3 09 2021
Bir Düğün Gecesi
“Hey komşular, hadiyin gari, geç kalıyoz. Gelin yarım saat sonra çıkıyo. Gelini çıkarkene göremezsek düğüne gitmenin ne manası kalır ki? Çabuk olun, çabuk çabuk. Dur gız çekiştirip durma, eteğimi buruşturacaksın” dedi bir komşu sokak kapısına dan dan diye vururken eteğindekini çocuğunun kolunu itiştirerek. Bir başka komşu ise, “Kızım babanın yemeğini koyuverdin mi? Hadi hadi orada durup durma öle, koş babanın yemeğini ko” diye seslendi büyük kızına. Bir başkası ise, “Aman, yaz gelince bu çocukların ayak kokularını çekmekten bıktım garikin. Kız ayaklarını yıkayıverdin miydi? Düğüne böyle gidilmez, bilme misin?“ “Anneeeeeeeeeeee” diye ağlamaya başladı bir bebek uzaktan kulağı tırmalayan sesiyle, feryat figan, ”annnee.”
“Ah be çocuğum daha giyinmedin mi sen? Bak komşular beklemezler.” Bu da annem ve bana sesleniyor. Ben: “Hazırım anne, görmüyor musun giyindim.”
“Bu ne gürültü yahu, sanki sokakta bir kadın ordusu var.” Bu ise babam ve yemekten sonra uzandığı sedirinden sesleniyor. Dedem ile babaannem yukarıya çıkıp besbelli ki gürültüden kaçmaya çalışmışlar ama nafile, 106 Sokak’ta kıyamet kopuyor. Neval ve Nihal halam ise çoktan hazır.
Misler gibi yaz kokan o güzelim yaz gecesinde düğüne gelemeyecek olan çocuklar bağıra çağıra oradan oraya koşturarak oynuyorlar, gelebilecek olanlar ise annelerinin eteklerinde ya giyinmeye çalışıyorlar ya da ne giyeceklerini bilemeden mızıklayıp duruyorlar.
Yukarı mahalleden birisi evleniyor ve 106 Sokak’ta ikamet eden hemen herkes davetli. Bu, çok eskilerde kalmış düğün gecesine, düğünleri çok ama çok seven babamın neden gelmediğini hatırlamıyorum. Belki de daha çok kadın gittiği ya da giden kadınların çoğunun kocası gitmediği için olmalı.
Öyle bir düğün gecesi yaşadık ki, bakın, dinleyin neler oldu, şaşıracaksınız. Önce hemen hemen tüm mahalle, adeta bir ordu halinde, önde kadınlar olmak üzere çoluk çocuk yola koyuluyoruz. Bir komşu,” On dakka kaldı, koşmazsak yetişemeycez, çocuklar siz önceden koşun da yer gapın” demez mi? Biz tüm çocuklar bir yarış tutturduk ki seyre doyum olmazdı, beş dakika sonra Aynalı Düğün Salonundaydık. İçeri bir girdik, ana baba günü. Kavga gürültü her bir çocuk bir iki sandalye kaparak mahalleliye yer ayarlamaya çalışıyoruz.
Babamın çok kullandığı sözcükle, encamın, yetişkinler geldiler ve ite kaka herkes bir yer buldu. Birkaç dakika sonra da alkışlar eşliğinde gelinle damat göründü. “Heeeyt, bu ne güzel gelin” diye geçirdim içimden ve ben bu iç geçirmeyle meşgul olurken daha sonraki hemen hemen tüm düğünlerde dinlediğim o ünlü şarkı başladı: La compersita. Pist ana baba günü, daha doğrusu pist analar ve çocuklarından geçilmiyor, babalar evlerinde pinekledikleri için. Bıyıkları yeni yeni terlemeye başlayan delikanlılar da yok değil ama hakimiyet “pespembe”. Salon aynalı olunca etraf daha da kalabalık görünüyor doğallıkla. Bir kişi iki, üç, dört, hatta beş kişi bile görünebiliyor.
Biz çocuklar hem oradan oraya koşuşturuyor hem de dans edenleri rahatsız ederek bağırıp çağırıyorduk. ”Len oğlum, yetti gari bu yaramazlınız, oturuverin kıçınızın üstüne azbiraz. Gelini göremeyoz” dedi bir komşu, kolundan tuttuğu oğlunu oturtmaya çalışarak.
Birdenbire sahne ve müzik değişiyor, kendimizi Viyana Devlet Opera binasında, “Wien Staatsoper”, buluyoruz. Fonda, Johann Straus’un Viyana Valsleri, ”Wiener Walzer”, var. Sahnede, Melahat Öğretmenim’in kanatları altında dans eden, vals yapan, o muhteşem on yedi kişilik kadro.
Herkes bir kenara çekilerek dans edenlere yer açmış ve şaşkınlıkla olan biteni izliyor. Staatsoper’e dönüşen Aynalı’da bu güne dek böyle bir şey görülmemişti. Sihirli bir el her şeyi değiştirmişti sanki.
* * *
“Mustafam uyan, düğün bitti, gidiyoruz” diye seslenen annem bir taraftan toparlanıyor, diğer taraftan beni uyandırmaya çalışıyordu. Tüm çocuklar birer sandalye bulmuş, üzerine kıvrılarak derin bir uykuya dalmıştık. Müziğin sesi giderek uzaklaşmış, sonra yok olup gitmişti. Uyandığımda saat on ikiydi ve yattığım sandalyenin şeklini almıştım. Her tarafım ağrıyordu ama tatlı bir ağrıydı bu. “Aaa, tekrar Aynalı’ya dönmüşüz“ diye sayıkladım. Annem ise rüya görmüş olduğumu söyleyip duruyordu. Nereden biliyordu ki? Bir de baktım ki, ta uzaklarda, sislerin arasında dans eşim beni bekliyor.
Akhisar’da Döngüsel Bir Yolculuk Yaşam Çok Kısa (1)