Gurbette Olmak

“Ah, gelir, gelir, Mustafam gelir. Çok şükür, sağ salim kavuştuk yine.” Bu annem.  “Deme mari Nevriye, sayı mı söylersin, kızanım mı gelir. Şu gözlüklerle hiç seçemez oldum artık. Sahir’e söyleyeyim de değiştirsin bunları.” Bu da babaannem.

Annem ayakta, babaannem de kapının eşiğine oturmuş beni beklerlerken ben de Yeni Yol’dan çeşmeyi dönerek 106 Sokağa girmiş bulunuyorum. İzmir Atatürk Lisesi’nde okuduğum yıllar her on beş günde bir evci çıktığım için cumartesi günleri saat üç civarlarında 106 Sokağa girmiş olurdum. Bu cumartesi de, baharın getirdiği tertemiz havayı ciğerlerime çekerek No: 9’a doğru yol alıyorum.

Oysa bundan üç saat önce dersin bitmesi için söylenip duruyor, dakikaları sayıyordum. Ders bitmiş, tüm sınıf, lisemizin Fuar’ın Lozan Kapısı’nın karşısındaki o güzelim ana bahçesinde toplanarak İstiklal Marşı ile lise marşımızı söylemiştik.  Önce her zaman olduğu gibi lise marşımız ile başlamış, daha sonra İstiklal Marşı ile devam etmiştik:

“Bizim kalbimiz ilim ateşiyle doludur / Biz bağlıyız gönülden sevgili lisemize / Bugün tuttuğumuz yol inkılabın yoludur / Yarının ümitleri genç nesil derler bize / Bize iman veriyor hür vatanın hür sesi / Ebediyen varolsun İzmir Atatürk Lisesi / Nurlu mefküremize lise hayat veriyor / İlim bizim aşkımız, Türklük bizim şanımız / Gideceğimiz yolu Gazi’miz gösteriyor / Yaşasın Türk milleti, yaşasın vatanımız / Bize iman veriyor hür vatanın hür sesi / Ebediyen varolsun İzmir Atatürk Lisesi”

Güfte: Süleyman Sevgi / Beste: Ahmet Adnan Saygun

Her iki marş bittikten sonra doğruca dolaplara koşarak çantamı hazırlayıp o zamanlar Fuar’ın Basmane Kapısı’nın karşısında olan garaja gitmiş, Akhisar’a giden Emniyet Otobüsleri’nden bir bilet alarak otobüsteki yerime kurulmuştum. İki saat süren İzmir-Akhisar yolu bir türlü bitmek bilmez, ben de heyecan içinde uzaklarda sıra sıra dizilen dağları, dağların eteklerindeki köyleri, köyleri içine alıp yola doğru uzanan tarlaları, tarlalarda çalışan insanları,  tarlaların içinde uzaktan kuş yuvası gibi görünen damları, damların önünde oynayan çocukları seyre dalarak zamanı kısaltmaya çalışırdım. Bazen ovalar ile gökyüzünün kesiştiği ufuk çizgisine takılır, çizginin bir dağ tarafından ne zaman kesileceğini merakla beklerken uyur giderdim.

Yıllardan beri yaptığım yolculuklar esnasında, hele Akhisar’dan ayrılıyorsam, özellikle güneş battıktan sonra ışıkları yanan evleri hep hüzünle izlemişimdir. İçinde annemin olduğunu düşlediğim bu evler bana hep bir sıcacık gelmiştir; girip hane içindekileri selamlayacağım. Zaman bir türlü geçmez, ben de onu uzatmak için hayal kurardım.

Akhisar

İzin verin, Gaston Bachelard’ın Uzamın Poetikası’ndan kısa bir alıntı yapayım:  “’Düşlenen evde oturma işlevi için, bir tren yolculuğu yapmak ne güzel bir alıştırma olurdu! Böyle bir yolculukta düşlediğimiz, kabullendiğimiz evler bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer… Ne var ki, insan, otomobil yolculuğunda olduğu gibi, bunlardan birinin önünde durmayı aklından bile geçirmez. Düşlemin tam içindeyizdir ama olanların sağlamasını yapmamız ne mutlu ki yasaktır.” Buraya aynı kaynaktan hoş bir de şiir eklemenin zamanıdır:

‘Korulukları, ırmakları ya da havayı oluşturan ne varsa / Odayı kapattığını sanan duvarlardan girip içeriye yerleşiyor / Denizleri aşan atlılar koşun gelin / Gökyüzünden bu damın altında size de yer var’

Jules Supervielle

* * *

Oysa yarın  Akhisar’dan İzmir’e dönerken, zaman ne kadar çabuk geçecekti; adım gibi biliyordum. Nihayet, Sabuncubeli’ni tırmanıp Manisa’ya doğru süzüldükten sonra, İshakçelebi’yi, Saruhanlı’yı ve Kapaklı’yı geçmiş, Kayalıoğlu’na yaklaşıyorduk. Artık on beş dakika kalmıştı Akhisar’a. 106 Sokak No:9’a ise, garajdan yürüyerek gideceğim için bir on beş dakika daha vardı. Toplam yarım saat yani. Ne geçmez zamanmış yahu.

Ama işte şimdi, karşımda annem ile babaannem, beni bekliyorlar; ne büyük mutluluk benim için o an. Sevgi yumağı olduktan sonra evimize giriyorum.

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.