25 10 2017
Kamuoyu Araştırma(cı)ları
Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu 1972 yılının Ocak ayında yaptığı konuşmada üç temel gerekçe öne sürerek kamuoyunun olmadığını ispatlamaya çalışır. Ocak 1973’te yayınlanan konuşmada kamuoyunun olmadığına dair ileri sürdüğü temel gerekçeler şunlardır[1]:
- Her kamuoyu yoklaması herkesin bir kanaati olabileceğini ya da başka bir deyişle, kanaat üretmenin, herkesin harcı olduğunu varsayar ki, bu doğru değildir. Çünkü cevap vermeyenler ya da kararsız görünenler her zaman ciddi bir sorun teşkil eder. Bir de, her kamuoyu yoklamasının en tehlikeli sonuçlarından biri, araştırma kapsamına alınan kişilerin kendi kendilerine sormadıkları kimi soruları yanıtlamaya zorlanmalarıdır.
- Kamuoyu yoklamalarında tüm kanaatlerin aynı değerde olduğu varsayılır. Oysa hepsi aynı reel güce sahip olmayan kanaatlerin üst üste eklenmesi, anlamdan yoksun yapay olgular üretme sorununu yaratır. Bir takım şeyleri santimetre ile ölçen insanlar, aynı şeyleri kilometre ile ölçenlerle, hatta daha da beteri, örneğin 0 ile 20 arasında not verenler, 9 ile 11 arasında not verenlerle toplanır. Başka bir deyişle, 5’li, 7’li ya da 9’lu skalayla (semantik farklar skalası) sorulmuş bir soruya cevap verebilecek eğitimli kişilerle, ancak 3’lü skalayla, hatta sadece “evet / hayır” a cevap verebilecek eğitimsiz kişilerin, aynı skalayla sorulmuş sorulara verdikleri cevapların toplanması sorunludur. Böylece, ortaya çıkan farklı uzamların bir araya geldiği çorbadır.
- Son olarak, herkese aynı soruyu yöneltme gibi basit bir olgu, sorularla ilgili bir oydaşma (konsensüs) olduğu, yani sorulmaya layık sorular üzerinde bir anlaşma olduğu varsayılır.
Bourdieu’ye göre bu üç temel sorun verilerin toplanması ve analiz edilmesinde, tüm yöntemsel koşullar (örnekleme, istatistik analizler, vb.) titizlikle yerine getirilse bile, gözlenebilen bir dizi çarpıklığa neden olur. Kamuoyu yoklamalarını bir siyasal eylem aracı olarak gören Bourdieu için, “Tanrı bizimledir”in bugünkü karşılığı, “kamuoyu bizimledir” olmuştur.[2] Günümüzde sürekli tekrarlanan “milletim böyle istiyor, millete karşı mı çıkıyorsun?” sorusunu unutmayalım.
Kırk beş yıl önce öne sürülen bu gerekçeler, araştırma teknolojisindeki gelişmelere rağmen önemini sürdürmektedir. Özellikle, toplumların, bir yandan ekonomik düzeyde küreselleşmeyle birlikte düzleştirilmeye, diğer yandan ise sosyal, kültürel ve politik düzeyde mikro milliyetçilik ve etnik / dini köken itibariyle ayrıştırılmaya çalışılması, anılan sorunları bir taraftan çözerken diğer taraftan derinleştirmektedir. Bu sorunların üstesinden gelmek ise mesleğin inceliklerine girer.
Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin, TÜAD, ilk adı Pazarlama ve Kamuoyu Araştırmacıları Derneği’ydi. Bilindiği gibi biz araştırmacılar, en genel anlamıyla, yaptığımız araştırmaları pazarlama ve sosyal araştırmalar (kamuoyu yoklamaları) şeklinde ikiye ayırıyoruz. Her ikisinin de öznesi insan olmakla birlikte, pazarlama araştırmalarında daha çok ürünler, sosyal araştırmalarda ise kanaatler ve değerlerle ilgileniyoruz. Ürünlere oranla, kanaatlerin ya da değerlerin ele avuca sığmaz, değişken, anlaşılması zor olduğu son derece açık. Doğru anlaşılıp, manipüle etmeden anlatılabilmesi mesleğin inceliklerini bilmeyi zorunlu kılar.
Mesleğin incelikleri deyince, Howard S. Becker’in Mesleğin İncelikleri’nde[3] Ludwig Wittgenstein’dan ödünç aldığı amaç ve irade meselesinden söz etmemek olmaz. “Şunu unutmayalım: ‘Kolumu kaldırdığımda’ kolum yukarı kalkar. O halde şu soru ortaya çıkar: Kolumu kaldırdığım gerçeğinden kolumun yukarı kalktığı gerçeğini çıkaracak olursam geriye ne kalır?”[4] Becker, bu soruyu, bir resim ve heykel koleksiyonu ile bu objelerin gelişigüzel biçimde bir arada olmaları halindeyken ortaya çıkan farkı açıklamak için şöyle sorar: “Bir koleksiyon fikrinden bu koleksiyoncunun evinde çok sayıda resim ve başka sanat objeleri olduğu gerçeğini çıkarırsak geriye ne kalır?” [5] Bu sorunun yanıtının açıklaması şöyledir: Koleksiyonun, objelerin gelişigüzel biçimde bir arada bulunması haline göre bir amacı ve yönü vardır. Koleksiyon bir heves ya da kapris ürünü değildir. Becker, analizinin sonunda, bu çıkarma işleminden kalanın, Pierre Bourdieu’nun “kültürel sermaye” dediği, modern sanatta, gelecekte önemli trendleri temsil edebilecek objeleri seçip elde edilebilecek finansal ve kültürel kaynaklara sahip biri olarak koleksiyoncu fikrinin ta kendisi olduğunu vurgular.[6]
Ben bu soruyu şöyle sormayı öneriyorum: “Kamuoyunu aydınlatma gerçeğinden kamuoyunu manipüle etme gerçeğini çıkarırsak geriye ne kalır?” Cevabı şu olmalı: Araştırmacının kültürel vicdanı kalır…
2019 yılında yapılacak olan yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında son günlerde televizyonlara çıkıp kamuoyunun çeşitli konulardaki kanaatlerini – ki bunların içinde en önemlileri seçmen kanaatleridir – açıklayan araştırmacıların vicdanlarının seslerini dinlemelerini bekliyorum.
Notlar
[1] Noroit’da (Arras) yapılan konuşma Les Temps Modernes dergisinde yayınlanmıştır. Sevgili Hülya Tufan’ın imzalayarak hediye ettiği bu müstesna kitap, kütüphanemin müstesna bir yerinde başucu kitabı olarak duruyor. Bourdieu, Champagne, Gaxie, Gremy, Michelat, Tufan (1994). Kamuoyu Kimin Oyu? Hazırlayan ve Çeviren: Hülya Tufan, İstanbul: Kesit Yayıncılık, s.177.
[2] A.g.e., s.179.
[3] Becker, S. Howard (2015). Mesleğin İncelikleri, çev. L. Ünsaldı, B. Öztürk ve diğ., Ankara. Heretik Yayınları, s.224-225.
[4] Wittgenstein, Ludwig (1973). Philosophical Investigation: The English text of the third edition. Englewood Cliffs, N J.: Prentice-Hall, p.621.
[5] Becker, A.g.e., s.225.
[6] A.g.e., s.227.
Zamanın Borgesvari Halleri Borgesvari Kaotik Fısıltılar