19 10 2016
1984: Julia ile Winston’ın Aşkı
Julia ile Winston’ın aşkı, daha doğrusu cinsellikleriyle, Parti yönetimine karşı olan düşüncelerinin anlatıldığı ikinci bölüm Julia’nın Winston’a olan ilanı aşkı ile başlar. Bunu, “Seni seviyorum” yazılı bir kâğıt parçasını Winston’ın eline tutuşturarak yapar. Notu okuduktan sonra bir türlü bellek deliğine atamayan Winston, Julia’yı rüyasında gördüğü gibi çırılçıplak düşünür.
Ama kızla buluşmak öylesine zordur ki, satrançta mat olmuşken hamle yapmaya çalışmaya benzer. Birkaç denemeden sonra buluşurlar ve gözlerden uzak bir ormanın derinliklerinde, Winston’ın daha önce gördüğünü düşündüğü Altın Ülke’de, ikinci denemede birleşen bedenlerinin içinde eriyip giderler. Sevişmeleri bir savaş, Parti’ye indirilmiş bir darbe, siyasal bir eylemdir sanki. Ama bu, doyumun doruğunda zafer şarkıları söylemelerini engellemez.
Yirmi altı yaşında olan Julia otuz kızla birlikte bir yurtta kalmakta ve Kurmaca Dairesi’nde çalışmaktadır. Seks konusunda hayli deneyimli olan Julia’ya göre Parti’nin cinselliği bastırmasının nedeni, bunun isteriyi tetiklemesidir. Bu da Parti’nin istediği bir şeydir. Çünkü insan seviştiğinde içindeki enerjiyi boşaltır, kendini mutlu hisseder ve hiçbir şeyi iplemez. Tüm o yürüyüşler, bağırış çağırışlar, bayrak sallamalar, ekşiyip bozulmuş cinsellikten başka bir şey değildir.
Julia ile Winston sevişmek için bir daha ormana gitmezler ve Winston Charrington’ın sahibi olduğu dükkânın üst katındaki odayı kiralar. Burası artık onarın aşk yuvasıdır.
Winston, “Delilik bu, delilik, diye geçiriyordu içinden; bile bile, yok yere, intihar gibi bir delilik.” [1] Ama bu deliliği yapmaya devam ederler ve Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu [2] öyküsündeki doktor gibi sonucu ne olursa olsun, delicesine, belli bir hedefe doğru ve hiçbir yere sapmadan koşarlar. Çünkü Freud’un dediği gibi, “Yapımız icabı yalnızca karşıtlıklardan yoğun bir zevk alabiliriz, sürekli durumlardan aldığımız zevk ise pek azdır.” [3]
Makyaj yapmaya başlayıp yüzüne sürdüğü allıkla gamzesinin güzelliğini ortaya çıkaran Julia Winston için artık sadece istediği değil, hak kazandığını düşündüğü biridir. Bundan böyle, herkesten uzakta, çırılçıplak yattıkları yataklarında, istedikleri zaman sevişirler, istedikleri zaman kahvelerini içerler, zaman zaman da odalarının pencerelerinin altında çamaşır asarak şarkı söyleyen Norman sütunu kadar oturaklı kadının söylediği şarkıyı dinlerler. Böylelikle, zamanın an’a indirgenmesine karşı verdikleri mücadelenin doruklarına ulaşırlar. Çünkü “Aşk yoğunluktur, o yüzden de zamanın yayılmasıdır: anları yüzyıllara yayar. Çizgisel zaman kesintili ve ölçülmez olur. Ama bu ölçülmez anların her birinden sonra zamana ve onun düzenli aralarına döneriz…”[4]
Yataklarında uzanıp dinlendikleri bir gün St. Celement Kilisesi’nin betimlendiği resmin altındaki delikten bir sıçan burnunu çıkarır, bunu gören Julia yerden aldığı bir ayakkabıyı sıçana fırlatarak hayvanı kovalar. Bu delik ile sıçanın daha sonra başlarına neler açacağından henüz haberleri yoktur.
Romanın ilerleyen satırlarında Araştırma Dairesi’nde yeni bir sözlük üzerine çalışan Syme, Winston’ın daha önce tahmin ettiği gibi, gereğinden çok fazla şey bildiği için yok olur. Julia ile Winston ise soyu tükenmiş hayvanların gezinebildiği geçmişten bir köşe olarak niteledikleri eskici dükkânının üzerindeki odalarına gidip, kan ter içinde kalıncaya kadar sevişmeye devam ederler. Kendilerine bu imkânı sağlayan dükkân sahibi Charrington’ı soyu tükenmiş bir hayvan olarak görmekten, onunla sohbet ederken kendilerini eski bir müzik kutusunu dinler gibi hissetmekten de geri kalmazlar.
Ancak, zaman zaman ölümün, üzerine yattıkları yatak kadar yakın olduğunu hissederek ölümün eşiğinde son bir zevk anını yaşamak için umarsız bir şehvetle birbirlerine sarılıp kâğıt ağırlığı seyre dalarak o cam dünyanın içine girip zamanı durdurduktan sonra sonsuza dek orada kalabileceklerini düşünmeden de edemezler.
Julia bazı bakımlardan Winston’dan daha uyanıktır. Bir kez, Okyanusya, Avrasya ya da Doğu Asya bir savaş olduğuna inanmıyor, Londra’nın tepesine inen bombaların halkı korkutmak için iktidar tarafından atıldığını söylüyor, Parti öğretilerini sadece kendi yaşamına iliştiği ölçüde sorguluyordu. Bir defasında gelecek kuşağa belge bırakmak peşinde koşan Winton’a “Gelecek kuşak beni ilgilendirmiyor, canım. Beni bizim ne olacağımız ilgilendiriyor” [5] demişti. Chesneaux’a göre, “Bu tümce, seksenli yılların benim – kuşağım ’ın (me – génération) alışılmamış bir ön – betimlemesidir.”[6]
Bu arada, Winston O’Brien’le arasında bir yakınlık olduğunu düşünüyor, ama bu yakınlığın sonuçlarının ağır olacağını da hissediyordu. İlk karşılaşıp konuştuklarında Yenisöylem’den söz ederler ve O’Brien, yeni basılan sözlüğü vermek üzere Winston’ı evine davet eder. Bu davet sonun başlangıcıdır ve Winston da bunun farkındadır.
Bir gün yataklarında uyanık vaziyette yatarlarken, Julia, bundan sonra birlikte olacakları zamanın azaldığını – altı ay ya da bir yıl – önünde sonunda yakalanacaklarını ve her şeyi itiraf edeceklerini söylediğinde, Winston, itiraftan değil, ihanetten söz ettiğini, ihanetin de Julia’yı sevmekten caymak demek olduğunu söyler. Julia’nın cevabı ise şöyledir: “Bunu yapamazlar, bunu asla yapamazlar. Sana her şeyi, ama her şeyi söyletebilirler, ama seni beni sevmediğine inandıramazlar. İçine giremezler.” [7] Winston da onaylar.
Uşak, Julia ile Winston’ı bir İç Parti üyesi olan O’Brien’ın’ın odasına aldığında, özellikle Winston’ın yüreği çok hızlı atıyordu. O’Brien’ın oturduğu mahalle, apartman ve daireden zenginlik akıyordu. İlginçtir ki, salondaki tele-ekran kapanabiliyordu! Winston, O’Brien’in Parti’ye karşı gizli bir etkinlik yürüten gizli bir örgütün üyesi olduğunu düşündüğünü, kendilerinin de bu örgüte üye olmak istediklerini, İgnos ilkelerine inanmadıklarını, Parti’nin düşmanı olduklarını söyleyiverir. O’Brien konuklarına şarap ikram ederek kadehini önderleri Emmanuel Goldstein adına kaldırır. Evet, Goldstein diye biri vardır, ama nerede olduğu belli değildir. O’Brien, Julia ile Winston’ın, Parti’ye karşı yapılacak eylemlerde hayatlarını verebileceklerini, cinayet işleyebileceklerini, vatanlarını yabancı devletlere satabileceklerini, canlarını kıyabileceklerini öğrendikten sonra iki sevgilinin birbirlerini bir daha hiç görüp göremeyeceklerini sorduğunda Julia “Hayır” diye patlar. Winston da bir süre duraklamış olsa da “Hayır” der. O’Brein’in cevabı acımasızdır: “Bak söylediğiniz iyi oldu. Her şeyi bilelim de.” [8] Sonra da uşak Martin’e yoldaşların yüzlerine iyice bakmasını, kendisinin muhtemelen görmeyeceğini söyleyerek, Goldstein’in kitabını göndereceğini ekler. Julia ve Winston bundan böyle O’Brien’den gelen emirler doğrultusunda karanlıkta savaşacaklar, çok az sayıda bağlantıları olacak, yakalandıklarında – ki, kaçınılmazdır – kendilerinden başka kimseyi ele veremeyeceklerdir, çünkü OBrien o zaman ölmüş olacaktır. O’Brien son kadehini “Geçmişe” kaldırır. Ayrılırlarken Winston O’Brien’e konuşulması gereken şeylerini konuşabilecekleri yerin Charrington’un üst katı olduğunu söyler ve“Karanlığın olmadığı yerde” buluşmak üzere ayrılırlar.
Winston O’Brien’in kendisine ulaştırdığı Emmanuel Goldstein’ın kitabını Julia ile birlikte eskici dükkânın üstündeki odalarında okuyorlardı. Kitapta dünyanın ayrıntılı bir analizi yapılmakta ve tüm bunlardan sonuç olarak “umudun proleterlerde” olduğu anlamı ortaya çıkmaktaydı. Gelecek onlarındı. Yaşam şakıyan kuşların, aşağıda şarkı söyleyen şişman ve geniş kalçalı kadınındı. Onlar ise ölmüşlerdi. “Biz ölmüşüz” dedi Winston. “Biz ölmüşüz” diye yineledi Julia. “Siz ölmüşsünüz” deyiverdi, arkalarından güçlü bir ses.[9] Sonra St. Clement Kilisesi’nin betimlendiği tablo yere düştü ve arkasından bir tele-ekran belirdi. Ev kuşatılmıştı. Odaya bir anda siyah üniformalı, uçları kabaralı postallı adamlar girdi. Daha sonra da odaya giren ev sahibi Charrington titreyen Winston ile karın boşluğuna şiddeti bir yumruk yiyen Julia için, “Kaldırın şunları yerden” dedi. Charrington’ın yüzü otuz beş yaşlarındaki bir adamın temkinli ve soğuk bir yüz olup çıkmıştı.
Notlar
[1] Orwell, George. 1984, Çeviren: Celal Üster, Can Yayınları, 52. Baskı, İst., 2015, s.166.
[2] Zweig’ın bu ilginç öyküsünde Avrupa’dan Hindistan’a gidip orada doktorluk yapan adamın karşısına bir gün yüzü peçeli, gizemli, beyaz bir kadın çıkar ve doktordan önemli bir istekte bulunarak karşılığında önemli miktarda para önerir. Peçesini çıkardığında “nüfuz edilemez”, “sert”, “serinkanlı”, “yaşla sınırlı olmayan güzellikte” ve “huzurlu” bir yüzle karşılaşan doktor, kadının kendine güvenen ve buyurgan tavırlarından hayli etkilenir. Emir verir gibi konuşan gizemli kadın isteğini üstü örtük olarak belirtir, doktor da, kısa bir akıl yürütmeden sonra kadının isteğinin ne olduğunu anlayarak bunu gerçekleştirebilmek için önce kendisinin bir isteğini gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Evli olan kadın kürtaj olmak istemiş, doktor ise kadının küstah tavrına karşı meydan okurcasına parayı reddedip bu isteğini rica ederek dillendirmesini talep etmiştir. Aslında doktor kadına sahip olmak ve katı dudaklarından inleyişini duymak isteğiyle tutuşmuş, ama bu cinsellikten ziyade bu kibirli kadını bir erkek olarak baş eğdirmek arzusundan kaynaklanmıştı. Bu müthiş sahneden sonra kadın doktorun isteğini kahkahalar atarak reddeder, doktor ise özür dilemek ve daha sonra da operasyonu gerçekleştirmek için kadının arkasından tıpkı bir amok koşucusu gibi hiçbir engel tanımadan, önüne çıkan her şeyi kırıp dökerek, deliler gibi koşar. Bu koşu onun kaderi olacaktır. Zweig, Stefan. Amok Koşucusu, Çeviren: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İst., 2009.
[3] Freud, Sigmund. Uygarlığın Huzursuzluğu, Çeviren: Haluk Barışcan, Metis Yayınları, 5. Basım, İst., 2014, s. 37. Hatta Goethe “Bir dizi güzel gün kadar çekilmez şey yoktur” der.
[4] Paz, Octavia. Çifte Alev: Aşk ve Erotizm, Çeviren: Tomris Uyar, Everest Yayınları, İst., 2016, s.211-212.
[5] Orwell, A.g.e., s. 186.
[6] Chesneaux, Jean. Zamanı Yaşamak, Çeviren: Münir Cerit, Ayrıntı Yayınları, İst., 2015 A.g.e., s.107.
[7] Orwell, A.g.e., s. 197.
[8] A.g.e., s. 205.
[9] A.g.e.,s. 253.
1984: Panoptik Bir Dünya 1984: Sevginin Sonu