Yaşam Çok Kısa (1)

“Ah, şimdi! O garip zaman, tüm zamanların en garibi; hep olan zaman…/ ‘şimdi’ nin sonundaki ‘i’ye ulaştığımızda  ‘ş’, tarih olmuştur artık.” Michael Frayn’dan Aktaran Jay Griffiths, Tik Tak.

Zaman üzerine yazarken Augustinus ile başlamak yerinde olacaktır. Paul Ricceur’un Zaman ve Anlatı adlı kitabında aktardığına göre, Augustinus İtiraflar’da, “Nedir gerçekten zaman? Eğer hiç kimse bana sormazsa ne olduğunu biliyorum; ama bir soran olur da açıklamaya kalkarsam bilmiyorum” derken bir paradoksa işaret etmektedir. Çünkü ona göre, ”Zamanın varlığı yoktur, çünkü gelecek henüz gelmemiştir, geçmişin artık varlığı kalmamıştır, şimdiki zaman da ortalıkta değildir. Oysa bizler zamandan sanki varmış gibi söz ederiz: Gelecekteki şeylerin ileride olacaklarını, şimdiki şeylerin ise geçmekte olduklarını söyleriz… Eğer geçmiş artık yoksa, gelecek henüz olmamışsa, şimdi de hep şimdi değilse bu durumda zaman nasıl varolabilir ki?” Augustinus’a göre biz zamanın geçişini algılayabiliriz. Geçmiş, şimdi ve gelecek zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir.

Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı ünlü ve hacimli kitabında aktardığı gibi, Hegel’e göre zaman “temaşa edilen oluş” tur. “ ’Şimdi, tuhaf bir hakka sahiptir – o, ferdi şimdilerden başka olarak var değildir. Fakat onun bu yayılarak dışta tutuculuğu,  onu ifade ettiğim anda çözülüp gider, eriyip gider, toz olup gider. Öte yandan zamanın hep şimdilerden meydana geldiği doğada söz konusu boyutların (geçmiş ve geleceğin) tefriki mevcut değildir. O halde müspet anlamda zaman söz konusu olduğunda şunu söyleyebiliriz: sadece şu an vardır, önce ve sonra var değildir. Fakat somut şu an geçmişin bir sonucudur ve geleceğe gebedir. Dolayısıyla hakiki şu an aslında ebediyettir.’”

Buna karşılık Jean Paul Sartre Varlık ve Hiçlik’ te bunun tam tersini söyler: “Zamansallık elbette düzenli bir yapıdır ve zamanın üç sözüm ona ‘öğesi’, yani geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek, toplamı yapılacak bir veriler derlemesi olarak değil – örneğin bir kısmı henüz olamayan, bir kısmı da artık olmayan sonsuz bir ‘şimdi’ler dizisi olarak değil – kökensel bir sentezin yapılanmış uğrakları olarak ele alınmalıdır. Aksi takdirde önce paradoksla karşılaşırız: Geçmiş artık var değildir, gelecek henüz var değildir, anlık şimdiki zamana gelince, herkesin bildiği üzere o hiç var değildir, boyutsuz bir nokta gibi sonsuz bir bölünmenin sınırıdır şimdi.”

Peki zaman gerçekten hep şimdilerin ardışık olarak birbirine eklemlenmesinden meydana gelen bir sonsuzluk mudur, yoksa geçmiş, şimdi ve gelecekten söz edebilir miyiz? Siz, kendinizi, zaman konusunda bu iki uçtan hangisine daha yakın  “hissediyorsunuz”? Yoksa bu güne dek böyle bir şey düşünmediniz mi? Ben kendi adıma Hegelien olmayı yeğlerim. Yani, hep şimdi, şimdi, şimdi; yani vur patlasın çal oynasın. Yani, bir bakıma “ölümsüzlük.”

David Harvey Postmodernliğin Durumu’ nda şu temel gerçeği tespit etmektedir: “Mekan ve zaman insan varoluşunun temel kategorilerindendir. Ama bu kategorilerin anlamını pek az tartışırız; bunları oldukları gibi kabul etme eğilimi gösteririz, içeriklerini sağduyuyla ya da aşikarmışçasına ele alırız.”

Benzer yaklaşımı gösteren Immanuel Wallerstein ise Sosyal Bilimleri Düşünmemek adlı kitabında şunları söyler: “Çok az şey bizim için zaman ve uzay kadar kendiliğinden aşikardır… (Ama) çok azımız çok sayıda zaman ve uzay türleri olduğunu söyleyecektir… Zaman ve uzay çoğumuz için, yalnızca oradadır – süregiden,  objektif, dışsal ve değiştirilemez. Bize zamanın ve gelgit hareketinin hiç kimseyi beklemedikleri söylenmiştir.”  Bakalım öyle mi?

Norbert Elias’ın Über die Zeit adlıkitabındaCenssorinus’tan aktardığına göre klasik Aristotelesci anlayış için, zaman, düz bir hat boyunca taksim edilmiş, geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşur. Ancak, şimdi, geçmişi ve geleceği birbirinden ayıran bir noktadır; öylesine kısa ve kavranamaz, ele avuca gelmez haldedir ki, bir uzunluğa sahip olmadığı gibi, geçmiş ve geleceğin bağlantısından öteye bir şey olmadığı izlenimini verir. Geçmişin başlangıcı, geleceğin ise sonu yoktur.

Aristo ve Newton mutlak zamanı kabul etmişlerdi. Buna göre iki olay arasındaki zaman aralığı kesin olarak ölçülebilir ve iyi saatler kullanıldığı sürece, her kim ölçerse ölçsün, ölçülen zaman aynı olacaktır. Zaman uzaydan tümüyle ayrı ve bağımsızdı ve bu görüş çoğunluğun sağduyusuna uygundu. Ancak sonraları uzay ve zamana ilişkin düşüncelerimizi değiştirmek zorunda kaldık.

Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi’ nde işaret ettiği gibi, Einstein’in Genel Görelilik Kuramı’nda biricik bir mutlak zaman yoktur, bunun yerine herkesin, nerede olduğuna ve nasıl devindiğine bağlı olarak işleyen kendi özel zaman ölçüsü vardır. Çünkü uzay ve zaman değişime açık niceliklerdir: Bir cisim devinince ya da bir kuvvet etkisini gösterince uzayın ve zamanın eğriliği değişir. Öte yandan uzay / zamanın yapısı cisimlerin devinimini ve kuvvetlerin işleyişini etkiler. Uzay ve zaman bu etkileme ile kalmayıp evrende olup biten her şeyden etkilenir.

Ilya Prigogine ve Isabelle Stengers’in Kaostan Düzene’de yazdıklarına göre ise, eğer şimdi sadece bir nokta ise geçmiş ve geleceği nasıl ayırır? Dolayısıyla klasik teoriye göre var olan şey sadece geçmiş ve gelecektir; şimdiki zaman değil. Oysa termodinamiğin ikinci yasasını da, yani entropinin artmasının geri dönüşsüz bir süreç olduğunu da dikkate alırsak, geçmişin var olduğu, şimdinin sonlu bir dönem olduğu, geleceğin ise henüz bulunmadığı bir zaman kavramına ulaşırız. Bu biyolojik zaman kavramıyla hayli benzer bir doğa kavramıdır. Buna göre, zaman yaratılır; gelecek işte orada değildir. Henri Bergson’a göre de “Zaman ya yaratımdır ya da hiçbir şey.” Evet, ben şimdi zaman yaratıyorum. Sizin de mümkün olduğunca zaman yaratmanızı öneririm.

John Zerzan Gelecekteki İlkel’ de, insanın doğadan kopmadan önce zaman diye bir kavramın olmadığını iddia eder. Ona göre zaman bir şeyleşme sürecidir ve yabancılaşmanın, yani tarihin başlangıcı sayılmalıdır. Zaman kültür tarafından icat edilmiştir. Zaman teknolojinin temel dili ve tahakkümün ruhudur. Zaman yoktur; ardışıklık vardır, ritim vardır, trik trak vardır. İlkel insanlar hep şimdiki zamanda yaşamışlardır; çünkü zaman yoksa hep şimdi vardır. Bu durum onların hep mutlu olmalarını sağlamıştır. Vur patlasın çal oynasın, hep bir şimdiki zaman durumudur; çılgınca eğlenmeyi anlatır. Oysa çizgisel zaman mutsuzluk kaynağıdır; bu nedenle mutluluğu belirsiz bir gelecekte yaşamak adına, mevcut anı yaşamaktan vazgeçeriz. James Joyce’un Ulysses’ te dediği gibi, ”Tarih (zaman), içinden uyanmaya çalıştığım bir karasaban” oluverir. Oysa bir zamanlar zevklerin ve mükemmelliğin hüküm sürdüğü düşüncesi oldukça eski ve neredeyse evrensel bir düşüncedir.

Eduardo Galeano’nun Aynalar isimli ilginç kitabında bahsettiği gibi, Ömer Hayyam’a göre, “Günleri sayılı biz ölümlüler için, yegâne sonsuzluk yaşadığımız andır ve bu anı içmek ona ağlamaktan daha iyidir.” Evet, sarhoş olup zamanı genişletmekten daha hoş ne olabilir ki? Babam, zamanı genişletmesiniçok iyi bilen nadir insanlardan biriydi; hep şimdiki zamanda yaşadığını düşünüyorum. Benim için ölümsüz oldu.

Öte yandan  Zygmunt Bauman’ın Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri’ nde iflah olmaz pesimist Schopenhaur’dan aktardığına göre “… Mutluluk her zaman ya gelecektedir ya da geçmiştedir; şimdiki zaman ise güneşli bir ovanın üzerindeki rüzgârın sürüklediği küçük bir karabuluta benzetilebilir. Bulutun önü ve arkasında her şey pırıl pırıldır, yalnızca bulutun kendisi her an gölge yapar. Sonuç olarak şimdiki zaman her zaman uygunsuzdur, ama gelecek belirsizdir ve geçmiş geri gelmez.” Çimen her zaman çitin öte yanında daha yeşildir. Evet, ben bir zamanlar, her akşam sofrasına on kişi oturduğumuz 106 Sokak, No: 9’da çok, ama çok mutluydum.

Benzer biçimde, Svetlana Boym’un Nostaljinin Geleceği’ nde yazdığı gibi mutluluğu geçmişte arayan Friedrich Nietzsche’nin “Ebedi geri dönüş anlayışı nostaljinin temel önermesini – zamanın geri çevrilemezliği ve deneyimin tekrarlanamazlığı – aşmanın bir yolunu sunar. Modern geçicilikten kaçış vaat eden nostalji, kaos ile denetim, çizgisel zaman ile döngüsel zaman arasındaki karşıtlığa meydan okur.” Nietzsche’ ye göre, “Bu dünya: Başlangıcı ve sonu olmayan içten bir canavardır, gücün sabit, demirden bir büyüklüğüdür, o ki ne daha büyük ne daha küçük olur, kendini tüketmez, sadece değişir… harcamaları ve kayıpları olmayan bir hanedir, ama aynı zamanda geliri de yoktur… ve bir çok şey burada yığılacak ve aynı zamanda orada azalarak, içinde fırtınalaşan ve kabaran güçlerinin bir denizidir içinde, ebediyen geri çekilerek, geri dönüşün muazzam yıllarıyla şekillendirmelerinin gelgiti ile uzun yıllar tekerrür eder.”

Svetlana Boym aynı adlı kitabında Walter Benjamin’in de zamanın geri çevrilemezliğine isyan ettiğini ve geçmiş, gelecek ve şimdinin üst üste binmiş olduğunu düşündüğünü söyler. “Ona göre her çağ bir sonrakini hayal eder ve bunu yapmakla kendisinden önceki çağı değiştirmiş olur. Şimdi, geçmişin rüyalarından ‘uyanır’, ama bu rüyalarla ‘yüklenmiş’ olarak kalır. Yüklenmiş olma, uyanış, takımyıldız; bunlar Benjamin’in birbirleriyle ilişkili zamanlara dair imgeleridir… Takımyıldızlar geçmişin şimdi de ‘gerçekliğe dönüştüğü’ ve bir parıltı şeklinde ‘tanınabilirliğin şimdisi’ne büründüğü kertedir.”

Danah Zohar için ise Kuantum Benlik’ te ifade ettiği gibi konuya benlik açısından bakınca durum son derece ilginç bir hal alır. Kuantum koşullarda, yeniden yaşanan geçmiş anın dalga fonksiyonu şimdinin dalga fonksiyonu ile çakışır ve ikisi ileriye sunmak üzere birleşerek yeni bir biçim oluştururlar. Kişi perspektif kazanır ve daha tutarlı olur ki biz buna kaos teorisindeki geri – beslemeli ilerleme deriz. Psikologlara göre “şimdi” en fazla on iki saniyeye kadar geçen zaman dilimidir ve farkındalığımızın bir bütün olarak hazmedilebileceği deneyimin genişliğini temsil eder. Buradan Eliot’un dediği gibi, “Geçmiş zaman ve gelecek zaman; her ikisi de şimdiki zamanda mevcuttur” önermesine geçebiliriz. Evet, ben şu anda tüm zamanları yaşıyorum. Zamanın mekânlaştırılması konusunda T.S. Eliot, Four Quartets şiirinde şu dizelerle dile gelir:

“Bilinçli olmak zaman içinde olmamaktır / Ama ancak zaman içinde hatırlanabilir / Gül bahçesindeki an, yağmurun çardağı dövdüğü an; / Geçmişle ve gelecekle iç içe / Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman”

Bu arada biliyoruz ki bir sistemin entropisi, yani düzensizliği, geri dönüşsüz biçimde sürekli olarak artma eğilimi gösterir. Ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmeyle birlikte izlememiz ve peşinden koşmamız gereken şeyler arttıkça, zaman kısalır. Gizemli bir biçimde, yaşlandıkça hayat çabuk geçer ve bu başka bir muammayı gizler. Saatler ve günler kısalmadıkları, her zaman nasılsa öyle oldukları halde, yıllar nasıl hızlanabilir?

Örneğin elli yaşındaki bir insan için zaman on yaşındaki bir çocuğa göre beş kat daha hızlı akar. Çünkü ilgilenmek zorunda olduğumuz pek çok şey vardır. Evet, tıpkı benim şu andaki durumum gibi. Bu durum bizim zamanı “genişletmemize” neden olur. Oysa çocukların zamanları hep geniştir. Bu muammanın çözümünü ancak uzay/zaman ya da aynı anlama gelmek üzere zaman / mekân kavramlarının analiziyle çözebiliriz ki, bunu, yukarda T.S.Eliot’un Four Quartets şiirinde değinmiş olmama rağmen, ileride açacağım.

Devam edeceğim…

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.