Kıpkırmızı Bir Gece

Kıpkırmızı bir geceydi. Herkes endişeli bir telaş içinde oradan oraya koşuşturuyordu. Dedem, hiçbir şey yapamamanın verdiği çaresizlik içinde yüzünde çok üzgün bir ifadeyle sobanın yanında ayakta duruyor, “Allahım sen bize yardım et. Cahit’ime bir şey olmasın” diye dua ederken sağa sola sallanıyordu. Babaannem ise bir yandan elindeki makası, divanın üzerinde yatmış gözlerini tavana dikmiş vaziyette çırpınan kardeşim Cahit’in yüzüne doğru tutarak açıp kapatıyor, öte yandan, “Ah kızanım, yanıyor. Sahir de nerede kaldı? Nevriye koş, aynayı getir de çocuğun yüzüne tutalım” diye hem söyleniyor hem de kendince yeni çareler arıyordu. Annem bir elindeki aynayı Cahit’in yüzüne tutarken gözlerinden damlayan yaşların farkında bile değildi. Ağlamaklı bir ses tonuyla “Uyan Cahit’im, uyan yavrucuğum, bak hepimiz buradayız” diyerek kardeşime seslenen annem dimdik ayaktaydı ama, çaresizliği yüzünden okunuyordu. Diğer elinde ise soğuk suya batırıp Cahit’in anlına koyduğu bir bez vardı. Halamlar ise ikide bir kapıyı açıp dışarı çıkarak babamın gelip gelmediğini kontrol ediyorlardı. Kardeşim Müjdat’ın nerede olduğunu hatırlamıyorum. Muhtemelen diğer odada uyuyordu.

Scan10032
Kardeşim Cahit ve ben, 1967.

 

Tıp dilindeki adı konvülsiyon olan havale, çeşitli sebeplerle ortaya çıkan, birdenbire başlayıp bir iki dakikaya kadar süren, bilinç kaybı, nefes alamama, kasılma ve çırpınmalarla seyreden bir durumdur. Küçük yaştaki çocuklarda görülen ateşli hastalıklar en sık havale sebebidir.

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen daha dün gibi hatırladığım makas ve aynaya gelince, muhtemelen, hastanın kendisine gelmesini sağlamaya yönelik olarak kullanılan eski bir gelenekti ve babaannem bu yöntemle Cahit’i kendine getirmeye çalışıyordu.

Saat on civarı olmalıydı ve muhtemelen henüz iki yaşında olduğunu zannettiğim kardeşim Cahit havale geçiriyordu. Ateşi kırkı aşmıştı. Büyük evde, dedemlerin efsanevi odasındaydık. Doktor getirmeye giden babam henüz gelememişti. Hepimiz korku, endişe ve çaresizlik içinde kıvranıp duruyorduk. Zaman ise bir türlü geçmek bilmiyor, uzuyor da uzuyordu. Şimdi, çok eskilerde kalmış ve benim için bir nokta olan bu anı, o zaman bitmek bilmeyen upuzun sıkıcı bir film gibiydi.

Geriye dönüp o geceyi hatırladığımda ilk aklıma gelen kıpkırmızı bir renk ve babamın çocuk doktoru Kamil Şahinoğlu ile odanın kapısından girip Cahit’i çırpınırken gördükten sonra, kendisini, “oğlum” diye bağırarak yere atmasıdır. Ben korkudan dedemin yanına ilişmiştim. Dedem babamı “Sahir, Sahir, oğlum kendine gel” diyerek yerden kaldırmış, dirayetini hiç kaybetmemiş olan annem ise doktora olan biteni anlatmaya çalışmıştı.

Babam, sonradan milletvekili olan Dr. Kamil Şahinoğlu’nu yemek masasından kaldırıp getirmişti. Babam doktoru getirmek için evden çıktığında kardeşim Cahit o kadar kötü görünmüyordu. Ancak yarım saat gibi bir süre içinde kötüleşmiş, ateşten bir topa dönüşmüştü. Öyle bir top ki, etrafa yaydığı ısı temas ettiği her şeyi kırmızıya dönüştürüyordu adeta.

Cahit’le ilgili bir başka sevimsiz anım, onun Halil Dedem’in kardeşi Ayşe Halam’ın çiftliklerindeki çoban köpeği “Bob” tarafından ısırılmasıdır. Çok şükür ciddi bir şey olmamış, ama ben Cahit’i o yaz on beş gün süreyle tetanoz iğnesi yaptırmaya götürmüştüm. Kucağıma yatar, ister istemez karnından yapılan o koskoca iğneyi yemek zorunda kalırdı.

Akhisar’da yaşadığı için, babamla ve doğal olarak annemle zamanı en çok paylaşan,  Cahit olmuştu. Cahit evlenip başka eve çıkmış olmasına rağmen, annem İstanbul’a geldiğinde daha iki hafta geçmeden “Cahit’im bekler, gideyim artık” derdi.

,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.