Nerede Yanıldık?

TÜAD İnceleme Komitesi, TÜAD Yönetim Kurulu’nun katkılarıyla, araştırmacıların, 1 Kasım 2015 Erken Genel Seçimlerinden önce yapılan seçim tahminlerinde neden yanıldıklarını tartışmak üzere 22 Aralık 2015 tarihinde TÜAD merkezinde bir toplantı düzenledi. Bu yazı anılan toplantıda ortaya çıkan görüşleri kapsamaktadır. Ben, Toplumu Anlamak ve İzlemek bölümüne toplantıda tartışılmayan ama önemli gördüğüm bazı eklemeler yaptım.

Katılımcılar

Prof. Dr. Yılmaz Esmer, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. İlter Turan, Doç. Dr. Göksel  Aşan,  Dr.Cüneyt Evirgen, Fulya Durmuş, Doç. Dr. Pervin Olgun, Uğur Ünal, Semih Turan, Melis Tufur, Bülent Gündoğmuş, Faruk Acar, Selim Oktar.

Amaç

Toplantının amacı 1 Kasım 2015 Erken Genel Seçimlerinden önce (bundan böyle sadece 1 Kasım olarak anılacaktır) yapılan seçim tahminlerinde araştırmacıların neden yanıldıklarını tespit etmek olarak tanımlanmıştır.  Toplantıda, 7 Haziran – 1 Kasım 2015 sürecinde yaşadığımız olağanüstü koşullar nedeniyle araştırma şirketlerinin performansları değerlendirilmemiş, herhangi bir suçlu aranmamış, tam tersine seçmen davranışlarına ilişkin tahmin güçlükleri ortaya konarak bir daha fenersiz yakalanmamak için çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır.

 

horse-race-3

 

Bulgular

Seçim Ortamı: Şapkadan Tekrar Seçim Çıktı!

Bilindiği gibi 7 Haziran – 1 Kasım 2015 süreci Türkiye demokrasi tarihinde görülmemiş olaylara sahne oldu. Adeta “kıyameti yaşadığımız” ve zaman – dışı olarak nitelenebilecek bu süreçte iktidar partisi şöyle ya da böyle büyük bir “maharet” göstererek, muhalefetin de yeterince direrenemesiyle tekrar seçime gitmiş ve sonuçta kimsenin beklemediği ve hemen hemen hiçbir araştırma kuruluşunun da tahmin edemediği bir oy oranıyla tek başına iktidara gelmiştir. İşte bu süreçte, araştırmacılar, yaşanan olayların seçmen davranışlarına olan etkilerini değerlendirip ölçmekte yetersiz kalmışlardır. Hoş, onca katliamın yaşandığı bir ortamda seçimlere gidilmesi ne kadar demokratikti ve dolayısıyla tahmin yapmak ne kadar doğru olurdu sorusu hala yanıtlanmaya muhtaç görünmektedir.

Modellerimiz Yetersiz mi Kaldı? Hem Evet, Hem Hayır!

Araştırmacılar, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde (bundan böyle sadece 7 Haziran olarak anılacaktır) oldukça başarılı bir sınav vermişler, son derece isabetli tahminler yapmışlardı. Ancak, 1 Kasım seçimleri için yaptıkları tahminlerde bu başarıyı gösteremediler.

Bunun nedenlerini anlayabilmek için, öncelikle kurulan modeller, kullanılan yöntemler ya da örnekleme tekniklerinin dışındaki süreçleri analiz etmek yerinde olacaktır. Çünkü yapılan tahminlerde matematiksel bir hata görünmemektedir. Ama eğer varsa da araştırmacılar bunu açıklamak durumundadırlar.

Seçimlere olağanüstü koşullarda gidilmiş olması nedeniyle tereddütleri olan seçmenler, araştırmalarda, gerçek düşüncelerini beyan etmekten kaçınmış olabilecekleri gibi, kararlarını  son anda vermiş olabilirler. Nitekim kararsız seçmen oranın son ana kadar %20’lerde seyretmesi bunun bir göstergesidir.

Öte yandan “kamuoyu” zamana ve mekâna bağlı bir olgu olarak dinamik bir süreç olduğu için tartışılması gereken konu kullanılan yöntemlerin matematiksel içeriklerinden ziyade “nedensellik” olmalıdır. Bu anlamda elde edilen verilerin mevcut konjonktürle birlikte değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Çünkü araştırmacılar 7 Haziran seçimlerinden önce de 1 Kasım seçimlerinden önce de aynı yöntemleri kullanmışlar, ancak 7 Haziran öncesinde başarılı, 1 Kasım öncesinde ise başarısız tahminler yapmışlardır. Demek oluyor ki “ortam” çok önem arz etmektedir.

Ara bir sonuç vermek gerekirse, tahmin güçlüklerimizin nedeni araştırmacıların kullandıkları modellerin yetersizlikleri değildir.

Öte yandan, 1 Kasım seçimlerinde katılım oranının, gerek yeni seçmenlerin, gerekse 7 Haziran seçimlerinde küskün olup da seçime katılmayanların seçime katılması nedeniyle yüksek olması, tahmini zorlaştıran bir etken olmuştur. Yaklaşık 1.3 milyon yeni oy kullanan (ilk kez + 7 Haziran’da oy kullanmayan) seçmenin davranışlarının tam olarak tahmin edilemediği görülmektedir. Özellikle, 7 Haziran’da seçime katılmayan AKP’li seçmenlerin 1 Kasım’da katılıp partileri lehine oy kullanmış olmaları doğru tahmin edilememiştir.

Bir diğer önemli husus “cevap vermeme” oranının analizi ve bu kitlenin profilinin yeterince anlaşılamamış olmasıdır. Bu bağlamda, gerek Batı’da olduğu gibi “oy kullanma olasılığını” ölçebilen, gerekse bir önceki seçimlerde şu veya bu nedenle oy kullanmayan yeni seçmenlerin eğilimlerini yansıtabilen modeller kurmak önemli görünmektedir.

Bu arada önemle vurgulanması gereken şudur ki, tesadüfi örnekleme seçim araştırmalarının vazgeçilmez örnekleme tekniğidir.

Son olarak, psikolojik bir faktör olması bakımından, araştırmacılar arasında “en iyi bilen olma” baskısının stres yaratarak hataya yol açtığını söylemek mümkündür.

Demek oluyor ki, şöyle ya da böyle yeni oy kullanan seçmenler ile cevap vermeyenlerin proflinin ortaya çıkarılamamış olması, 1 Kasım seçimleri öncesinde yapılan kamuoyu yoklamalarının modellerinin eksiklikleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bununla birlikte unutulmamalıdır ki, yakın bir geçmişte İngiltere, İsrail, Yunanistan ve Kanada da araştırmacılar yanılmışlardır.

Bu bölümü şöyle bitirmek yerinde olacak: Sosyal bilimler, fen bilimleri gibi net ve kesinlik arz etmiyorlar; daha muğlak bir yapı sergiliyorlar ve öznellik ön plana çıkıyor. Bu nedenle olsa gerek sosyal bilimler yumuşak, fen bilimler isim sert bilim olarak isimlendiriliyor. Hoş, ünlü kuantum fizikçisi Werner Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” ne göre bir parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemiyor; çünkü atom altı varlıklar hem parçacık, hem de dalga özelliği gösteriyorlar. Heisenberg’in kesinliklerin sonunu getiren bu keşfi determinizmin her şeyi kesin olarak belirleyebilme ilkesini yerle bir etmiştir. Bu anlamda, araştırmacılar olarak, Çetin Altan’ın deyişiyle “enseyi karartmayalım,” dik duralım.

Daha Derin Analiz ve Farklı Bakış Açısı

Yöntemsel olarak hem sosyal hem de teknik ayrıntıya indiğimizde ortaya çıkan tablo ilginç olmaktadır. Örneğin Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in yaptığı bir araştırmaya göre 7 Haziran seçimleri öncesinde kamuoyunun en önemli sorunu “işsizlik” iken, 1 Kasım seçimleri öncesinde “terör ve ulusal güvenlik” olarak tespit edilmiştir. Benzer biçimde 10 Ekim’de meydana gelen Ankara katliamı öncesinde Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu yönetiminde Sabancı Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre de kamuoyunun öncelikli sorunu “ekonomi”ydi. Katliamlar nedeniyle kendini tehdit altında hisseden seçmen “kaos”tan kurtulmak için daha önce olduğu gibi tek başına iktidara gelme ihtimali olan AKP’ne yönelmiş olabilir. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’na göre sadece bu anlamda bile 1 Kasım seçimleri demokratik değildir. İşte 7 Haziran öncesiyle 1 Kasım öncesi ortamlarının bu kadar farklı olması nedeniyle, 1 Kasım sonrasında gerçekleştirilen seçim sonuçları, aynı yöntemin kullanıldığı araştırmalarla doğru olarak tahmin edilemezdi; nitekim de edilemedi. O kadar öyle ki, bu son derece farklı koşullarda, araştırmalar bilimsel esaslara uygun biçimde, hatta tam da kitaplarda yazdığı gibi gerçekleştirilseydi bile, tehdit ve mahalle baskısının yalan beyana neden olması yüzünden doğru tahmin yapabilmek çok zordu.

Bu arada, anılan terör ortamı nedeniyle muhalefet partilerinden CHP ve özellikle HDP’nin  propaganda çalışmalarını durdurmak zorunda kalmış olmaları, seçimlerin demokratik bir ortamda yapılamadığının bir başka göstergesiydi.

7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 tarihleri arasında geçen 5 aylık süre seçmenlerin davranışlarını bu ölçüde değiştirebilmesi için son derece kısadır. Bu süreçte siyasi eğilimlerini değiştiren seçmenlerin, bu tutarsızlıklarını kendilerine bile itiraf edemezken bunu araştırmacılara açıklaması kolay değildir. Öyle anlaşılıyor ki, önemli bir seçmen kitlesi 5 ay önce eleştirdiği ve oy vermediği partiye (AKP) döndü ve bunu duyduğu “mahcubiyet” duygusuyla açıklamaktan imtina etti ki, buna “Shy Tory Effect”, Prof. Dr. İlter Turan’ın ifadesiyle “mahcubiyet faktörü” diyoruz. Bu faktörün 1 Kasım seçimlerinde etkili olduğu mümkün görünüyor.

Kuşkusuz bu süreçte işleyen medya etkisini ölçmek önemlidir. Medyanın kamuoyunu etkilediği açık, ama seçmen davranışlarını ne yönde ve ölçüde etkilediğini tam olarak söylemek kolay değil. Nitekim Turgut Özal, Necmettin Erbakan ile Tayyip Erdoğan ilk zamanlar medya desteği almadan seçilmişlerdi.

Tahmin güçlüklerimizi aşmak içi neler yapılabilirdi? Diğer bir deyişle araştırmacılar “başka bir pencere açıp” “kutunun dışında düşünebilirler” miydi? İlk olarak, araştırmacının sahaya inmesi kaçınılmazdır. Sahadan gelen veriyi yorumlamanın en sağlıklı yollardan biri araştırmacının sahaya inmesi, seçmenlerle ve özellikle kamuoyu önderleriyle (bu seçimlerde muhtarların önemini gördük) sohbet etmesidir. Kuşkusuz, bunun seçilmiş bölgelerde (oy değişiminin olabileceği alanları önceden tespit ederek) yapılacak olan kalitatif anlamda grup tartışması ve derinlemesine görüşmelerle desteklenmesi koşuluyla.

İkinci olarak, doğru tahmin yapabilmek için sadece seçim dönemlerinde araştırma yapmak yetmez; sürekli, derin sosyolojik araştırmalara ihtiyacımız var. Büyük değişimleri ancak böyle öngörebiliriz. Bunun ise kültürel kodların değişimini izleyebileceğimiz “yaşam biçimleri” araştırmaları ile mümkün olacağı açık.

Üçüncü olarak araştırma sorularını yanıtlayanların samimiyetlerini ortaya çıkarabilecek soru teknikleri geliştirmek mümkün olabilirdi, ama yapılamadı.

Dördüncü ve son olarak tüm bunların ortak bir sonucu şudur ki, bakış açımızı değiştirmeli, kantitatif ve kalitatifin harmonisini yakalamalıyız.

Siyamlı İkizler: Suskunluk Sarmalı ile Mahcubiyet Duygusu

Bilindiği gibi dışlanma korkusu ve tehdit suskunluk sarmalını harekete geçiren iki unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. MHP seçmeninin, liderinin iktidar olmak istememesiyle kendini dışlanmış hissetmiş olması, HDP seçmeninin ise tehdit gördüğü için suskunluğa kapılmış olabilir mi sorusu, 1 Kasım seçimlerinin önemli sorularından biridir.

Kim bilir, belki de AKP seçmeni de başka bazı nedenlerle susmuş olabilir. Nitekim yukarıda, AKP seçmenin mahcubiyet duygusuyla, “Shy Tory Effect”, susmuş olabileceğini ifade etmiştik. Biliyoruz ki, MHP seçmeninin önemli bir bölümü AKP’ne oy verdi ve bunu açıklamaktan imtina etti. HDP seçmeninin de ise “güvenlik kaygısı” oluştuğu için, gerek değişik kültürel motifler, gerekse Güneydoğu’daki çatışmalar nedeniyle mahalle baskısına maruz kalarak susmuş olabileceği söylenebilir. Özellikle, Güneydoğu’daki işveren statüsündeki Kürt seçmenlerin “istikrar” adına tekrar AKP’ne yönelmiş olmaları, ama bu görüşlerini ifade etmekten kaçınmış olmaları mümkün görünmektedir. Bu davranış biçiminde hem mahcubiyet duygusu etkili olmuş olabilir, hem de tehdit.

1 Kasım seçimleri öncesinde yürütülen kampanyada, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 7 Haziran öncesinde olduğu gibi elinde Kur’an ile “din” olgusunu kullanmaktan kaçınarak meydanlara çıkmamış, bir nevi susmuş,  ama muhtarlar ve şeyhlerle yaptığı toplantılar ile etkili olmaya çalışmış ve meyvelerini toplamıştır.

Özellikle iktidar partisi tarafından “memleket meselesi” olarak sunulan ve seçmenin neredeyse yarısı tarafından da böyle algılanan 1 Kasım seçimleri öncesinin ortamı, seçmenleri kısa vadeli bir tepki gösterme refleksine itmiştir. Buna benzer en önemli örnek ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarından sonra doğan ortamdır.  Nitekim bu saldırılardan sonra George Bush iktidara gelmiş ve Afganistan ile Irak’ı işgal ederek Orta Doğu’nun dengesini alt üst etmiştir.

Araştırmacıların bu suskunluğu ya da mahcubiyet duygusunu kavrayıp modellerine eklemlemeleri kesinlikle farklı bakış açıları gerektirmektedir.

“Bandwagon Effect”mi, Maslow Teorisi mi?

Görüşlerinin azınlıkta olduğunu hissedenler sustukları gibi, güçlünün yani önde giden partinin (trenin) vagonuna da binmek isteyebilirler ki, buna bando vagonu etkisi, “Bandwagon-effect”, diyoruz. “Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” ise piramitle ifade edilir ve piramidin en altında fizyolojik ihtiyaçlar, bir üstünde güvenlik, onun bir üstünde ait olma ve sevgi ihtiyacı, onun bir üstünde saygınlık ihtiyacı, en tepede de kendini gerçekleştirme ihtiyacı yer alır.

1 Kasım seçimlerinde yapılan tüm tahminler, belki de 7 Haziran seçim sonuçlarının etkisi altında kalındığı için olsa gerek  – her ne kadar seçimlere birkaç gün kala tek başına iktidar söylentileri yayılsa da – daha çok bir koalisyon öngörüyordu. Bu süreçte bir “sürü etkisi” olmadığı söylenemez, ancak bu durum seçmen davranışlarında yaygın olarak gözlenememektedir. Çünkü seçmenlerin güçlüden yana tavır alması mümkündür, ama bunu itiraf etmek kolay değildir. Özetle seçimler öncesinde böyle bir etkinin ipuçları görünmüyordu. Ancak, yaşanan katliamlar Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi’ndeki “güvenlik” ihtiyacına sarılmış olabilirler.

Bununla birlikte, araştırmacılar AKP’nin yükselişini tespit ettiklerinde, bulgularını kalitatif araştırmalarla desteklemiş olsalardı, bir “Bandwagon – effect”i olup olmadığının ipuçlarını yakalayabilirlerdi. Belki de toplum AKP’nin tek başına iktidar olacağına dair ipuçlarını birleştirmiş olabilir, ama araştırmacılar, varsa bile, bunu yakalayamadılar. Çünkü daha önce ifade edildiği gibi, 7 Haziran seçimlerinden sonra olağanüstü bir ortamın yaratılmış olması ve majör değişkenlerin devreye girmesi, ancak iki seçimde de kullanılan yöntemlerin aynı olması, seçim tahminini hayli zorlaştırmıştır. Türkiye toplumunun anlık refleks vermeye yatkın, değerlerimizin ise Batı toplumlarından hayli farklı olması, doğru tahmin yapmayı daha imkânsız hale getirmiştir diyebiliriz.

Öte yandan, Türkiye toplumunda “medya etkisinden” ziyade bir “topluluk etkisinden” söz etmek mümkündür. AKP, “taban araştırması” yapan, örgütüne diğer partilerden daha çok önem veren bir partidir. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda muhtarlar ve şeyhlerle yapılan toplantılar AKP’nin toplumun sinir uçlarına kadar yayılmasını sağlamıştır. Doğal olarak araştırmacılar bu etkiyi dikkate almamış ya da alamamışlardır.

Son Dakika Dönüşü / Last Minute Swing

Bilindiği gibi ülkemizde seçimlere 1 hafta kala yapılan araştırmaları yayınlama yasaktır. Oysa özellikle kendilerini dışlanmış olan insanlar kararlarını son dakikaya kadar verememiş olabiliyorlar ki, buna son dakika dönüşü, “last minute swing”, diyoruz. Peki 1 Kasım seçimlerinde özellikle karasız seçmenlerde bir son dakika dönüş olmuş mudur? Belki de olan, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun 7 Haziran seçim sonuçlarının açıklandığı gece MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “hiçbir koalisyonda olmayacağız” şeklindeki söylemine atfen, “bir ilk dakika dönüşü”dür. Bu anlamda 7 Haziran seçimleri sonrasında yürütülen koalisyon görüşmelerinde muhalefetin tutumu – MHP’nin sekter yani uzlaşmacı olmayan, CHP’nin ise fazlasıyla uzlaşmacı – seçmenleri kafalarındaki kötünün iyisine, yani iktidar şansı olana yönlendirmiş olabilir.

Türkiye Seçmeninin Bazı Özellikleri

Türkiye toplumunun liderlere kanalize olmuş bir yapısı var; lider ne derse o! Zaman zaman irrasyonel davranabilen seçmenler, oy verdiği parti onların “kimlik değerlerini” koruduğu sürece tutarsız davranışlar içine girebilmektedir. Bu durum özellikle sağ eğilimi seçmenlerde daha fazla görülmektedir. Bu nedenle, hele çevremizin düşmanlarla dolu olduğu vurgulanarak sürekli gündemde tutulan “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemi, seçmenlerin rahatlıkla konsolide edilebilmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda, 7 Haziran seçim sonuçlarıyla “Mutlak Hakimiyet”in kaybolacağı fikrinin konsolidasyon sürecini hızlandırdığı söylenebilir. Araştırmacılar olarak seçmenin bu kaygısını anlamaya çalışmak yerinde olacaktır.  Türkiye seçmeninin özelliklerini anlamak açısından dikkat edilecek bir diğer husus, yukarıda ifade edildiği gibi kısa vadeli, hızlı refleks verebilmesi, bir bakıma ele avuca sığmaz olmasıdır.

Kısa vadeli ve hızlı reflekse iyi bir örnek şudur: AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran seçimlerine göre daha çok oy alacağı, 7 Haziran’dan hemen sonra yapılan bir sandık sonrası araştırmasında %9’luk bir AKP’li seçmenin verdiği oydan pişman olmasından belli görünüyordu. Nitekim 1 Kasım’dan sonra hemen sonra yapılan başka bir araştırmada AKP %49,5 almasına rağmen sonuçlardan %65’lik bir kesimin memnun olması bunun göstergesiydi. Ama sandık sonrası araştırmaların genellikle iktidarlardan yana sonuç veriyor olması bu yorumu yapılmasını engellemişti.

Toplumu Anlamak ve İzlemek

Bilindiği gibi ülkemizdeki seçim araştırmaları genellikle seçimlerden kısa bir süre önce başlatılıyor ve sadece fotoğraf çekiliyor. Oysa büyük dönüşümleri anlamak için önce toplumu anlamak olmazsa olmaz bir koşul. Bunu gerçekleştirebilmek için disiplinler arası işbirliği anlayışı içinde, “multidisciplinary”, toplumun yaşam biçimlerini, endişelerini, korkularını, gelecekten beklentilerini vb. anlamak gerekir. Bunun ise sürekli toplumsal izleme araştırmalarını gerekli kıldığı aşikârdır.

Sektörümüz insan kaynağı açısından farklı disiplinlerden gelen, farklı eğitimler almış araştırmacıların bileşiminden oluşuyor. Bu durum bize farklı bilim dallarından yararlanma olanağı sunmaktadır. Bilindiği gibi araştırmacılıkta son zamanlarda matematik ve psikoloji önem kazanmaya başladı. İktisatçı, istatistikçi, mühendis, sosyolog, siyaset bilimci, işletmeci vb. olarak farklı bakış açılarına sahibiz. Bu bakış açılarını bir potada eritip önümüzdeki engelleri aşmak mümkün. Öyle anlaşılıyor ki, farklı bakış açıları kazanabilmek için yapılması gereken C.P. Snow’un İki Kültür eserinde anlattığı beşeri bilimcilerle fen bilimcilerinin anlaşamadıkları noktaları geride bırakarak bu bilimleri aynı potada eritmek, yani iki kültürü aşmaktır.  Karmaşıklık teorisi ile ilgilenenler ABD Santa Fe Enstitüsü’nde bunu gerçekleştirmişlerdir.

Öte yandan ayrıntılı analizler yapabilmek için öncelikle büyük örneklere çalışan ve vergilerimizle faaliyet gösteren TÜİK’in verilerini üniversitelere ve araştırma kurumlarına açması gerekmektedir. Bu arada “International Social Survey Programme”ın daha küçük bir versiyonu şeklinde bir yapılanmaya gitmek ilginç olabilecektir.

Bu bağlamda TÜAD başlangıç olarak daha önce yapılmış ve kamuya açık olan sosyal ve siyasal araştırmaları toparlayıp yayınlayarak işin takipçisi olabilir. Böyle bir yaklaşım medyada bilir bilmez yorum yapan araştırmacı ya da medya mensupları için bir referans noktası olur ve mesleğin standartlarının yükselmesini kolaylaştırabilir.

 

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.