Eğitim ve Karmaşık Düşünmek

Dünyaya, Dünya Bankası’nın sağladığı olanaklarla kuşbakışı bakabilen Oktay Yenal, Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı – Eğitim Boyutu [1] isimli ilginç kitabının Uygarlık, Kitap ve Üniversite bölümüne Bertrand Russell’den yaptığı bir hoş bir alıntıyla başlıyordu: “Uygarlığın birinci şartı ve ölçüsü, belki en anlamlı tanımı ile ileriye yönelik düşünce (forethought) niteliğidir.” Bu, ancak ve ancak eğitimle sağlanan bir melekedir. Oysa, Osmanlı, Fatih dönemi hariç, Kanuni’den sonra, dünyaya kapanmış, matbaa 15. yüzyıl ortasında bulunmasına rağmen Osmanlı ülkesine ancak 279 yıl sonra, 1729’da gelmiş, 12. yüzyılda Bolonya ve Paris üniversiteleri önemli bir eğitim ve araştırma kurumları haline gelirken, 1863, 1870, 1874, ve 1900 yıllarında dört kez açılıp kapanan Darülfünun, İstanbul Üniversitesi olarak ancak 1933 yılında açılabilmiştir.

Oktay Yenal yine Bertrand Russell’den yaptığı alıntıyla şu ilginç saptamada bulunurken zamanın Türkiye’si ile anlamlı bir ilişki kurmuştu : “Biri araştırsa herhalde ileriye yönelik düşünce (eksikliği) ile faiz oranlarının yüksekliği arasında doğrudan ilişki bulur.”

Yenal’a göre, ABD ve Avrupa’da üniversitelerde çeşitli meslekler öğretilir ama ülkenin elit kadroları derin üniversite ya da bölümlerde yetiştirilirler ve bu işlevi gören üniversite ya da bölümler, anılan ülkeler tarafından, o ülkenin en önemli hazineleri olarak korunurlar. Oysa, hepimizin bildiği gibi, çok uzak olmayan bir geçmişte, Başbakan Turgut  Özal zamanında, İ.T.Ü’nün Taşkışla’daki İnşaat Fakültesi binası bir otele verilmek üzereydi, ucuz kurtuldu. Bu, ABD’deki MIT’in (Massachusetts Institute of Technology) otel olması anlamına geliyordu. Yenal, uygarlık yolunda ilerlememizin ancak dünya çapında bilim adamı, düşünür, filozof, hukukçu, tarihçi, İktisatçı, diplomat, mühendis vb. yetiştirmemizle mümkün olacağını öne sürerek kitabını bitirmektedir. Kesinlikle katılıyorum.

 

karmaşık

 

Fransız filozof Edgar Morin’in İdea Politika’nın 9. sayısında yayımlanan Yedi Bilme Türü Üstüne [2] isimli bu makalesi son derece ilginç yedi problem üzerine kurulmuştu. UNESCO için, yüzyılın en önemli eğitim problemlerine odaklanarak yapılan çalışma, günümüzde bilinen tüm eğitim sistemlerinde yedi tane kara deliğin varlığından söz ederek başlar ve bu delikleri analiz ederek devam eder.

Bilgi: İlk problem; buna kara delikte deniyor, garip biçimde bilgidir. Eğitim bilgilerin öğretilmesinden ibaret olmasına rağmen, bilginin ne anlama geldiği hiçbir zaman öğretilmiyor. Bilgi problemi, felsefede, epistemolojide sadece kısıtlı seçkin bir grup tarafından incelenmektedir; oysa bu sözcük herkesi, her çocuğu, her yurttaşı ilgilendirmektedir.

Bilginin en önemli iki problemi, hata ve yanılsamadır. Bilgi, görsel bir algı, dış dünyanın bir fotoğrafı değildir; bundan daha çok bir şeydir, bir çeviri, bir yeniden kurma işlemidir.

Doğru Bilgi: İkinci kara delik doğru bilgininkidir. Bir bilgi çok sayıda enformasyon içerdiği için doğru olmaz. Eğer öyle olsaydı her gün televizyon aracılığıyla milyonlarca enformasyona maruz kaldığımız için bilgin olmamız gerekirdi. Oysa, biliyoruz ki, yarının enformasyonları dününküleri kovalar, izi bile kalmaz. Problem, nicel enformasyon değil, enformasyonu örgütlemektir. Doğru bilgi, enformasyonları bir bağlam ve eğer mümkünse, coğrafi tarihi vb. olabilen bir küre içinde konumlandırmaya çalışır. Bu anlamda, kendi içlerine kapalı disiplinler aracılığıyla verilen eğitim, zihnin konumlandırmaya, bağlamlandırmaya dönük doğal yatkınlığını dumura uğratır. Bu nedenle, doğruluğu öğretmek, bütüne bağlı parçaların ve parçalara bağlı bütünün bilgisini öğretmek demektir.

İnsanlık Durumu: Üçüncü kara deliğin insanlık durumu olması son derece şaşırtıcıdır, çünkü hiçbir yerde insanlık durumunun, yani insan olmak kimliğimizin ne olduğu öğretilmemektedir. Üniversitede, ya biyolojik insanı, ya psikolojik insanı, ya sosyolojik insanı vb. buluruz. Ama bunlar kesinlikle birbirinden parçalanmıştır. Bütünsel olarak “biz kimiz?” problemi baştan sona terkedilmiştir.

Oysa insan, “homo sapiens” olmasının yanısıra, çılgındır, delidir, dehadır, tutkudur, sevinçtir, hüzündür, şiirdir, heyecandır, oyuncudur (homo ludens); “homo economicus” olmasının yanı sıra “homo mythologicus”tur, vb. İşte insan denen varlığın karmaşık kavranışı budur. İnsan, bir şarap kadehinde, evrenin ilk saniyelerinde oluşan o ilk parçacıkları, yaşamın doğuşunu, bitkisel alemin gelişmesini, yabani asmanın ortaya çıkışını görebilen bir hayalperesttir.

İnsan Anlayışı: Birbirimizi anlamak, bize hiçbir yerde öğretilmiyor. Hayatımız boyunca, bir sağırlar diyalogudur, gidiyor. Çocukların oyun alanlarındaki kavgaları ya da karı – kocanın karşılıklı atışmaları, tarafların birbirlerine söyledikleri en aşağılayıcı sözü akıllarında tutarak, daha aşağılayıcı bir söz bulma seansına dönüştüğüne çok tanık olmuşuzdur. Hegel’in şu sözü çok ünlüdür: “Bir cürüm işleyen birini cani olarak niteleyen kişi, onun kişiliğinin tüm geriye kalanını, beri yanda yapabilecek her şeyi yok sayarak, onu işlemiş olduğu o tek cürüme indirger.” Başkasını, ondaki en beter şeye indirgemeye yönelik bu eğilim son derece gelişmiştir.

İnsanın, başkasını anlaması için, önce kendisini anlaması gerekir; bu ise tamamen bir eğitim problemidir.

Belirsizlik: Beşinci kara delik belirsizliktir; oysa bize hep besbellilikler öğretiliyor. Biliyoruz ki, bu gün bu mekanist ve determinist dünya yıkıldı ve modern bilim belirsizlikle pazarlık ediyor. Termodinamikte Prigogine, fizik dünyadaki çatallanmaları ortaya çıkardı. Entropi, yani düzensizlik, geri dönüşsüzlük zembereğinde sürekli artıyor, küçük girdiler önceden belirlenemeyen büyük çıktılara neden oluyor ve bu insanlığa büyük bir yaratım kaynağı sağlıyor.

İnsanlığın serüveni, en başından beri bilinmez olduğuna göre, belirsizliğin kazanımı insan bilincinin en büyük fetihlerinden biridir.

Gezegensel Çağ: Morin, eğitimdeki altıncı kara delik olarak gezegensel çağdan söz ediyor ve modern zamanlar diye adlandırdığımız çağa gezegensel çağ dememizin daha doğru olacağını ifade ediyor. Dünyasallaşma, dünyanın evrenin merkezi olmayan bir gezegen olduğunun anlaşılmasıyla başlamıştır; insanoğlu bunu, tekno-ekonomik zincirden boşanmışlığın bilincine vardığı zaman anlamıştır. Nükleer silahların yaygınlaşması kirliliğin ölümcül boyutlara ulaşması, uyduların uzayı çöplüğe döndürmesi, vb. hep bir gezegensel çağa işarettir. Sınır Tanımayan Hekimler, Greenpeace, Survival International, Amnesty International vb. örgütler, bir yeryüzü yurttaşlığını gerektirmektedir.

Antropo-Etik: Antropolojik etik kişisel özerkliklerimizi, bireysel varlığımızı, sorumluluğumuzu, toplumsal katılımlarımızı ve insan cinsine katılımımızı aynı anda geliştirmemizi söyler.

Kuşkusuz yukarda anılan bu kara delikler kapatıldığında dünya daha güzel olacak. Sokaklarında filozofların dolaştığı bir dünyayı hayâl etmek, hayâllerin en güzeli olsa gerek. Ülkemizde yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen, anne ve babaların çocuklarını okutmak için ellerinden geleni yaptıklarını biliyoruz. Son birkaç yıldan beri üniversite sınavlarında dereceye giren öğrencilerin, genellikle Anadolu’daki liselerde okuyan orta sınıf ailelerden gelmiş olmaları bir rastlantı olmasa gerek.

Karmaşık düşünmek bir araştırmacı için birinci derecede önemli yaşam kılavuzu maddesidir. Lütfen, çılgın, deli, tutkulu, sevinçli, hüzünlü, heyecanlı, şiirsel, özetle karmakarışık olun!

 

Şubat, 2001

 

Notlar


[1] Yenal, Oktay. Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı – Eğitim Boyutu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İst., 1999.

[2] Morin, Edgar. Yedi Bilme Türü Üstüne, İdea Politika, Sayı: 9, İst., 2000.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.