Araştırma(cı)nın Poetikası (2)

Biliniyor, araştırma yapmak, temsili bir örneklemle ya da derin uzun görüşmelere dayanarak oluşturduğumuz içgörülerle temel motifi keşfedip değiştirerek tüm sistemi değiştirmeye – kelebek etkisi yaratarak ve fraktallaşarak – çalışmaktır. İşte asıl mesele elde ettiğimiz araştırma sonuçlarından yola çıkarak hazırladığımız stratejiyle kelebek etkisi yaratıp sistemi değiştirmektir. Bunun bir yolu Siyah Kuğu’lar peşinde koşmak olabilir.  Beklenmedik biçimde, nadiren ve sıradan olan, ama olağanüstü bir güce sahip olup, ortaya çıktıktan sonra açıklanabilir bir nitelik taşıyan Siyah Kuğu’lar bir araştırmacı için maden niteliğindedir; keşfedebilene tabi…

Öte yandan bütüncül (holistik) bakış, araştırma serüvenini sadece anket yapmanın ötesine taşır ve çoklu perspektifi gerekli kılar. Çoklu perspektif, kantitatif ile kalitatifin harmonik bir bileşimi olup bizi farklı bakış açıları ile tanıştırır.

Peki nasıl? Kelebek etkisi yaratacak fikirlere nasıl ulaşabiliriz? Siyah Kuğuları nasıl yakalayabiliriz?

Bunun tek cevabı var: YARATICI ARAŞTIRMA!

 

Yaratıcı Ar 1

 

Yaşamı boyunca yaratıcılığın büyüleyici sorularıyla meşgul olan Rollo May Yaratma Cesareti ’nin önsözünde, “Homer, Truva Savaşı gibi külliyetli bir olguyla karşılaştığında, bunu nasıl Yunan uygarlığının ahlakı için yol gösterici olan bir şiire inceltti?” [1]diye sorar. Tam da Antik Yunan’da şairlerin kâhin sayılıyor olmalarıyla çakışan bir yaklaşımı ortaya koyan sorudur bu. May’a göre yaratıcılık yeni bir şeye varlık kazandırma sürecidir. Webster’e göre ise yaratıcılık, yapma, varlığı ortaya çıkarma süreci olarak tanımlanır.[2]

Araştırma sürecini hep yaratıcı süreçle bir ve aynı şeyler olarak görmüşümdür. Öyleyse devam ediyorum.

Karşılaşma ve Ele Geçirilme: Yaratıcı edimde dikkatimizi çeken ilk şey bir karşılaşma “encounter” olmasıdır. Biz araştırmacılar önce bir sorunla karşılaşırız. Sonra da o sorunu tüm veçheleriyle kavrayabilmek için, onun tarafından ele geçiriliriz; tıpkı ressamların resmetmeyi amaçladıkları bir kır manzarasıyla karşılaşıp ona bakmaları, onu gözlemeleri, onun içine emilip, onun tarafından yutularak, ele geçirilmeleri gibi. Bunu, sevgili tarafından ele geçirilme olarak daha iyi açıklamak mümkündür, ama işin içine felsefe girer, denemeyelim. Ama şunu söyleyebiliriz: Soru işareti yeterince derine konmuş demektir.

Karşılaşmanın Yoğunluğu: Yaratıcı edimin ikinci unsuru karşılaşmanın yoğunluğudur. Gömülmek, emilmek, kapılıp gitmek, diğer bir deyişle yaratıcılık yoğun bir farkındalık, bir bilinç artışı olarak nitelenebilir. Yaratıcılık, canlılık ve yaşam enerjisi, yaratmak bir “vecd” halidir; kendinden geçercesine dalgın olma, ilahi aşka dalma, aşırı heyecan, kederlenme de diyebiliriz. İşte bu semptomları veren bir araştırmacı – artık tutkun bir aşka düşmüştür! – sorunu tüm bakış açılarından incelemiş, ona tamamen vakıf olmuş demektir.

Karşılaşmanın Yoğunluğuna Bir Örnek: Öz ve Görüntü

2010 yılının Temmuz’unun kavurucu sıcağında, güneyde bir tatil köyünde, şezlonguma uzanmış, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde ’sinin ikinci cildi olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde’yi okuyordum. Bu ciltte, anlatıcının etrafında pervane olduğu müstesna kadın Odette’e olan tutkusu ile tatil yöresi Balbec’te iken ele avuca sığmayan çiçek açmış genç kızlardan Albertine’e olan aşkı anlatılır. Bir ara şezlongtan düşecek olduğumda şu satırların altını çiziyordum:

 Dış görünüşü sıradan bir eve girip içeride hazineler, hırsızlık aletleri veya cesetler bulsak nasıl şaşırırsak, başkalarının gerçek hayatını, görünür dünyanın ardındaki gerçek dünyayı keşfettiğimizde de, eğer herkesin bize söyledikleri sayesinde oluşturduğumuz, kendimiz hakkındaki izlenim yerine, biz yokken hakkımızda söylediklerinden, bizim ve hayatımız hakkında bambaşka bir izlenime sahip olduklarını öğrenirsek, aynı derecede şaşırırız.” [3]

İşte, öz ve görüntü bu olmalıydı. Bir kurumun itibarından söz edildiğinde, o kurum hakkında sahip olunan ve zihinlerimizde canlanan duygu, düşünce ve izlenimler, bizden bağımsız olarak bambaşka bir nitelikte var olup o kurumun özünü teşkil ediyor olmalıydılar. Mesele onu ortaya çıkarabilmekti.

Ve ben, beni benden alan, sürekli düşündüğüm bir araştırma sorununu o yaz Proust’la çözdüm.

İnsanın Kendi Dünyası ile Karşılaşması: Nihayet, yaratıcılık, sanat ya da bilim insanının – bizim olayımızda ise araştırmacının – kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır. Dünya (nesnel kutup) ile benlik (öznel kutup) arasındaki kesintisiz bir diyalektik ilişki vardır. Bu anlamda “Yaratıcılık bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.”[4] Kendi dünyasıyla karşılaşan – ki, bu kuşkusuz entelektüel olmayı gerektirir – bir araştırmacı en özgün en farklı, en çarpıcı, hatta en tuhaf araştırmayı yapabilecek kıvama gelmiş araştırmacıdır.

İşte Cézanne’a ait bir yaratıcı süreç hikâyesi:

“Cézanne bir ağaç görür. Ağacı daha önce kimsenin görmediği gibi görmüştür. O sırada, kendisinin söylediği gibi ‘ağaç tarafından ele geçirilmeyi’ yaşamaktadır. Ağacın kemerlenen ihtişamı, kucaklayıcı yayılışı, toprağı kavrayışındaki narin denge ve başka birçok özelliği onun algısı tarafından emilmekte ve sinirsel yapısı boyunca hissedilmektedir. Bunlar onun yaşadığı görünün parçalarıdır. Bu görü, sahnenin bazı yanlarının dışarıda bırakılmasını, diğer bazılarına daha fazla vurgu getirilmesini ve sonra bütünün yeniden düzenlenmesini içermektedir; ama ortaya çıkacak olan tüm bunlardan fazla olacaktır. Öncelikle, bu artık bir ağacın görüsü değil, Ağaç’ın görüsüdür. Cézanne’ın bakmakta olduğu somut ağaç, ağacın özü biçimini almıştır. Görüsü her ne kadar özgün ve tekrarlanamaz olsa da, onun özel ağaçla karşılaşmasından doğan tüm ağaçların görüsüdür yine de.”[5]

Ortaya çıkan ya da varlığa kavuşan şey, yaratılırken konuşmasına izin verilen, benzersiz, daha önce var olmayan ve ressamına özgü bir Ağaç’tır. Bizimki de özgün bir Araştırma!

Bazen hayallere dalarız. Gece yatığımızda, yolda yürürken ya da yemek yerken gözümüzün önüne tablolar gelir, kafamızda sayılar uçuşur, standart hatayı düşünür, şöyle bir sonuca varabilirim diye düşünür dururuz. Ve ilham perisi omzumuzdan seslenirken araştırmanın bir özeti, can alıcı sonuç cümlesi hatta sloganı beliriverir. Çünkü düşünceler atomlar ya da elektronlardan daha ince bir niteliğe sahiptir.

Tıpkı Wolfgang Amadeus Mozart’ın hikâyesi gibi:

“Diyebilirim ki, tamamen kendimde, tek başıma ve keyfim de yerinde olduğunda, mesela bir arabada giderken, iyi bir yemekten sonra yürüyüş yaparken veya geceleri uyuyamadığımda, işte fikirler en çok bu gibi durumlarda akmaya başlıyor ve daha verimli oluyor. Ne zaman ve nasıl geleceklerini bilemiyorum, kendimi zorladığım zamanlarda gelmezler… Elimdeki konu kendi kendini genişletiyor; düzenli ve tanımlanmış hale geliyor ve uzun olmasına rağmen, zihnimin içinde neredeyse tamamlanmış ve bitmiş bir durumda, iyi bir tablo ya da güzel bir heykel gibi, bütünü bir anda gözümün önüne getirebiliyorum. Bölümleri birbiri ardına duymuyorum ama yine de duyuyorum; öylesine, hepsini bir anda (gleich alles zusammen). Bunun nasıl haz olduğunu anlatamam! Bütün bu icat etme, üretme, keyifli ve canlı bir rüyanın içinde gerçekleşiyor.”[6]

Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nin tavanına resmettiği Âdem’in Yaratılışı (Creation of Adam) freski, sanatçının, hemen her gün yerden metrelerce yükseklikteki iskelenin üstünde sırt üstü yatarak dört yılda tamamladığı bir şaheserdir. “Sistine Şapeli’nin tavanı çoğumuz için mükemmeliyetçi yaratının varabileceği en son noktadır. Tanrı gerçekten de uyanmakta olan Âdem’e uzanmış, O’na doğru uzanan parmağından kendi Tanrısal gücüyle yaşam yollamaktadır.”[7] Tabi Tanrı olmanın bir âlemi yok!

Einstein’ın Princeton’da yakın çalışma arkadaşına sorduğu şu soruya benzer bir soru sorduğumuz zaman meselenin içine dalmış, onun tarafından ele geçirilmişiz demektir. “Neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor?”

Ben liseyi yatılı okuduğum için alışkanlık edinmiş olabilirim; sabahları daha verimli çalışıyorum. Ama “kafamda bir şimşeğin çaktığı”, “bir şeyin birden içime doğduğu”, “şafağın söktüğü” ya da “kafama dank ettiği”  anlar genellikle gece yattıktan sonra, ara sıra da yolda yürürken oluyor. Cemal Süreya gece saat iki de kalkar, bir duble rakısını koyar, şiirini yazarmış.

Rollo May farkındalık düzeyimizin altındaki derinliklerden fırlayıp gelen fikirlerin yer aldığı bu alana “bilinçdışı” diyarı diyor ve orada bir takım gizilgüçlerin olduğunu söyleyerek, bu diyarı “özgür yaratıcılığın”  kaynağı ilan ediyor.

 

Yar Ar 2

 

Thomas H. Davenport ile Jinho Kim’in birlikte yazdıkları ve özellikle kantitatif analizde yaratıcılığı ele aldıkları kitapları doyurucu bilgiler içermektedir; tüm araştırmacılara tavsiye ederim. Yazarlara göre yaratıcı ve analitik düşünmenin dört aşaması vardır.[8]:

Hazırlık (Preparation) Aşaması: Problemi tanımlamayı, değişkenleri tespit etmeyi ve konu ile ilgili önceki, yani ikincil verilere ulaşmayı içerir.

İçine Dalma, Özümseme (Immersion) Aşaması: Elde ettiğimiz ikincil veriler ışığında tanımladığımız problemi çözebilmek için genel olarak araştırmanın modelini kurmayı, özel olarak ise hangi veri toplama ve veri analizi tekniklerini kullanacağımızı tespit ettiğimiz aşamadır.

Kuluçkaya Yatmak (Incubation) Aşaması: Veri analizi aşamasının tam ortasında olduğumuz aşamadır. Bu aşama elde ettiğimiz verilerden bilgi elde etmek için düşünceye daldığımız aşamadır.

İçgörü (Insight) Aşaması: Artık “puzzle”ın parçalarını birleştirebilir, yeni bilgiler ürettiğimiz senteze ulaşabiliriz.

Sadece araştırmacılıkta değil, yaşamın her alanında gerekli analizleri yaptıktan sonra senteze ulaşmak çok önemlidir. Kuşkusuz, bir roman, bir senfoni ya da bir resim karşımıza bir sentez olarak çıkar.

* * *

Yunanlı şair Archiloschus’a göre “Tilki çok şey bilir, ama kirpi büyük, tek şey bilir.” New York Times’da politik tahminler yapan istatistikçi Nate Silver’e göre iyi bir tahminci – ben araştırmacı diyorum – tilki olmalıdır. Çünkü tilkiler çokdisiplinlidirler, yani ilgi alanları geniştir. Diğer önemli özellikleri çabuk adapte olmaları, gereğinde özeleştiri yapabilmeleri, meraklı olmaları ve karmaşıklıkla baş edebilmeleridir. Tek bir alanda uzmanlaşmış olan kirpiler ise ideolojik olup esnek davranmaktan uzaktırlar.[9]

Ey Araştırmacılar! Tilki ya da kirpi olalım –  tilki daha uygun görünüyor –  standart modellerin dışına çıkarak, özgün, farklı, benzersiz, sıra dışı ve  ortalam(lar)dan sapan, ama yararlı,  değerli ve görünmeyeni gösterebilen araştırmalar gerçekleştirdiğimiz ölçüde mesleğimizi daha yükseklere çıkarabileceğiz. Bunun için bırakın, AKLINIZ UÇSUN!

 

Notlar

[1] May, Rollo. Yaratma Cesareti, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İst., 2012, s.35.

[2] A.g.e., s.64.

[3] Prust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Çeviren: Roza Hakmen, 14. Baskı, YKY, 2009, s.283.

[4] A.g.e., s.76.

[5] A.g.e., s.95. Metindeki dili kullanılan zaman itibariyle kısmen değiştirdim.

[6]  Andreasen, C. Nancy. Yaratıcı Beyin: Dehanın Nörobilimi, Çeviren: Kıvanç Güney, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2009,s.95.

[7] A.g.e.,s.160.

[8] Davenport, H. Thomas & Kim, Jinho. Keeping Up with the Quants, Harvard Business Review Press, Boston, Massachusetts, 2013, p.132-136.

[9] Silver, Nate. The Signal and The Art and Science of Prediction, Penguin Books, London, 2012, p. 53-54.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

2 thoughts on “Araştırma(cı)nın Poetikası (2)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.