23 02 2014
Sessiz Fırtına: Salih Ecer (Geç Bir “Obituary”)
Ana baba günüydü. İstinye Park’taki D&R’ın kasa kuyruğu bir türlü bitmek bilmiyor, bir taraftan başımı öne eğmiş biraz önce seçtiğim kitapları karıştırıyor, diğer taraftan da etrafa yayılan müziğe ayağımla tempo tutmaya çalışıyordum. Kasiyerin seslenmesiyle sıranın bana geldiğini anlayınca başımı kaldırdım ve çıkış kapısından dışarıya doğru ağır adımlarla tanıdık birisin yürüdüğünü fark ettim. O çok kısa süre içinde kasiyer kitapları barkoda okutmuş, ben de kredi kartımı uzatmıştım. Kapıdan çıkan adamı, vitrinin sonuna doğru vücudunu içeriye doğru çevirince tanıdım; Salih’ti. Kasiyere acele etmesini söyledim, işlem tamamlandı, ben de koşar adımlarla hızla kitapçıdan dışarıya fırladım, ama Salih’i bulamadım. Sanki yer yarılmış içine girmişti. Bu, onu uzaktan da olsa son görüşümdü. Sesini ise son olarak, yaklaşık iki ay önce yaptığım bir telefon konuşmasında duymuştum.
Salih’le, Ecer, bundan tam 37 yıl önce ikinci kez kurulan ve üyesi olduğum Türkiye İşçi Partisi’nin Şişli İlçe Örgütü’ndeki bir toplantıda tanışmıştım. Salona açılan kapının beyaz pervazına yaslanmış, içerisi soğuk olduğu için çıkarmadığı beyaz pardösüsünün içinde, ince upuzun ve sakin bir tavırla bir grup arkadaşla yaptığımız tartışmayı izliyordu. Yakasından kahverengi olduğu anlaşılan ceketi, birkaç yıl sonra kendisinin önerisiyle benim de satın aldığım ve o zamanlar Galatasaray Lisesi’nin karşısında bulunan, adını şimdi doğru yazıp yazamadığımı bilemediğim “Silvio”dan alınmış olmalıydı. Gömleğinin en üst düğmesi hemen her zaman olduğu gibi, “müjik”ler misali ilikliydi. Salih atipik bir Galatasaray Liseliydi. Tartışmanın bir yerinde kelimenin tam anlamıyla patlayarak söze karıştı ve tartışma tuhaf bir biçimde başka bir kanala yönelerek geç vakitlere kadar devam etti, etti, sonunda durdu…
Sonra o zamanlar eşi olan sevgili Merlin’i tanıdım; Salih gibi, durgun sevgili Merlin’i. TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın sekreterliğini yapıyordu. Salih’le Merlin’in evi, yaşıtlarımız arasında sadece onlar evli olduğu için, olur olmaz zamanlarda bizim gibi bekârlar tarafından sürekli dolduruluyordu ve her defasında devrim yapıyorduk.
Devrim süreci, Salih, Haldun İleri ve benim, o zamanlar TİP’in ideologu ve Yürüyüş Dergisi’nin başyazarı olan Yalçın Küçük ile benzer görüşleri taşıdığımız için Yalçın Küçükçü diye nitelenip, Troçkist ve Anti-Sovyetik olarak suçlanarak – nedenini hala tam olarak anlamış değilim – ihraç edilmemizden sonra, tartışmalara Erol Özkök, Ahmet Hamdi Dinler, Mehmet Günsür, Ilgın Su, Paris’e yeni gitmiş olan Işıl Kasapoğlu ve başka bazı arkadaşların katılmasıyla hızla devam etti. Zaman zaman Ankara’dan Yalçın Küçük ve / veya Metin Çulhaoğlu geliyor, bu toplantılara katılıyorlardı. Bitmek bilmeyen bu zevkli ve son derece verimli toplantılarda sosyalizm adına çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Oldukça genç yaşta son derece yoğun bir politik ve ideolojik mücadelenin içine girmiştik. Salih genellikle suskun olur, zaman zaman ise aniden patlayarak, elinde kadehiyle görüşlerini sıralayıverirdi; şiir gibi…
TİP’den İhraç edilmek üzere Disiplin Kurulu’na verildiğimizde savunma yazmamız istenmiş, bu görevi bize destek veren ve aramızda kalemi en güçlü olan Mehmet Günsür yüklenmişti. Fikret’ten devraldığımız ve Haldun’la beraber kaldığımız tek odalı evimizde, genellikle “Hetheiter” marka 3 litrelik şarabımızla zihinlerimizi açarak, birimizin elinde Marx’ın, diğerimizin elinde Engels’in, bir diğerimizin elinde ise Lenin’in eserleriyle, sabahlara kadar tartışıp çalışıyorduk. Salih, her zaman olduğu gibi az ve öz konuşuyordu; şiir yazar gibi…
Bir gün Salih’le Merlin ayrıldılar; şahitleri de istemeye istemeye Haldun ile ben olduk. Fikret İlkiz boşamıştı. Merlin bir süre sonra Almanya’ya gitti. Birbirlerini delicesine seven bu güzel iki insanın ayrılmalarına çok üzülmüştük. TİP ve Merlin ayrılıkları Salih’i çok ama çok etkilemişti. Tam bir şair oldu…
Sonra, Salih sinemacı ve reklamcı oldu, ben ise araştırmacı. Tahmin edileceği gibi, “teklifsiz” birçok güzel iş yaptık. Bu böyle devam etti…
Sonra, Paris ve aşk(lar) geldi, gitti, geldi, gitti…
Şimdilik son söz bir başka Parisli Charles Baudlaire’in olsun. İşte Paris Sıkıntısı’ ndan kısa bir pasaj:
“Hep sarhoş olmalı. Her şey burada: tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.”
* * *
Güle güle, sevgili arkadaşım, kardeşim, yoldaşım. Yolun apaydınlık olsun. Mehmet’e, aramızdaki deyişle Efe’ye, kucak dolusu sevgiler. Eminim ki, Mehmet’le sonsuz bir sohbete dalmış, zamanı durdurmuşsunuzdur bile. Öylece bekleyin, nasıl olsa bir gün hep beraber olacağız…
* * *
Bu “obituary”, Salih’le ilgili olarak yazmak istediklerimin ilk ve kısa bir bölümünü oluşturuyor. Bir türlü yayınlama imkânı bulamadığımdan, hiç olmazsa bu bölümü geç de olsa, tam bir yıl sonra, “facebook”ta onu tanıyan birçok arkadaşım olduğu için paylaşmak istedim. Hala, Salih için, onu kaybettikten sonra önerdiğim ve hayli ilgi uyandıran bir “Armağan Kitap” yapmak hoş olur diye düşünüyorum; şiir, anı ve makalelerle dolu olan.
23. Şubat. 2013
Uzun Vadeli Bağımlılık Oy Paradoksu
Sevgili Bülent, Erken ayırılışlar, önceden bilinse de herzaman insanın içini çok yakıyor. Salih'in ayrılışı da öyle oldu. Mehmet'in ayrılışı gibi. Kısa süreli ama yoğun bir zaman diliminde yaşananlar (hele o dönemler) insanın hem yüreğinde hem de aklında derin izler bırakıyor. Bugünden geriye baktığımda, Salih'le, Mehmet'le ve daha doğrusu hepimizin birlikte yaşadıklarını tekrar düşündükçe iyiki bunları yaşamız ve iyiki yapılan herşeyi yapmışız diyorum. Yazını okuyunca birden o günlere gittim ve ne kadar doğru bir davranış içinde olmuşuz diye düşünüyorum. Bizden ayrılan arkadaşlarımı sevgiyle anıyorum. Hep aydınlık içersinde olsunlar. Haldun İleri
Kesinlikle katılıyorum Haldun, çok güzel yorumlamışsın. Kısa bir süre içinde yaşadığımız o hızlı ve yoğun süreç hepimizin için çok iyi bir pratik ve eğitim oldu. Tabi, Salih ile Mehmet’in, farklı, tahmin edilemeyen bir biçimde ve dolu dolu yaşadıktan sonra erken yaşta sonsuzluğa yürüyüşleri sanki bekleniyormuş gibi olsa da, içimizi acıttı, kalplerimizi sızlattı. Üzerlerine ışıklar yağsın.