’nda[1] da işleyip geliştirdiği “karnaval” kavramı İftarlık Gazoz ’u iyi açıklıyor. Öyleyse Bahtin’in tanımıyla başlanabilir:

“Karnaval, bir sahnesi olmayan ve icracılar ile izleyiciler arasında ayrım yapılamayan bir gösterimdir. Karnavalda herkes etkin bir katılımcıdır, karnaval ediniminde herkes bir araya gelir, birleşir. Karnaval izlenmez, hatta daha katı bir ifadeyle, icra bile edilmez; katılımcıları karnavalın içinde yaşarlar, yürürlükte olduğu sürece bu yasalara göre yaşarlar; yani bir karnaval hayatı sürerler. Karnaval hayatı alışıldık seyrinden çıkmış bir hayat olduğu için, bir ölçüde ‘ters yüz edilmiş’ bir hayattır, ‘dünyanın tersine çevrilmiş yüzü’dür.”[2]

 

Cem

 

İftarlık Gazoz ’un birçok sahnesi, birden fazla oyuncunun hep bir arada bulunduğu, her anı birlikte yaşadığı, Fellini’vari bir şölendir. Yönetmen Yüksel Aksu, hemen filmin başında müthiş bir geri dönüşle izleyiciyi geçmişin o mutlu günlerinin yaşandığı 1970’lerin bir Ege kasabası olan Ula’ya yerleştirir.  Anılar yavaş yavaş bir bulutsu olarak belirir ve sıvılaşır; potansiyel halden fiili hale geçer – kuvveden fiile çıkar – ; ve çerçeve çizgileri belirginleşip yüzeyleri renklendikçe kendimizi filmin içinde buluveririz.

Film 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 darbelerinin arasında sıkışan yıllarda geçer. İlkokulu yeni bitiren ve takdirname alan çalışkan kahramanımız Âdem (Berat Efe Parlar) yaz tatilinde gazozcu Cibar Kemal’in (Cem Yılmaz) yanında çırak olarak çalışmaya başlar. Âdem ile Kemal, gazoz satmak için kasabada basılmadık yer bırakmazken son derece uyumlu bir ikili olmuşlardır. En büyük rakipleri, yine Aksu’nun bir film olan Dondurmam Gaymak ’ta markalı bir dondurmayken, burada markalı bir koladır ve bu her iki filmde de gayet iyi işlenmiştir. Dikkat buyrulsun, Cibar Kemal’in gazozları markasız, “no name”dir. Derken on bir ayın sultanı Ramazan gelir.

Filmin ilk yarısının nasıl geçtiğini anlayamayız. Fonda çalan şarkılar geçmişteki yerimizi pekiştirirken Ramazan ritüelleri damağımızda hoş bir tat bırakır. Kasaba imamının (Macit Koper) verdiği vaazler, çocuklara din dersi sırasında anlattıkları ve teravih namazı sırasında yaşananlar, toplum günümüzdeki gibi özellikle dini anlamda bölünmemiş olduğu için, tam bir karnavaleks havada geçmektedir. Aynı havaya toplu tütün kırımı, toplu tütün dizimi ve daha birçok sahnede şahit oluruz.

* * *

Burada dönemin atmosferine uygun bir anektodla devam etmek istiyorum. O yıllarda, önce lise bir süre sonra da üniversite öğrencisiydim. Demokrat Parti geleneğinden gelip Adalet Partili ve beş vakit namazında olan dedem gerçekten demokrattı ve kızıl gür sakallarıma karışıp benim komünist olduğumu ima eden büyük dayıma, solcu olduğumu bile bile öyle bir direniş göstermişti ki, bana sadece şımarmak kalmıştı. Ben de yaz tatilinde Akhisar’a gittiğimde başımı dizine koyar, dedem sakallarımı okşarken, uyuyup giderdim.  Ramazanda oruç tutanlar ya da beş vakit namaz kılanlar bu yaptıkları ibadetleri şimdi yaptıkları gibi kimsenin burnuna sokmazlar, oruç tutmayan ya da namaz kılmayanlarla birlikte barış içinde bir arada yaşarlardı. Toplum günümüzdeki gibi derin bir (dini) gerginlik içinde değildi. Gerginlik yok değildi, ama bu sadece ve daha çok işçilerle üniversite gençliğinin yoğun olduğu illerde sosyalistlerle faşistler arasında hüküm süren bir gerginlikti. Devrimi beklediğimiz günlerdi.

* * *

70’lerin en önemli özelliklerinden biri “sol”un gücüdür ve sol Şevket Ağa’nın oğlu, Dev-Genç’li ve ODTÜ’lü Hasan ( Yılmaz Bayraktar) ile vücut bulur.

Sevdiği güzel kız ( Greta Fusca) oruç tuttuğu için oruç tutan küçük Âdem, o uzun yaz günü, solcu abisi Hasan’dan öğrendikleriyle, imamın din ve vicdana dair yaptığı uyarılar arasında gidip gelirken, filmin ikinci yarısında zaman zaman tekrarlar yaşamış olsak da, çok çarpıcı bir finalle karşılaşırız. On yıl sonraya, şimdiki zamana, 12 Eylül faşizmine geri dönmüş ve Ramazan orucu ile ölüm orucunun buluşmasına şahit olmuşuzdur.

İftarlık Gazoz mekânları, konuşulan aksanı ve sıcacık atmosferiyle birçok sahnesi çocukluğumda yaşadıklarımla aynı olduğu için bana çocukluğumu yaşatan, yaşatırken içimi yakan güzel bir film. Herkese, özellikle de faşizmin ve faşistlerin karanlık yüzünü görmekten bıkmayan devrimci arkadaşlarıma tavsiye ederim. Yüksel Aksu’ya bu filmi yaptığı için, Cem Yılmaz’a bu filmde oynadığı için, güzel gözlü küçük oyuncu Berat Efe Parlar’a ise çok güzel oynadığı için teşekkürler… Tüm diğer oyuncular, tüm ekip, sağ olun.

Kuşkusuz, özellikle felsefi düzeyde, örneğin din ve sol arasındaki ilişki bağlamında yazılacak çok şey var. Ama ben burada kesiyor ve dünyanın tersine çevrildiği bu filmi mutlaka izleyin diyorum. Sonunda birkaç damla gözyaşı dökmekten de korkmayın.

Finaldeki Che profilini unutmayacağım güzel çocuk!

 

Notlar

[1] Bahtin, Mihail. Rabelais ve Dünyası, Çeviren: Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları, İst., 2005.

[2] Bahtin, Mihail. Dostoyevski’nin Poetikası’nın Sorunları, Çeviren: Cem Soydemir, Metis Yayınları, İst., 2004, s. 184.

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.