26 01 2014
Yöntem Üzerine
Sosyal bilimcinin amacı, dünyada olup bitenleri anlamaktır. Bazen anlamak yetmez, değiştirmek gerekir. Çünkü, Ludwig Wittgenstein, ünlü eseri Tractatus’ta dünyayı olup biten olarak tanımlamaktadır. Dünya şeylerin değil olguların toplamıdır. Dünya olgular yoluyla belirlenir.
Sevgili hocam Cavit Orhan Tütengil’in Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metod isimli ders kitabında ifade ettiği gibi, Francis Bacon’a göre dünyada olup bitenleri anlamak için kullanılacak yöntem tümevarımdır. Tümevarım, biz araştırmacıların en çok kullandığı yöntemdir ve mantıkta parçadan bütüne, özelden genele ya da tikelden tümele usavurma yöntemi olarak anılır. Tümevarım, bir doğrulama yöntemidir ve bilim, doğrulanarak ilerler. Bu yöntem, İktisat Dergisi’nin Kasım 1979 tarihli sayısındaki Asaf Savaş Akat’ın İktisatta Yöntem Sorunları adlı makalesinde söylediği gibi somut gerçekle onun hakkında üretilen bilgi arasındaki ilişkinin genellemeler yoluyla kurulacağını önerir. Akat aynı makalesinde tümevarımın tersi ya da tamamlayıcısı olan tümdengelimi, mantık ve matematikte kullanıldığı haliyle bir dizi aksiyomdan bunlarla tutarlı sonuçları çıkarma şeklinde tanımlar. Gerçek bilimlerde ise durum biraz daha farklıdır ve işe önce somut olay ve nesneler ile bizi onlar hakkındaki bilgimizi ayırt ederek başlarız. Bu noktaya biraz sonra tekrar değineceğiz.
* * *
Karl Popper’in Bilimsel Araştırmanın Mantığı isimli kitabında belirttiği gibi, bilimsel bilgi olasılık düzeyinde bile doğrulanamaz. Yani, bilgi, tümevarımcı ya da olasılıkçı bir çıkarım değil, kişilerin ortaya attıkları bir takım tasarılar ve hipotezler olup, daima çürütülmeye ya da eleştiriye açıktır. Dolayısıyla, bilim yanlışlanarak ilerler.
Oysa Ludwig Wittgenstein’e göre ise “Her tür sınama, bir hipotez üzerine yapılan her doğrulama ya da yanlışlama (çürütme) daha başlangıçta bir sistem içinde yer alır. Ve bu sistem bütün kanıtlamalarımız için kullandığımız, aşağı yukarı keyfi ve kuşku götürür bir hareket noktası değildir. Hayır, sistem, kanıtlama dediğimiz şeyin özüne aittir. Bir hareket noktasından çok kanıtlamalara can veren unsurdur sistem.”
Ludwig Wittgenstein’den etkilenen Thomas Khun için, “Keşif, bir ayrılığın farkına varılmasıyla başlar.” Yani doğanın olağan bilimi yöneten paradigma kaynaklı beklentilere herhangi bir şekilde aykırı düştüğünün anlaşılması gerekmektedir. Thomas Khun Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eserinde keşif sürecinin, bundan sonra aykırılığın baş gösterdiği alanın olabildiğince geniş şekilde taranmasıyla sürdüğünü ifade eder. Bu sürecin son bulması, paradigma kuramına aykırı olan nesnenin bildik bir nesne haline gelene kadar değiştirilmesiyle mümkündür. Yeni tür bir olgunun benimsenmesi, kuramda basit bir ilaveden öte bazı uyarlamalar gerektirir ve bu uyarlama tamamlanıncaya kadar – yani bilim adamı doğayı farklı bir tarzda görmeyi öğrenene kadar – yeni olgu tam anlamıyla bilimsel bir olgu sayılamaz.
Karl Popper ile Thomas Khun’un bilim felsefeleri arasındaki en önemli benzerlik, var olan paradigmaya daima rakip üretmeleridir. Ancak Thomas Khun’a göre, yanlışlamanın, doğrulamadan pek farkı yoktur. Aykırılığın farkına varılmasıyla başlayan bilimsel keşiflerin hepsi ya paradigma değişikliklerine neden olmuşlar ya da böyle bir değişikliğe katkıda bulunmuşlardır. Peki bilimsel keşifler ne zaman olmuşlardır? Bunalımlar, yeni kavramların ortaya çıkması için gerekli ön koşuldur. Aynı gözlemlerle yola çıkan Batlamyus ile Kopernik’ten ilki dünyayı, ikincisi ise güneşi merkez sayarken, Kopernik, astronomide yaşanan bir bunalım döneminde büyük bir bilimsel devrime, epistemolojik kopuşa neden olmuştur. Yeni paradigma böyle doğmuştur. Çünkü, bunalım paradigmanın farklı yorumlarını daha da çoğaltarak olağan bulmaca çözümünü yavaş yavaş yıpratır ve yeni paradigmanın ortaya çıkış koşullarını hazırlar. Yani ortada aslında sadece iki olasılık vardır; ya hiçbir bilimsel kuram herhangi bir karşı örnekle karşılaşmaz ya da bütün kuramlar her zaman için karşı örnekle karşılaşırlar. Sonuç olarak, yeni paradigmaya geçiş bilimsel bir devrimdir. Bu bize, hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığını, olaylar arasında bir bütünlük bulunduğunu, değişimin çelişkiyle meydana gelerek sıçramalı olduğunu ve gelişmenin eşitsiz bir biçimde sürdüğünü göstermektedir.
* * *
Araştırma, büyük ölçüde yöntem sorunu, yöntem ise araştırmacının kılavuzudur. Araştırmacılıkta yöntem, gerçeği soyutlayarak yeniden yaratmaktır. Bu nedenle, araştırma soyut ve sistematik bir bilgi üretme süreci olarak tanımlanabilir. Gerçeği bulmada başlangıç her zaman teoriktir. Araştırmacı, teorik birikimi ve deneyiminin sağladığı seçme yeteneğiyle ileriye sürdüğü hipotezleri somutun zenginliğinde sınar, ortaya çıkan tutarsızlıklar üzerine düşünür ve gerçeği soyutlayarak yeniden yaratır. Diğer bir deyişle yeni tez (ler) öne sürer ve teorik bilgiyi üretir. Araştırmacı, bu süreçte tıpkı bir dedektif gibi çalışır. Bu anlamda, “araştırma bilginin sınırlarında yapılan heyecanlı bir yürüyüştür.” Bu heyecanı bize en çok tattıran, adına layık en iyi araştırmacı, Arthur Conan Doyle’nin kahramanı Sherlock Holmes’tur. Albert Einstein’ın, Holmes’un araştırma yöntemini göklere çıkarması boşuna değildir.
* * *
Tekrar tümdengelime dönerek burayı derinleştirmekte fayda var. Nasıl oluyor da araştırmacılıkta yöntem, gerçeği soyutlayarak yeniden yaratmak oluyor? Karl Marx Kapital ’in üçüncü cildinde, “Nesnelerin (şeylerin) dış görünüşü ile özü doğrudan doğruya çakışsaydı tüm bilim gereksiz olurdu” derken önemli bir bilimsel gerçekliği vurgulamaktadır. Yalçın Küçük’ün Yurt ve Dünya ’nın Mayıs 1977 yılında yayınlanan ve oldukça tartışma yaratan Bilimlerin Sonu ve Bilimin Doğuşu adlı makalesinde belirttiği gibi, “Bilimsel çalışma ve yaratıcılık, gözlenen gerçeklerden olayların, gelişme süreçlerinin iç bağlantılarına, özüne inebilmek demek… Bunun ise tek yolu var: Soyutlama.” Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma adlı akıl açıcı ve müstesna kitabında bunu şöyle anlatır: “Başlangıç noktamız olarak toplumu almak, o halde, bütünlüğün bulanık ve düzensiz bir tasavvuru olacak, bizim de buradan daha ileri düzeyde belirlemeler yoluyla, analitik olarak gitgide daha basit kavramlara, veri alınan somutluktan hareketle gitgide saydamlaşan soyutlamalara doğru ilerlememiz gerekecektir – ta en basit karakteristiklere varıncaya kadar. O noktadan sonra ise, en sonunda yeniden topluma, ama bu kez bir bütünlüğün bulanık tasviri olarak değil, çok sayıda belirlemeler ve ilişkilerden oluşan zengin bir bütünlük olarak topluma ulaşıncaya kadar aynı yoldan geriye dönmemiz gerekecektir… Somut, çok sayıda belirlemenin bir noktada bağdaşması dolayısıyla çoğulluğun birliği olduğu için somuttur. O halde somut, gerçek bir hareket noktası ve dolayısıyla gözlem ve tasavvurun da hareket noktası olduğu halde, düşüncede bir hareket noktası olarak değil bir toplama ve birleştirme süreci, bir sonuç olarak ortaya çıkacaktır. Birinci yol boyunca, tasavvurun bütünlüğü çözülüp soyut belirlemeler şekline dönüşmüştü; ikincisinde soyut belirlemeler somutun düşünce yoluyla yeniden – üretilmesine doğru gider.”
* * *
Araştırmacılar, sizin en önemli silahınız yöntemdir. Siz siz olun yöntemden asla mahrum kalmayın. Aksi takdirde yaptığınız işin bir anlamı kalmaz, daha doğrusu yaptığınız iş doğru olmaz.
“Atlara Fısıldayan Adam” Uzun Vadeli Bağımlılık