5 08 2019
Kuantum Organizasyon
Bu yazı Dr. Gözde Mert ile ortaklaşa yazdığımız ve 22. 09.2019 tarihinde Journal of Social and Humanities Science Research’de yayınlanan Örgüt Çalışanlarında Kuantum Organizasyon Algısının Araştırılması adlı makalenin teorik kısmını teşkil etmektedir. Makalenin tamamına erişmek isteyen http://www.jshsr.org/Makaleler/1871973871_03_2019_6-39.ID1276.%20MERT&G%c3%9cNDO%c4%9eMU%c5%9e-%201734-1757.pdf linkini tıklayabilir.
Sınırsız, karmaşık ve dinamik bir özellik taşıyan yirmi birinci yüzyılın sorunları, aralarında sayısız bağlantıların bulunduğu birçok unsurdan oluşmaktadır ve sistemik olup birbirinden bağımsız olarak çözülemezler. Sınırsızdırlar; çözüldükçe başka bağlamlarda tekrar sorun olarak karşımıza çıkarlar ve çözülmeyi beklerler. Dinamiktirler; zaman içinde değişerek tekrar karşımıza çıkarlar ve yine çözülmeyi beklerler. Nihayet, karmaşıktırlar; aralarındaki çoklu ve sıkı bağlantılar nedeniyle birbirlerinden soyutlanarak çözülemedikleri için bütünsel, yani sistemik bir bakış açısı gerektirirler (Capra & Luisi, 2014: xi ve Dorst, 2018: 20 – 29).
Bu durum Albert Einstein’ın en çok alıntı yapılan, ama duruma göre farklı biçimlerde ifade edilen, aşağıda biraz değiştirilerek zenginleştirilen şu ünlü sözünü hatırlatır: Bir sorun, içinde ortaya çıktığı bağlamdan hareketle ya da ortaya çıktığında kullandığımız düşünce biçimiyle asla çözülemez (Zohar, 2018: 59 ve Dorst, 2018: 69). Zaten, bu ifadede bir döngüsellik, bir paradoks, hatta fraktal gizlidir: Dünya düşünce biçimimizle ilgilidir ve onu ancak bu düşünce biçimimizi değiştirerek değiştirebiliriz. Çünkü eğer sorun asli bağlamında çözülebilseydi, ortaya çıkmazdı. Düşünce biçimimizi değiştirmek ise Thomas Kuhn’un (1982) paradigma değişimi ya da kayması dediği şeydir. Kuhn’a göre bilim birikimsel bir süreç izlemez ve keşfe dayanır. “Keşif, bir ayrılığın farkına varılmasıyla başlar… Keşif süreci, bundan sonra aykırılığın baş gösterdiği alanın olabildiğince geniş şekilde taranmasıyla sürer. Bu sürecin son bulması, paradigma kuramına aykırı olan nesne bildik bir nesne haline gelene kadar değiştirilmesiyle mümkündür” (Kuhn, 1982: 75-76). Bu makalenin konusu olan kuantum kuramı, sistem düşüncesi, karmaşıklık ve kuantum organizasyondan, her biri, birer paradigma değişimine tekabül eder.
Kuantum Dönemi: Makineden Ağlara
Ian Hacking’e göre “Yirminci yüzyıl fiziğinin en belirleyici kavramsal olayı dünyanın deterministik (belirlenimci) olmadığının keşfidir. Uzun süre metafiziğin kalesi olan nedensellik devrilmiş ya da hiç olmazsa sarsılmıştır: Geçmiş gelecekte ne olacağını tam olarak belirleyemez” (Hacking, 2005: 13). Bilindiği gibi determinizm, uzun süredir temel bilimsel program olarak kabul edilen Newton mekaniğinin en temel unsuruydu ve hemen her şey kesin bir biçimde ölçülebiliyordu.
Fizik alanında yirminci yüzyılın üç önemli keşfinden ikisi Einstein’ın özel ve genel görelilik kuramı ile (1905-1917); aralarında Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Louis de Broglie, Erwin Schrödinger, Wolfgang Pauli, Werner Heisenberg ve Paul Dirac’ın da bulunduğu uluslararası fizikçilerin formülleştirdiği kuantum kuramıdır (1920-1930).
1642-1727 yılları arasında yaşayan ve 250 yıl hüküm süren Newton fiziğine göre evren mükemmel biçimde işleyen bir makine olarak görünüyordu. Gökyüzü ve yeryüzü farklı şeylerden meydana gelen farklı âlemler olarak düşünülmüyor, zaman, mekân ve bunların kuralları tüm ölçeklerde aynı ve düzgün tek bir evrenin parçaları olup, her şey ahenk içinde sürüp gidiyordu. Kartezyen düşüncenin felsefi düzeydeki en büyük temsilcisi, “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Descartes’tı. Doğanın kaderinin matematikleştirilmek olduğunu öne süren Newton için Aexander Pope “Doğa ve doğanın yasaları saklanıyordu gecede / Tanrı dedi ki Newton olsun! Işık yayıldı her yere” diye yazacaktı (Crease ve Goldhaber, 2016: 11). Mistik şair ve ressam William Blake ise Newton’un acımasız eleştirmenlerinden biriydi. Tüm fenomenleri temelde yatan mekanik yasalara indirgeme eğilimini “tek gözlü bakış” olarak eleştiren Blake bu düşüncesini “Tanrı bizi tek gözlü bakıştan ve Newton’un uykusundan korusun” şeklinde dile getirmişti (Akt. Capra ve Mattei, 2017: 105).
Ancak Newton fiziği 1900 yılında pusuya düşürüldü ve farklı doğa yasalarının hüküm sürdüğü kuantum dünyasına girildi. Kuantum mekaniğinde Newton mekaniğine göre farklılıkların ortaya çıktığı alanlar, makroskobik ve mikroskobik dünyalardaki kuralların birbirine uymaması, herhangi bir homojoniteden söz edilememesi, zamanının süreklilik arz etmemesi, konum ve momentum gibi fiziksel özelliklerin aynı anda tespit edilemeyip ortama belirsizliğin hakim olması, öngörülemezlik ve nihayet atom – altı parçacıkların dünyasında yaptığımız ölçümlerin kendimizi bu işlemlerden soyutlayamaz oluşumuz, yani sonuçları etkilememizdi (Crease ve Goldhaber, 2016: 22). Bu arada Einstein’ın görelilik kuramı klasik objektiflik kavramını yıkmış, gerçek anlamda geçmişle bağlarını kıran ilk fizik kuramı ise kuantum mekaniği olmuştu. O kadar öyle ki kuantum mekaniği, insanoğlunu, tabiatın içine oturtmakla kalmayıp, makroskobik sayıda atomlardan oluşmuş “ağır” varlıklar diye adlandırmıştı (Prigogine ve Stengers, 1998: 263). Nitekim günümüzde, kuantum alan kuramına göre, 13,72 milyar yıl önceki büyük patlama ile meydana gelen yıldızların tozlarından oluştuğumuzu söyleyen çok sayıda fizikçi vardır.
Einstein’ın özel görelilik kuramı birbirine göre farklı hızlarda giden sistemlerde nesnelerin hızları da farklı görünür ve evrensel bir sabit olan ışık hızı, ne kadar hızlı hareket ederlerse etsinler tüm gözlemciler için aynı olup hiçbir zaman ulaşılamaz bir büyüklüktür (299.792.458 mt/sn). Bu yalın fikir kütle ile enerjinin denkliği gibi (E=mc²) çığır açıcı sonuçlara yol açar ve örneğin ışık hızına yakın olayların tasvirinde her şeyin göreli olduğu söylenip üç uzay koordinatına zamanı da eklenerek uzayzaman kavramına ulaşılır. Böylelikle Newton’un mutlak zaman ve uzay kavramı yıkılmış olur. Genel görelilik kuramında ise uzay artık maddeden bağımsız bir şey olmadığı için uzayın kendisi kütleçekim alanı olur ve gezegenlerin güneş etrafında dönmelerinin nedeni uzayzamanın bükülmesine bağlanır.
Kuantum fizikçilerinin ortak görüşüne göre kuantum mekaniğin temel karakteristiklerinden en önemlisi dalga/parçacık ikiliğidir. Atom–altı düzeyde ışığın dalga/parçacık ikiliği göstermesini ilk kez Einsteien keşfetmiş, bu ikiliği maddeye taşıyan ise Louis de Broglie olmuştur. De Broglie’ye göre dalga/parçacık ikiliği evrensel bir özellik olup hareket eden her şey hem dalgaların hem de parçacıların özelliklerini taşır (Smolin, 2013: 81).
Werner Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ne göre kuantum fiziğinde, bir parçacığın konumu (koordinatları) ve momentumu (kütle x hızı) aynı anda kesin bir doğrulukla ölçülemez. Bu ilke ile kuantum mekaniğinin “olasılıkçı” karakteri ortaya konmuştur. Dalga/parçacık ikiliğinde olayın bir yönü vurgulanırsa öbür yönü belirsiz kalır ve bu ikisi arasındaki kesin bağıntı, belirsizlik ilkesince tayin edilmiştir. Bu bağıntıyı daha iyi kavramak için Niels Bohr tamamlayıcılık fikrini ortaya atmış ve gerek parçacık tasvirini, gerekse dalga tasvirini aynı gerçekliğin iki tamamlayıcı tasviri saymıştır. Bohr bunun fizik alanı dışında da yararlı bir kavram olabileceğini savunmuştur. Yin ve yang zıtları kutupsal ya da bütünleyici bir tarzda birbirleriyle ilişkili olduğundan modern bütünleyicilik kavramı Niels Bohr üzerinde derin bir etki yaratan antik Çin düşüncesinin sonucudur (Capra, 2009: 92).
Atom fiziğindeki gözlem işlemlerinin dikkatli bir analizi, atom – altı parçacıkların yalıtılmış varlıklar olarak hiçbir anlamı olmayıp değişik gözlem ve ölçüm işlemleri arasındaki birbirine bağlı ya da bağıntılı (correlative) bir ilişki şeklinde anlaşılabileceğini gösterir. Bundan dolayı atom – altı parçacıklar “şeyler” değil, ”şeyler” arasındaki karşılıklı bağlantılardır ve bu “şeyler”, sırasıyla öbür “şeyler” arasındaki bağıntılardır ve bu böyle sürer gider. Kuantum teorisinde “şeyler”e asla son veremezsiniz; daima bağlantılarla uğraşırsınız (Capra, 2009: 93-94). Niels Bohr’un ifadesiyle, “Yalıtılmış maddesel parçacıklar yalnızca birer soyutlamadan ibarettir. Bu nedenle onların özelliklerini tanımlayamayız. Onları ancak diğer sistemlerle giriştikleri etkileşimler aracılığı ile gözlemleyebiliriz” (Bohr, 1961: 56-57). Heisenberg’in söylediği gibi, “Böylelikle dünya olayların, karmaşık bir dokusu olarak belirmektedir; bu dokuda farklı türlerdeki bağlantılar yer değiştirir, çakışır veya birleşir ve özellikle bütünün dokusunu belirler” (Akt. Capra, 2000: 31). Kısaca kuantum fiziği parçalardan bütüne yol alan kavramsal bir değişime neden olmuştur. Ek olarak, dünya artık birbirini izleyen kuantum olaylar dizisi olup, mikro ve makro olayların kaynaşması, dalgalanmalar, rastlantılar bütünü olarak önceden belirlenemeyen ilişkiler manzumesidir (Rovelli, 2018: 130-133).
Sistem Düşüncesi
Frijof Capra ve Pier Luigi Luisi gelinen noktayı Kopernik Devrimi kadar radikal bir paradigma değişiminin başlangıcı sayıyorlar ve ekliyorlar, keşfedilen maddi dünya, birbirinden ayrılmaz ilişkilerden oluşan, bir desen, bir ağ ve kendi kendini düzenleyen bir sistemdir. İnsan vücuduna bakışımız, onun sadece bir makine ve onu yönlendiren beyinden ibaret değildir. Gelişme, artık, varlığımızı sürdürmek için rekabetçi bir mücadele anlayışından ziyade yaratıcı ve yenilikçi işbirliklerin dansı anlamına gelmektedir. Karmaşıklık üzerine yapılan yeni vurgu ile ağlar ve organizasyon desenleri (ilişki) yeni bilimin yavaş yavaş belirdiğini göstermektedir. İşte beliren bu yeni yaşam anlayışı, ilişkiler, desenler ve bağlamlar demektir ki, bu tür düşünce biçimine “sistemik düşünce” denir (Capra & Luisi, 2014: xi-xii).
Sistem, kendini oluşturan elemanların ya da parçaların tutarlı ve uyumlu bir biçimde organize olduğu, bir amaç ya da fonksiyon ifa etmek üzere birbirine bağlı olan yapı ya da desen, olarak üretilen davranış kümeleridir (Meadows, 2008: 11).
Okullar, şehirler, kurumlar ve ulusal ekonomi bir sistemdir. Hayvanlar ve ağaçlar birer sistemdirler, ormanlar ise hayvanlar ve ağaçları da içine alan daha büyük sistemlerdir. Dünya, güneş sistemi, galaksiler de birer sistemdir ve sistemler sistemler içine gömülmüşler ya da yuvalanmışlardır. Nitelikleri daha küçük birimlere indirgenemeyen sistemler değişebilir, öğrenebilir, adapte olabilir, hedef koyabilir, yaraları onarabilir, kendi kendine organize olabilir ve kendi kendilerini tamir edebilirler. Geribesleme döngüleriyle, kendi kendine organize olma özellikleri sistemlerin temel unsurlarıdır. Tüm yaşam, tüm insan çabaları, biyolojik evrim, bireysel, endüstriyel ve sosyal olarak enformasyon bağlamında yaptığımız her şey bir geribesleme döngüsüdür. Herhangi bir süreç ya da etkinliğin çıktısıyla ilgili bilginin kaynağına iletilmesi anlamıma gelen geribesleme (Capra, 2000: 58) dengelleyici (negatif) ve güçlendirici (pozitif) olmak üzere iki tür olarak karşımıza çıkar. Dengeleyici geribesleme döngüleri değişime karşı direnç ve kararlılık kaynağı olan eşitlikçi özellikler taşırlar. Güçlendirici geribesleme döngüleri ise kendi kendine değer katıp büyüyerek yükselen ya da küçülerek çöküşe neden olan döngülerdir.
Karmaşık sistemlerin en olağanüstü özellikleri, öğrenme, farklılaşma, karmaşıklaşma ve gelişebilmeleridir. Bir sistemin kendini daha karmaşık bir yapı olarak gösterebilme kapasitesi kendi kendini organize etme olarak isimlendirilmektedir. Kendi kendine organize olan sistemler girdaplar gibi olup çevrelerinden gerekli materyal ve enformasyonu alarak daha üst düzeyde dinamik bir desen oluştururlar (Zohar, 1994: 198). Kendi kendine örgütlenme örneklerini, kristalize olan kar tanesinde, karınca kolonilerinin yaşam tarzlarında, göçmen kuşların sürüler halinde uçarken yorulanların arka sıraya geçip (V) çizmelerinde, konuşmasını öğrenen bebekte, küçük yaraların hiçbir müdahale olmaksızın hızla iyileşmelerinde, düşünebilen beyinlerimizde ve daha pek çok şeyde gözleyebiliriz.
Sistem düşüncesinin özellikleri ise Aristoteles’in, “Bütün parçaların toplamından büyüktür” ifadesinin popülerleşmesiyle vücut bulur ve parçalardan bütüne, nesnelerden ilişkilere, ölçümlemeden haritalamaya, kantiteden kaliteye, yapıdan sürece, objektiviteden epistemolojiye, Kartezyen kesinlikten yaklaşık bilgiye geçiş olarak sıralanabilir (Capra & Luisi, 2014: 80-83).
Doğrusal Olmayan Dinamik Sistemler: Karmaşıklık
Önce kuantum kuramındaki, sonra da sistem düşüncesindeki gelişmeler, 1970’lerde, yaşayan sistemlerin muazzam karmaşıklığını çözümlemek amacıyla klasik sistem kuramından daha üstün olan ve karmaşık matematiksel modellerin kullanıldığı bir aşamayı gerekli kılmıştır. Özellikle meteorolojik tahminler gibi – ki ilk kez 1960’larda Edward Lorenz tarafından keşfedilmiştir – başlangıç durumuna hassas bağımlılığın hakim olduğu sistemlerde, ünlü deyişle Arizona’da kanat çırpa kelebeğin Hindistan’da fırtına yarattığına şahit olunmuş ve adına da Kelebek Etkisi denerek kaosun eşiğine gelinmiştir. David Feldman’a göre zamanla modern bilimin önemli bir parçası olan ve diğer akademik disiplinler tarafından ödünç alınan kaos sözcüğü teknik anlamda ilk kez 1975 yılında, matematik sistemlerde düzenli olmayan davranışları ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Tahmin edilemeyen davranışlar gösteren bir fenomen olan kaos genellikle dinamik sistemler olarak bilinen çalışma alanının konusudur (Feldman, 2014: 3).
Küçük değişikliklerin büyük farklar yarattığı doğrusal olmayan sistemlerde kullanılan matematikten biri de yukarıda sözü edildiği gibi Benoit Mandelbrot tarafından kurulan Fraktal Geometridir ve doğanın geometrisine dayanır. “Bulutlar küre, dağlar koni, kıyı şeritleri daire değildir. Ne ağaç kabuğu düzgündür, ne de yıldırım düz bir hat üzerinde ilerler” (Mandelbrot, 1983: 1). Fraktaller, kendilerini farklı ölçülerde tekrarlayan motiflerdir. Başka bir deyişle fraktal, her bir parçası bütünün yansıması olan desen ya da şekil olarak tanımlanabilir Doğadan sıkça kullanılan bir örnek brokolidir; her küçük çiçekçik temel motif olarak kendisini tekrarlayarak bir sonraki çiçekçik katını oluşturur ve böylece brokolinin nihai şekli tamamlanır. Ağaçlar, yıldırımlar, kıyılar, akciğerlerimiz ve daha pek çok şey fraktal örneği teşkil ederler.
Kuantum ve Fraktal Organizasyonlar
Buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı üzere, insanoğlu, her şeyin birbirine dokunduğu, küçük değişikliklerin büyük farklar yarattığı, belirsiz, öngörülemez, denge dışı ve bir desen oluşturan karmaşık bir dünyada yaşamaktadır. Bu dünyada yol alabilmek için, kendileri de birer sistem olan kurumların, kuantum ilkeleri doğrultusunda örgütlenmeleri yerinde olacaktır. Çünkü bu sorunlarla, ancak, devrimci, yaşayan, rekabetçi, küresel ekonomiyle eşleşen organik yapılar olan (Şenyılmaz, 2012: 29) kuantum organizasyonlar baş edebilirler.
Danah Zohar’ın da (2018) ifade ettiklerine yukarıdaki tespitleri dikkate alarak yapılan eklemeler ışığında, kuantum organizasyonların şu özelliklere sahip oldukları öne sürülebilir:
- Olaylar daima bir bağlam içinde gerçekleştiği için kendilerini küresel bir bağlam içinde bulan kuantum organizasyonlar bütüncül olup, sorunlara sistemik yaklaşırlar.
- Düzen ile kaos arasında, parçacık ve dalga benzeri haller gösteren kuantum ve karmaşık sistemler öngörülemez oldukları ve ortama belirsizlik hakim olduğu için kuantum organizasyonlar esnek ve hassas olmalıdır.
- Kuantum organizasyonlar alt kademeden tepeye kadar kendi kendini düzenleyen ve gelişen bir yapı sergilemeli, her bir birimi tüm kurumun mükemmel bir temsili olarak faraktal bir özellik taşımalıdır. Sağlıklı büyümenin anahtarı budur.
- Bu bağlamda, mekanik organizasyonlarda plan ve programlar yöneticiler tarafından yapılıp yukarıdan aşağıya doğru dikte edilirken, kuantum organizasyonlarda çalışanlar kendi kendilerini organize ederler (Şenyılmaz, 2012: 29). Yani kuantum organizasyonlarda ilişkiler hiyerarşik olmayıp yataydır ve esas olan ekip çalışmasıdır.
- Kuantum organizasyonlar çeşitlilikle zenginleşirler. Ne de/ya da, karşısında tıpkı parçacık/dalga ikiliğinde olduğu gibi hem/ve’ye yer açmalıdır. Einstein, gözlemciler ne kadar çoksa, evrende o kadar çok perspektif olduğunu söyler.
- Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi, bir kuantum sistemine müdahale edip onu değiştirebileceğimizi gösterir. Bir kuantum organizasyonu doğaçlama bir caz seansına benzetilebilir. Senfoni orkestrasında her müzisyen kendi enstrümanına odaklanır, ama şeflerin yorumları farklı olduğu için farklı orkestralardan farklı yorumlar çıkar. Böylece bütün parçaların toplamında büyük bir hal alır.
- Kuantum organizasyon oyunbaz olabilir. Sıkı ve sonuç odaklı organizasyonlar başarısızlıktan korkarlar. Hep ölçülebilir başarı peşinde koşarlar. Ama doğa ve çocuklar deneme yanılmayla öğrenir. Doğrusal olmayan sistemler kaosun içinden geçmek zorundadır. Bir kuantum organizasyon risk almanın değerini bilen oyun ve ödül yapılarını teşvik eden bir alt yapıya sahip olmalıdır.
- Kuantum organizasyon vizyon merkezli ve değer güdümlü olmalıdır. Newtonian organizasyon bir ürün satar. Kuantum organizasyon insanların anlam arayışında olduğunun farkındadır ve daima yeni olasılıklara doğru kendilerinin ötesine uzanan evrimci sistemdir. Kuantum mekaniğinin olasılıkçı karakteri, kuantum organizasyonları sürekli senaryo yazmaya zorlar. Geribeslemeleri sürekli izleyerek dallanma noktalarının farkına varmak bunun için olmazsa olmaz koşuldur.
- Kuantum fiziğine göre gözlemci gözlenenin parçası olur. Yani katılımcı bir evren söz konusudur. Kuantum organizasyon sadece kendi işine odaklanmaz, çevresinde olan bitenlere duyarlıdır. Bu bağlamda kuantum organizasyon çevreci olup toplumun değerlerine saygılı olmalıdır, çünkü onlarla birlikte var olur.
- Bir kuantum organizasyon için, “gelecek işte orada” değildir; yaratılır.
Öte yandan, kuantum liderler her türlü değişime açık, belirsizlikten kaçmayan, tam tersine, bu durumu fırsata çevirebilecek cesarete sahip olan kişilerdir (Üzüm ve Uçkun, 2019: 88). Kuantum liderlerin yetenekleri ise, bir amaca yönelik olarak görebilmek, paradoksal düşünebilmek, canlı olarak hissedebilmek, sezgisel olarak bilebilmek, yaşam sürecine güvenmek, sorumlu davranmak ve ilişki içinde olabilmektir (Şenyılmaz, 2012:30-31).
Son olarak kısaca fraktal organizasyon ve fraktal liderlikten söz etmek gerekirse şunlar söylenebilir: Kuantum organizasyonlarda olduğu gibi yatay ilişkilerin hakim olduğu fraktal organizasyonlarda, organizasyon boyunca ve her kademede sorumluluk ve hesap verebilirlik söz konusudur (Ssali, 2017: 26). Ssali’nin, Shoham ve Hasgall’dan (2005) aktardığına göre, fraktal liderlik her hangi bir sistemin dönüşümü içim kritiktir.
Fraktal liderliğin işlevleri, desenin (organizasyonun) bütünlüğünü oluşturan amaç ve değerlerini gözetmek, sürekli iyileştirme için fikir üretmek ve sorunları çözümlemek için gerekli katılımı sağlamak, fonksiyonel olarak karar vermek, entelektüel sermaye olan çalışanların gelişimine azami özen göstermek, dışa yönelik rekabet enerjisi yaratmak, çalışanların hedeflerini fraktal boyutlarda senkronize etmek, çevre ile başa çıkmak, kaynakları yerelleştirmek, iş süreçleri ve bilgi transferini kolaylaştırmak ve her fraktal (birim) için kurulan öz-geliştirme sistemini devamlı kılmak şeklinde özetlenebilir (Ssali, 2017: 61).
Notlar ve Kaynakça
Fraktal terimi parçalanmış ya da kırılmış anlamına gelen Latince “fractus” sözcüğünden türetilmiştir. İlk olarak 1975’te Polonya asıllı matematikçi Beneoit B. Mandelbrot tarafından ortaya atılan fraktal kavramı, yalnızca matematik değil, fiziksel kimya, fizyoloji ve akışkanlar mekaniği gibi değişik alanlar üzerinde önemli etkiler yaratan yeni bir geometri sisteminin doğmasına yol açmıştır.
Bohr, Niels (1961). Atomic Theory and the Description of Nature, UK: Cambridge University Press.
Capra, Fritjof (2000). Yaşamın Örgüsü: Zihnin ve Maddenin Yeni Bir Sentezi, çev. Beno Kuryel, İstanbul: Yapı Merkezi.
Capra, Frifjof (2009). Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, çev. Mustafa Armağan, İstanbul: İnsan Yayınları.
Capra, Fritjof & Luisi, Pier Luigi (2014). The Sytems View of Life, A Unifying Vision, UK: Cambridge University Press.
Capra, Fritjof ve Mattei, Ugo (2017). Hukukun Ekolojisi, çev. Ebru Kılıç, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Crease, P. Robert & Goldhaber, A. Scharff (2016). Kuantum Dönemi, çev. Vural Arı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Dorst, Kees (2018). Yenilikçi Çerçeve: Tasarımın Getirdiği Yeni Düşünme Biçimleri, çev. Erkan Ünal, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Feldman, P. David (2014). Chaos and Fractals, An Elementary Introduction, NY: Oxford University Press.
Hacking, Ian (2005). Şansın Terbiye Edilişi, çev. Mehmet Moralı, İstanbul: Metis Yayınları.
Kuhn, Thomas (1982). Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, İstanbul: Alan Yayıncılık.
Mandelbrot, B. Benoit (1983). The Fractal Geometry of Nature, NY: W. H. Freeman and Company
Meadows, H. Donella (2008). Thinking in Systems, VT: Chelsea Green Publishing.
Prigogine, Ilya ve Stengers, Isabelle (1998). Kaostan Düzene, çev. Senai Demirci, İstanbul: İz Yayıncılık.
Rovelli, Carlo (2018). Gerçeklik Göründüğü Gibi Değildir, çev. Tolga Esmer, İstanbul: Can Sanat Yayınları.
Shoham, S. & Hasgall A (2005). Knowledge workers as fractals in a complex adaptive organization. Knowledge & Process Management, 12 (3), p 225-236.
Smolin, Lee (2013). Time Reborn, New York: Houghton Mifflin Harcourt.
Ssali, Muhammed Bisaso (2017). Kadın ve Erkek Müdürlerin Fraktal Liderlik Uygulamalarının Karşılaştırmalı Bir Analizi (Mbale- Uganda), Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Dalı, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi.
Şenyılmaz, Abdullah (2012). Yönetimde Kuantum Yaklaşımı, Organizasyonel Enerjinin Ölçümü İçin Bir Model, Basılmamış Doktora Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü.
Üzüm, Burcu ve Uçkun, Seher (2019). Post Modern Bir Metafor: Kuantum Organizasyonlar ve Kuantum Liderlik, The Journal of Social Science, Yıl: 3, Cilt: 3, Sayı: 5, ss. 80-90.
Zohar, Danah (1994). The Quantum Society, NY: Quill, Wiliam Morrow.
Zohar, Danah (2018). 21. Yüzyılda Kuantum Liderlik, çev. İlke Haydaroğlu, İstanbul: The Kitap Yayınları.
Metaların İkili Karakteri ve Paranın Doğuşu Mavi Köşe ile Şadırvan