20 08 2020
“İki Kültür”-Oğuz Atay-Entropi
“İki Kültür” kavramını, 1959 yılında Cambridge Üniversitesi’nde verdiği bir konferans nedeniyle, eğitimini Cambridge’deki Chirst’s College’de kimya doktorası ile tamamlayan, Lord Rutherford tarafından yönetilen ünlü Cavendish Laboratuvarı’nda çalışıp bitirdiği okulda öğretim üyesi olan, önce Sir sonra Lord Charles Percy Snow’a, kısaca C.P. Snow’a, borçluyuz.
Araştırmacı bir bilim insanı olması, kamu ve özel sektördeki üst düzey yöneticiliği, başarılı bir romancı ve eleştirmenliğiyle öne çıkan Snow’un, bu kadar farklı alana dokunabilmesi nedeniyle her kesimden dostu vardı. O her kesime dokunabiliyor, ama özellikle edebiyat ve bilim dünyasındaki dostları birbirlerine dokunamıyor, bırakın dokunmayı birbirlerini çeşitli gerekçelerle küçümsüyorlardı. Zekâca ve toplumsal kökenleri itibariye aralarında ciddi farklar olmayan bu iki grup birbirlerine okyanuslar kadar uzaktı. Snow’a göre iki zıt kutup oluşturan bu gruplardan birini “edebi entelektüeller” diğerini ise öncelikle fizikçilerin temsil ettiği “bilim insanları” oluşturuyordu. Bilim insanı olmayanlar bilim insanlarını küstah ve kendilerini beğenmiş bulma eğilimindeydiler, çünkü Rutherford’un gümbür gümbür gelen sesi kulaklarını sağır etmekteydi: “Bilimin kahraman olduğu çağdayız artık! Elizabeth çağındayız!” Öte yandan bilim insanları da edebiyatçı entelektüellerin basiretten zerre kadar nasip almamış olduklarına, sanatı da düşünceyi de varoluş anıyla sınırlamaya çalıştıkları için derinden derine anti-entelektüel olduklarına inanıyorlardı (Snow, 2010: 93-94).
Bir kutuptaki bilim insanları sanki Dickens son derece karmaşıkmış gibi, “Şey, biraz Dickens okumaya gayret ettim” diyebilmekte, diğer kutuptaki edebi entelektüeller ise Termodinamiğin İkinci Yasası’ndan (entropi) tamamen habersiz görünmekteydiler. Oysa bu yasa aslında “Hiç Shakespeare okudunuz mu?” sorusunun bilimsel eşdeğeri denilebilecek bir soruydu (Snow, 2010: 106).
Snow, söz konusu kültürlerin buluştukları hiçbir yer yok gibi görünmektedir diyerek ve buna üzülerek vakit kaybetmenin gereği olmadığını ifade eder ve ekler: “İki konunun, iki disiplinin, iki kültürün –hatta en uçta, iki galaksinin– çarpışması yaratıcı şanslar doğurmalıdır. Zihinsel etkinliklerin tarihinde bazı büyük atılımlar bu şanslar sayesinde yapılabilmiştir” ( 2010: 106-107).
Yukarıda ifade edildiği gibi edebi entelektüellerin oluşturduğu kültürün –ki buna beşeri kültür[*] de denir– geleneksel olup bilim kültürüne göre daha eski, bilim kültürünün ise daha “modern” olduğu söylenir. Ancak Wallerstein bu kronolojiye itiraz eder ve modern dünyada ilk ortaya çıkanın bilim kültürü olduğunu, beşeri kültürün ise bilim kültürünün yaratılmasının bir sonucu olduğunu ileri sürer (Wallerstein, 2007: 11). Zaten Snow’a göre de iki kültür simetrik değil hiyerarşiktir ve hangisinin daha yukarıda olduğu hâlâ tartışmalıdır.
Oğuz Atay Günlük’te şöyle yazar: “Eddington’u (The Nature of the Physical World) okuyorum. Yıllar önce okumuş olduğum ‘entropi’ sorunu yine ilgimi çekti. Benjamin’in Kafka’yı okurken, Eddington’un sözleriyle benzetme yapması ve entropi. Einstein’e göre milyarlarca yıl sonra evren bir ısı ölümüyle karşılaşacak –maksimum entropiye ulaşacak. Bize ne? denebilir. Kafka’nın dehşetinde bu entropiyi sezmesinin payı var. Ayrıca insan yaşarken ‘sezgi’ ile bu, milyarlarca yıl sonra olacak sıcak ölümün dehşetini duyabilir. Bence en korkuncu enerjinin her noktada olması; ‘Dehumanization’ denilen denen şey gerçekte bu olmalı. Kafka’nın insanlarında gittikçe bu ilgisizlik, farksızlık başlar. Entropi başlar yani… İnsanlar evrendeki başaşağı gidişin farkındadır sanki; bu yüzden bir yere ulaşılamayacağını (olumlu bir yere) bilirler. Aslında K. (romanların kahramanı) olumlu bir tiptir, ümitlidir, kazanamayacağını bildiği halde. Bu asil bir savaştır. Ümitsizliğe karşı savaştır. Entropiye karşı savaştır” (2011:249-250).
Atay, devamla, entropinin, evrenin başlangıcına doğru gidildiğinde azalıp yok olması gerektiğini yazar (2011:250).
* * *
Bir düzensizlik ölçüsü olan entropi, termodinamiğin ikinci yasasıdır ve evrenin entropisi sürekli artar. Artık işe dönüştürülemeyen enerji miktarının ölçümü olan entropi kavramı ilk kez 1865 yılında Alman fizikçi Rudolf Clausius tarafından kullanılmıştır. Clausius, termodinamiğin ikinci yasasını dünyada, entropi – elde edilemeyen enerji miktarı – her zaman maksimuma doğru yönelir şeklinde özetlemiştir.
Entropi bir fiziksel sistemin durumuna ilişkin bir belirsizlik ölçüsü olup bulunabileceği tüm olası durumlar arasından biridir (Gleick, 2014). Bir başka ama benzer tanım şöyledir: Entropi, bir sistemin gelişigüzel payının, diğer bir değişle düzensizliğin ölçümüdür ve zamanla artar. Yunanca ‘enerji’ ve ‘tropos’ sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelen (en+tropy) entropi fiziki bir sistemin evrim derecesini ölçen bir niceliktir (Capra, 1998). Jeremy Rifkin ve Ted Howard’ın ifade ettikleri gibi, ikinci yasa, tüm evrende her şeyin bir yapı ve değerle başladığını ve değiştirilemez biçimde rastgele kaos ve tükenmeye doğru gittiğini söyler… Entropi yasasına göre, evren ve dünya üzerinde herhangi bir yerde bir düzen yaratıldığında, bu, onu kuşatan çevrede daha büyük bir düzensizliğe sebep verme pahasına yapılır (1993). Sir Arthur Eddington’un tanımı ise nettir: Entropi, zaman oku olup tersinmezdir!
Erwin Schrödinger (2018) muamma olarak nitelediği yaşamın kökenini ararken, onu negentropi (negatif entropi) de bulur. Ona göre bir madde parçası bir şeyler yapmaya, hareket etmeye, çevresiyle madde alışverişinde bulunduğu takdirde var olmaya devam eder. Bunu yapamadığı takdirde termodinamiğin ikinci yasasına boyun eğer ve sönümlenerek dengeye ulaşır. Denge ise ölümdür. Yani canlı bir organizma çevresinden düzenlilik emerek negatif entropiyle beslenir.
* * *
Hilmi Tezgör Oğuz Atay’ın Öykülerinde Entropi (2018) başlıklı yazısında, Atay’ın Korkuyu Beklerken’deki Korkuyu Beklerken ve Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya adlı hikâyelerini ayrıntılı olarak analiz eder. Ölümle ve doğal olarak insansızlaşma ile sonuçlanan bu öyküler entropiktir. Aynı kitaptaki Beyaz Mantolu Adam ile Unutulan’da entropiktir.
Unutmayalım, Atay’ın başyapıtı Tutunamayanlar’ın kahramanlarından Selim Işık intihar eder, Turgut Özben ise kaybolur. Tehlikeli Oyunlar’ın kahramanı Hikmet ise soyadı Benol olmasına rağmen bir türlü kendisi olamaz, ölür!
Öyle anlaşılıyor ki, başta Dostoyevski olmak üzere, başka birçok yazardan olduğu gibi Kafka’dan da oldukça etkilenen Oğuz Atay’ın kahramanları, yukarıdaki alıntısında ifade ettiği gibi negentropi üreterek entropiye karşı savaşırlar, ama bir türlü tutunamayarak kaybederler.
Görüldüğü gibi ilgi alanı hayli geniş olan Oğuz Atay, C. P. Snow’un “iki kültür”ünden haberdardır ve bunları tıpkı galaksiler misali çarpıştırıp son derece yaratıcı eserler ortaya çıkarmıştır.
Selam sana Oğuz Atay…
Notlar ve Kaynakça
[*]Beşeri kültür, beşer disiplinler ya da beşeri bilimler, aslında İngilizce “humanities”in karşılığı olarak kullanılmakta olup “bilim-science” sözcüğünü içermez ve insan düşüncesi ve kültürüyle ilgili bilgi alanlarını, yani felsefe, edebiyat ve sanatı içerir. Bu bakımdan sosyal bilimlerden (social sciences) farklı bir yerde görülmelidir.
Atay, Oğuz (2011). Günlük, 15.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
Capra, Fritjof (1986). Yaşamın Örgüsü, Zihin ve Maddenin Yeni Bir Sentezi, çev. Beno Kuryel, İstanbul: Yapı Merkezi.
Gleick, James (2014). Enformasyon, çev. Ümit Şensoy, İstanbul: Optimist Yayım Dağıtım.
Rıfkin, Jeremy ve Ted Howard (1993). Entropi, Dünyaya Yeni Bir Bakış, çev. Hakan Okay, İstanbul: İz Yayınları.
Schrödinger, Erwin (2018). Yaşam Nedir? çev. Mehmet Doğan, İstanbul: Pan Yayıncılık.
Snow, C.P. (2010). İki Kültür, çev. Tuncay Birkan, Ankara: TÜBİTAK.
Tezgör, Hilmi (2018). Oğuz Atay’ın Öykülerinde Entropi, Birikim, Ocak/Şubat 2018, Sayı, 345-346.
Wallerstein, Immanuel ve Lee, Richard E. (2007). İki Kültürü Aşmak, çev. Aysun Babacan, İstanbul: Metis Yayınları.
Şimdi Geçmişte Saklıdır Belirme/Emergence