Sistemik Düşüncenin Özellikleri

Berkeley’den kuantum fizikçisi Fritjof Capra’nın Roma Üniversitesi’nden biyokimya profesörü Pier Luigi Luisi ile birlikte yazıp Şilili biyolog, filozof ve sinirbilimci müteveffa Francisco Varela’ya ithaf ettikleri The Systems View of Life [1] adlı kitapları yaşama sistemik ve derin bir bakış sergiliyor.

Yazarlara göre 21. yüzyılın, enerji, çevre, iklim değişikliği, gıda ve finans güvenliği gibi ana sorunları birbirlerinden bağımsız olarak çözülemezler. Bunlar sistemik sorunlardır ve aralarında sıkı bir bağ vardır. Bu nedenle anılan sorunları çözebilmek için, algı, düşünce ve değerler sistemimizde radikal değişiklikler yapmamız gerekir.  Hiç kuşku yok ki, bilim ve toplumların ulaştığı düzey itibariyle, dünyaya bakış açımızın değişmesi anlamında, Kopernik devrimi kadar radikal bir paradigma değişiminin başlangıcındayız. Ama maalesef, popüler bir deyişle ifade edecek olursak, politikacılarımız bu sorunların birbirleriyle olan bağlantı noktalarına hakim olmadıkları için şafak henüz sökmedi. Onlar, zamanımızın ana sorunlarının birbirleriyle olan ilişkilerini göremedikleri gibi, önerdikleri çözümlerin gelecek kuşaklara olan etkisinden de habersizler. Oysa sistemik yaklaşıma göre uygun olan çözümler sürdürülebilir olanlardır. Kitapta da uzun uzun tartışıldığı gibi,  kesinlikle sürdürülebilir bir toplum tasarlanmalıdır. Bunun için yaşam tarzlarımız, iş yapma biçimlerimiz, ekonomik faaliyetlerimiz, fiziki yapılarımız ve kullandığımız teknolojiler doğa ile diyaloğu reddetmemelidir.

Şurası açıktır ki, geçmiş son otuz yıldan uzun bir süreden beri bu konuları anlamak, radikal ve yeni bir yaşam anlayışı gereğini ortaya koymuştur. Kuşkusuz, bu süre içinde yeni yaşam kavramımız da belirmeye başlamıştır. Artık, evreni çok sayıdaki elemanın birleşmesinden ibaret bir makine olarak görmüyoruz. Keşfettiğimiz maddi dünya, sonuç olarak, birbirinden ayrılmaz ilişkilerden oluşan, bir desen, bir ağ ve kendi kendini düzenleyen bir sistemdir. İnsan vücuduna bakışımız, onun sadece bir makine ve onu yönlendiren beyinden ibaret olmadığı; bağışıklık sistemi, hücrelerimiz ve bilişsel sistemimizle bir bütün teşkil ettiği şeklinde değişti. Gelişme, artık varlığımızı sürdürmek için rekabetçi bir mücadele anlayışından ziyade yaratıcı ve yenilikçi işbirliklerin dansı anlamına geliyor. Yeni yaşam anlayışı, ilişkiler, desenler ve bağlamlar demektir ki, bu tür düşünce biçimine “sistemik düşünce” diyoruz.

Yazarların kitapta bize sundukları yeni yaklaşım, yaşamın, biyolojik, bilişsel, sosyal ve ekolojik boyutun yanı sıra, filozofik, ruhani, politik ve yaşama bütünsel bir bakış sergilemektedir.

 

Fibonacci

Desen: Nautilus’un spiral formu Fibonacci’nin altın oranını sergiler.

 

Mekanistik Dünya Görüşü, Sistemik Düşüncenin Yükselişi, Yeni Yaşam Anlayışı ve Sürdürülebilir Yaşam Örgüsü gibi dört ana bölümden oluşan kitap oldukça kapsamlı. Özellikle karmaşıklık teorisiyle ilgilenenlere şiddetle öneririm. Ben bu yazımda, kitaptan ana hatlarıyla söz ettikten sonra sistemik düşünce üzerinde yoğunlaşacağım.

Mekanistik Dünya Görüşü Bölümü, I. Newton’un dünyayı bir makine gibi gören ve R. Descartes ile doruk noktasına ulaşan Kartezyen anlayışın kapsamlı bir analizi ve eleştirisini içeriyor. N. Kopernik’le başlayan “Bilimsel Devrim” etrafında yoğunlaşan çalışmada, önce J. Kepler, G. Galileo, F. Bacon, R. Descartes ve C. Darwin’in görüşleri inceleniyor, sonra yaşama mekanistik bakış başlığıyla hücre teorisi, mikrobiyoloji, genetik ve DNA konusundaki gelişmeler ele alınıyor. Bu ana bölüm mekanistik sosyal düşünce başlığıyla “Aydınlanma” etrafında gidip gelerek, J. Locke, A. Smith, J. S. Mill, K. Marx  ve J. M. Keynes’in görüşlerinin tartışılmasıyla son buluyor. Bölümdeki alt başlıklardan biri “ekonomik gelişmenin sonsuzluğu illüzyonu” ki, günümüzün en temel sorunu olarak başköşede duruyor.

Sistem Düşüncesinin Yükselişi Bölümü, kulağa hoş gelen bir alt başlıkla başlıyor: Parçalardan bütüne geçiş. Kuantum fiziği, Geştalt psikolojisi, organizmik biyoloji, ekoloji, kesinliklerin sonu, ihtimal desenleri ve sistemik düşünce bu alt bölümde işlenen konulardan bazıları. Fizikte A. Einstein, W. Heisenberg, N. Bohr, M. Planck ve I. Schrödinger, kimyada ise I. Pigogine  en çok sözü edilen bilim insanları. Bir sonraki alt başlık klasik sistem teorileri, işlenen konular geribesleme (feedback), enformasyon teorisi, sibernetik ve kendi kendine organize olma (self-organization). Bu ana bölümün son alt başlığı karmaşıklık teorisi. Termodinamiğin ikinci yasası, entropi, doğrusal olmama (nonlinearity), kaos, çekerler (attractors), kelebek etkisi, Zenon paradoksu, fraktal geometri ve kendine benzerlik (self-similarity) gibi yepyeni konular ise bu alt bölümde işleniyor.

Yeni Yaşam Anlayışı ana başlığıyla ele alınan bölüm oldukça geniş. Yaşam, ölüm, yaşamın deseni (autopoiesis), düzen ve karmaşıklık, kaos, belirme (emergence), Darwin’in evrim teorisi, Gaia hipotezi, altın oran, Fibonacci sayıları, insan genomu, akıl ve nihayet sağlık sistemi vb. yaşamsal konular bu ana bölümde işleniyor. Bu bölümde en çok gönderme yapılan yazarlar J. Lovelock, H. Maturana ile F. Varela.

Yazarlar son bölüm olan Sürdürülebilir Yaşam Örgüsü’nde temel olarak enerji, ekoloji ve iklim değişikliği üzerine yoğunlaşmakla birlikte, başta M. Castells’in enformasyon çağında ağ toplumlarının yükselişlerini inceleyen ünlü üç ciltlik eseri olmak üzere, M. Weber,  A. Giddens ve başka bir çok yazara göndermeler yaparak küreselleşmeyi tartışıyorlar ve ekonomik eşitsizlik ile işgal hareketlerini de unutmuyorlar. Castells’in tezlerini oldukça kapsamlı ve aydınlatıcı bulan yazarlar Endüstri Devrimi sırasında yükselen “endüstri toplumu”nun yerini günümüzde yaşanan enformasyon teknolojilerindeki devrim nedeniyle “enformasyon toplumu” ya da “ ağ toplumu” nun almasını anlamlı buluyorlar.

 

Fritjof-Capra-The-Potential-Unraveling-of-Civilization-600x450

Sistemik yaklaşım: Birbiriyle bağlantılı dünya sorunları.

 

Yazarlara göre sistemik düşüncenin anahtar özellikleri şunlardır:

  • Parçalardan Bütüne Geçiş / Dönüşüm: İlk ve en genel özellik parçalardan bütüne geçiştir. Canlı sistemler, özellikleri daha küçük parçaların özelliklerine indirgenemeyen birleşik bütünlerdir. Onların bu temel ya da “sistemik” özellikleri bütünün özellikleridir ve parçalarda bulunmazlar. Bunlar parçaların organizasyon ilişkilerinden, örneğin bu özel organizmalar ya da sistemler sınıfına özgü özelliklerin belirli bir düzen içindeki ilişkilerinin bir yapılanmasından ortaya çıkar. Sistemik özellikler bir sistemin yalıtılmış elemanlarının fiziksel ya da kavramsal olarak parçalanmasıyla yok olur.
  • Çok Disiplinlilik / Disiplinlerarasılık : Doğada canlı sistem örnekleri çoktur. Her organizma ( hayvanlar, mikroorganizmalar, insanlar )birleşik bütün olarak canlı bir sistemdir. Bu organizmaların  ( hücre vb. ) parçaları da canlı sistemlerdir ve bu sistemler organik bir topluluğun içinde yer alırlar. Aile, iş örgütlenmeleri, köyler, vb. gibi sosyal ya da ekosistemler de aynı özellikleri gösterirler. Yaşama sistemik bakış bize tüm canlı sistemlerin ortak özellik ve organizasyonel ilkelere sahip olduğunu göstermiştir. Bu, sistemik düşüncenin doğasının çok disiplinli (multidisciplinary) olduğu anlamına gelir. Böylelikle farklı akademik disiplinleri birlikte kullanarak farklı fenomenler arasında benzer özellikler keşfetme imkanı buluruz.
  • Nesneden İlişkilere Dönüşüm: Hücreler dokuların, dokular organların, organlar organizmaların, canlı organizmalar ekosistem ile sosyal sistemin parçalarıdır. Canlı bir sistem her düzeyde hem küçük parçaların oluşturduğu birleşik bir bütündür, hem de aynı zamanda daha büyük bir bütünün parçasıdır. Dolayısıyla, kuantum fiziğinin bize gösterdiğine göre, parçadan söz edemeyiz. Aslında, parça dediğimizde sözünü ettiğimiz, yalnızca birbirinden ayrılmayan ilişkiler ağının oluşturduğu deseni (pattern) ya da organizasyonu kast ediyoruz demektir. Bu nedenle parçadan bütüne geçiş ya da dönüşüm demek aynı zamanda nesneden ilişkilere geçiş ya da dönüşüm demektir. Mekanik bakış açısına göre dünya nesnelerin toplamıdır. Nesneler birbirleriyle etkileşirler ve aralarında bir ilişki vardır, ama bunlar ikincildir. Sistem düşüncesinde nesnelerin kendileri daha büyük ağlarda yuvalanmış ilişkiler ağı olarak görülür. Sistem düşünürü için ilişkiler birincildir, nesneler ise ikincil.
  • Ölçümlemeden Haritalamaya Dönüşüm: Batı düşüncesinde nesnelerden ilişkilere geçiş kolay olmamıştır. Bu düşüncede şeylerin ölçüm ve ağırlıklandırmaya ihtiyacı vardır. Fakat ilişkiler ne ölçülebilir ne de ağırlıklandırılabilirler; onlar, tam tersine, haritalanmaya ihtiyaç duyarlar. Bu anlamda, nesnelerden ilişkilere geçiş, metodoloji tekniğinin de değişmesine neden olmuştur. İlişkileri haritalamak için defalarca tekrarlayan oluşumların görünüşlerini bulmak durumundayız. Bu, oluşum, organizasyon ya da deseni, (pattern) nasıl isimlendireceğimizle ilgilidir. Ağlar, devreler, sınırlar gibi sistem biliminin tam da merkezinde bulunan çeşitli organizasyon desenlerine, canlı sistemlerin özellikleri olarak dikkat etmemiz gerekir.
  • Kantiteden (Nicelikten) Kaliteye (Niteliğe) Geçiş: İlişkilerin haritalanması ve desen (pattern) çalışmaları doğal olarak kantitatif değil kalitatif bir yaklaşım gerektirir. Böylece, sistem düşüncesinin nicelikten niteliğe bir geçişi ifade ettiğini söyleyebiliriz. Bu özellikle karmaşıklık teorisindeki son gelişmelerde açıkça göze çarpmaktadır.
  • Yapıdan Sürece Geçiş: Kartezyen biliminin mekanik iskeletinde temel yapılar vardır ve bunların birbirleriyle etkileşim içinde oldukları kuvvetler ve mekanizmalar bulunur, böylece süreçlere yol açılır. Sistem biliminde her yapı, altında yatan sürecin belirtisi olarak görülür. Sistem düşüncesi yapıdan sürece geçişi ihtiva eder. Biyolojinin erken dönemlerinden beri bilim insanları ve filozoflar canlı formları biçimden ve bütünün bileşenlerinin statik görünümünden daha iyi tanımışlardır. Canlı sistemlerin içinden sürekli olarak akan bir madde vardır ki, akarken formu korur; gelişme ve bozulmanın yeniden oluşmasını sağlar. Bu nedenle canlı yapıları anlamak metabolik (yapım / yıkım ya da özümleme) ve gelişmeye yönelik süreçleri anlamak demektir.
  • Objektiviteden Epistemolojiye Dönüşüm: Kartezyen paradigmada, gözlemciden ve öğrenme sürecinden bağımsızlık gibi, bilimsel tanımlamaların objektifliğine inanılır. Oysa sistem bilimi ya da yeni paradigmada, epistemolojinin ( bilme sürecin anlaşılması ) doğal fenomenlerin betimlenmesinde açıkça içerilmesi gerektiğini belirtir. Bu kabul bilime W. Heisenberg ile girmiştir ve bir ilişkiler örgüsü olarak fiziksel gerçeklik görüşüyle yakından ilişkilidir. Örneğin, yapraklar, sürgünler, dallar ve gövde arasında bir ilişkiler ağı gördüğümüz zaman ona “ağaç” deriz. Bir ağaç resmi yaptığımızda çoğumuz ağacın köklerini çizmeyiz. Oysa bir ormandaki ağaçların kökleri o kadar yayılmıştır ki, toprak altında birbirlerine bağlanmışlardır. Kısacası, ağaç dediğimiz şey bizim algılarımıza bağlıdır. Bilimde söylediğimiz gibi, gözlem ve ölçüm kullandığımız yöntemlerimize bağlıdır. W.Heisenberg’in sözleriyle ifade edersek, “Gözlediğimiz şey doğanın kendisi değildir, ancak doğanın sorgulama yöntemimize sergilediği şeydir.”[2]  Böylece sistem düşüncesi objektif bir bilimden “epistemik” bir bilime  yani, epistemolojinin ( sorgulama yöntemi ) bilimsel teorilerin ayrılmaz bir parçası olduğu bir yapıya dönüşümüdür.
  • Kartezyen Kesinlikten Yaklaşık Bilgiye Dönüşüm: Bilime bu yeni yaklaşım hemen yeni bir soruyu gündeme getirir. Eğer her şey birbiriyle bağlantılıysa, herhangi bir şeyi bilebileceğimiz nasıl umabiliriz? Bütün doğal olaylar son tahlilde birbirleriyle bağlantılı olduğuna göre, bunlardan birini açıklamak için, tüm diğerlerini de anlamak zorundayız ki, bunun da imkansız olduğu açıktır. Sistem yaklaşımının bilime dönüşmesine imkân tanıyan şey yaklaşık bilginin varlığının keşfedilmesidir. Bu bakış açısı modern bilimin püf noktasıdır. Mekanistik paradigma bilimsel bilginin kesinliğine inanan Kartezyen anlayış üzerine kuruluydu. Sistemik paradigmada, tüm bilimsel kavram ve teorilerin sınırlı ve yaklaşık olduğu kabul edilmektedir. Bilim hiçbir zaman herhangi bir tam ve tanımlı anlama sağlamaz.

 

terra-earth-terra-

Gaia hipotezine göre yeryüzü canlıdır.

 

Biz araştırmacılar, “bütünün parçalarının toplamından daha fazla bir şey” olduğunu biliyoruz. Araştırmacılık da disiplinlerarası işbirliğine en yatkın mesleklerden biri. İşimiz ise artık bir ilişkiler kümesi olan toplumu ve onun bireylerinin davranışlarını açıklamaktan ibaret. Öte yandan biliyoruz ki, daha fazla içgörü sağlayabilmek için kantitatiften kalitatife geçme zamanı çoktan geldi. Çünkü mesele ölçmeyi aştı ve ilişkileri daha iyi anlayabilmek için bir desen ya da harita oluşturmak peşinde koşmak gereği ortaya çıktı. Bu ise, Heraklitus’un dediği gibi “her şey aktığı” için,  yapıdan ziyade süreçleri anlamakla mümkün. Daha iyi anlamak için tüm sorunları ya da fenomenleri sistemik bir bakış açısıyla ele almaktan başka çaremiz yok. Yeni paradigma bunu gerektiriyor.

Son söz Konfuçyüs’ün olsun:

“Sen beni bilgili, çok okumuş bir adam mı sanıyorsun

Tabii ki – dedi Zi-gong –öyle değil misin?

Pek sayılmaz – dedi Konfüçyüs – ben yalnızca

başka her şeyi birbirine bağlayan bir ipi tuttum.”[3]

Politikacılara duyurulur…

Notlar

Anlaşılması zor bir yazı olduğunun farkındayım. Özellikle karmaşıklık teorisiyle ilgili kavramlara açıklık getirmek, belki de bir sözlük oluşturmak gereği var. Zaman içinde böyle bir sözlük hazırlayabileceğimi umuyorum.

[1] Capra, Fritjof & Luisi, Pier Luigi. The Systems View of Life, A Unifying Vision, Cambridge University Press, UK, 2014. 

[2] Aktaran, Capra, Ibid., p.82.

[3] Sima Qian’dan aktaran, Castells, Manuel. Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Ağ Toplumunun Yükselişi, Çeviren: Ebru Kılıç, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s.1.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.