Yeşilova ile Unabomber

Yöntem’i kurduğumuz ilk yıllardı; çeyrek asır önce diyebiliriz, kısaca, 1990 yılıydı. Mevsimlerden bahar, aylardan Mayıs, günlerden Cuma, vakitlerden akşamüzeriydi. Mesai bitmiş, üzerimize yoğun geçmiş bir haftanın yorgunluğu çökmüştü. Karım Ayşen ile birlikte Levent’te olan ofisimizden çıktık, otomobilimize bindik ve o yıllar Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan kardeşim Uğur’u da alarak Kilyos istikametine doğru yol almaya başladık. Hava, limonata gibi derler ya, işte öyleydi. Orman yolu boyunca etraftaki ağaçların yaydığı tatlı serinliği içimize çekerek gidiyorduk. Yarım saat içinde Gümüşdere /  Kilyos sapaklarına geldiğimizde Kiyos’a doğru sağa kıvrılarak kısa bir süre gittik ve sağda iyice yavaşlayarak etrafı tahta çitle çevrili yemyeşil bir tarlaya açık kapısından dalıverdik. Burası daha önce birkaç kez geldiğimiz bir kır lokantası olan Yeşilova’ydı. Otomobilimizden inip masalardan birine yaklaştığımızda biraz ilerideki derme çatma kulübeden çıkarak bize doğru yaklaşan güleç yüzlü kadının misafirperverliğine diyecek yoktu. Siparişlerimizi verip masamıza kurulduk.

Ortalık ıpıssızdı. Biz de sessizliğin sesini dinlemeye başladık. Sadece arka tarafta akan derenin şarkı söyleyerek akan suyunun şırıltısı ile kurbağa seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Üzerimizdeki yorgunluk ve stersin bir su gibi akarak yok olup gittiğini hissetmeye başlamıştık bile. Sessizlik sarhoşluğuna kapılmıştık sanki. Her şey kelimelerle anlatılamayacak kadar harikaydı ve biz de filozofa uyarak sustuk: “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı.”[1]

Şehrin karmaşasından bu kadar kısa bir yolculuk yaparak kurtulmak müthişti. Zaman zaman o gecenin bize verdiği tadı tebessümle anımsarız.

Yeşilova’ya daha sonra defalarca gittim, ancak uzun yıllardan beri gitmemiştim. Kilyos’a da muhtemelen iki üç yıldan beri gitmiyordum. Ama 27 Mart 2016’da Yeşilova’nın önünden geçerken hemen yanı başına dikilen, daha doğrusu böğrüne saplanan viyadüğün o dev ayaklarını görünce üçüncü köprü ve bağlantı yolları ile aşırı yapılaşmanın Kilyos ve civarını nasıl katlettiğine üzülerek şahit oldum ve aklıma Theodore John Kaczynski’inin hikâyesi geldi.

* * *

Polonya’dan ABD’ne göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Theodore John Kaczynski Chicago’da doğmuş, Harvard Üniversitesi’ne henüz 16 yaşındayken bursla girmiş ve Berkeley, California  Üniversitesi’nde asistan profesörlük yapmış ünlü bir matematikçiydi. 1968 hareketinin önemli merkezlerinde biri olan Berkeley’de hippi akademisyenler, sütyenlerini yakan feministler, cinsel özgürlüğü savunan isyancılar arasında kendini akademik çalışmalara adamıştı. Herkesin rengârenk giysilerle dolaştığı Berkeley’de neredeyse bir tek o takım elbiseliydi.

Ancak, Ted Kaczynski 1969 yılında hiçbir gerekçe öne sürmeden öğretim üyeliğini bıraktı ve iki yıl sonra 1971 yılında orman içinde bir buçuk dönümlük bir arazi alarak daha çok marjinallerin akın ettiği Montana Eyaleti’ne yerleşti. Hayatı, on iki metrekarelik bir orman kulübesinde, elektrik, su, radyo, televizyon, bilgisayar vb. teknolojik her şeyden yoksun, sade ve dingin olarak geçiyordu. Yetiştirdiği sebze ve avladığı hayvanlarla besleniyordu.

Şeytan azapta gerekti. Günün birinde uygarlık gelip kapısına dayandı ve bir otoban yapımı nedeniyle yakın çevresindeki ağaçlar kesilmeye başladı. O da tüm itirazlarına rağmen yapacak başka bir şeyi olmadığını anlayınca tekno – sanayi sistemine karşı eyleme geçmeye karar verdi. Böylece, 1978 yılından itibaren 18 yıl boyunca bilimsel, endüstriyel ve teknolojik hedeflere bombalı paketler gönderdi. Bomba gönderdiği kurumlardan bazıları Northwestern, Utah, Vanderbilt, California, Michigan ve Yale üniversiteleriyle, American Airlines ve Boing gibi şirketleriydi.

1995 yılında New York Times’a gönderdiği mektupta şunlar yazıyordu: “18 yıldır bomba yapıp hafta sonları boş tarlalarda denemekten bıktım usandım artık. FBI denen şey sadece bir şakadan ibarettir ve yılardır FBI’ın beni yakalamasını bekliyorum. Ama anlaşılan o ki boşuna bekliyorum; FBI’ın beni yakalayacağı yok, o nedenle kendim açığa çıkıp öykümü anlatmak istiyorum.”[2]

Ted’in amacı Sanayi Tolumu ve Geleceği adlı manifestosunu yayınlatabilmekti. FBI başkanı ve federal başsavcı arasında geçen tartışmalar sonunda manifestonun “kamu güvenliği” gerekçesiyle yayınlanmasına karar verildi ve 19 Eylül 1995 tarihinde 8 sayfalık bir özel ek halinde Washington Post’ta yayınlandı. Olay o günlerde Türkiye basınına “bombacının medyatik zaferi” olarak yansımıştı.

Ted 7 Nisan 1996 günü erkek kardeşinin ihbar etmesiyle yakalanır ve üç kişinin ölümü ile yirmi üç kişinin yaralanmasına sebep olmaktan müebbet hapse mahkûm olur. Halen Colorado’daki yüksek güvenlikli Florence cezaevinde yatmaktadır.

 

Ted'in evi

Ted’in Montana’daki kulübesi.

 

John Zerzan, aralarında yüz yıl olsa da Ted Kaczynski’yi Friedrich Nietzsche ile karşılaştırır ve bazı benzerlikler bulur. Nietzsche felsefede Kaczynski ise matematikte çok parlak olmalarına rağmen akademik kariyerlerini reddetmişlerdi. Her ikisi de yalnızlığı sonuna kadar yaşamışlardı. İkisi de zaman zaman hastalık ve yoksulluğun pençesine düştü ve ikisinin de kadınlarla arası olmadı. Nietzsche güç istenci, Kaczynski ise güç süreci peşinde koşarak gücü övdüler, merhamete saldırdılar. Kuşkusuz ikisi de nihilistti.[3] Bu iki insanın benzer özelliklerini uzatmak mümkün, ama ben kısa kesiyor ve yine Zerzan’la bitirmek istiyorum. Zerzan, punk – rock grubu X’in vokalisti Exena Cervanka’dan şöyle bir alıntı yapar: “Ben – Unabomber Ted – Kaczynski’den çok daha fazla kişi öldürdüm, çünkü son on beş yılda bir sürü vergi verdim, o ise hiç vermedi.”[4]

Vergilerimizin nereye gittiğini söylemeye gerek yok; en iyi koşullarda silah, yol, köprü, su, elektrik, vb. olarak geri dönüyor. Silah doğrudan öldürür, yol dolaylı olarak; su hayattır, elektrik ise uygarlık. Kaczynski ve Zerzan ise uygarlığa karşıdırlar.

* * *

Ben ise yıllar önce ılık bir bahar akşamı Kilyos’ta yaşadığım o müthiş sessizliği yeniden yaşamak istiyorum. Fakat biliyorum ki, termodinamiğin ikinci yasasına göre, zaman oku hâkimiyetinde, her şey bozulma eğilimi taşıyor.

 

Notlar

[1] Wittgenstein, Ludwig. Tractatus, Çeviren:  Oruç Aruoba, BFS Yayınları, İst., 1985, s. 165.

[2] Kaczynski, Theodore John. Sanayi Toplumu ve Geleceği (Unabomber – Manifesto), Çeviri: Kolektif Çalışma, Kaos Yayınları, İst., 2013, s.7.

[3] Zerzan, John. Makinelerin Alacakaranlığı, Çeviren: Rahmi G. Öğdül, Kaos Yayınları, İst., 2013, s. 142.

[4] Zerzan, John, Gelecekteki İlkel, Çeviren: Cemal Atila, Kaos Yayınları, İst., 2000, s. 280.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.