Kitaplar Arasında Bir Gezinti (3)

İktisatçı olmama rağmen bu dönem daha çok edebiyata yöneldiğimi hissettim. Bir de üzerinde çalıştığım zaman sorunsalım olduğu için felsefeye daldığımı söylemeliyim, sonra ise sosyoloji geliyor. Okuduğum ya da halen okumakta olduğum kitapları Ekonomi – Politik, Edebiyat, Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji, Fizik ve Tarih gibi kategorilere ayırdım. Ekonomi – politikle başlamakta fayda var.

Ekonomi – Politik

David Harvey Kozmopolitik ve Özgürlük Coğrafyaları’nda, uzam – zaman derken Heidegger’in uzamdan ziyade ikamet edilen yere, oradan da “ev”e doğru yol aldığından söz ediyordu. Şu ifade çok hoştu: “İnsanın kök salmışlığı, otoktonisi, bugün dibine kadar tehlike altındadır.” İkamet etme yeteneğimizi kaybettiğimizde köklerimizi de kaybederiz, üstelik ruhumuzu besleyen kaynaklarla da tüm bağımız kesilir. Mesafelerin yok olduğu dünya korkutuyor insanı.

* * *

Marxist iktisatçı Samir Amin’in Liberal Virüs ‘ünden Şöyle yalın bir alıntı yapabilir miyim: “Özel mülkiyet ancak mülkiyete sahip olmayanların varlığında mümkündür.” Herkesin mülk sahibi olduğu tek sistem kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu?

* * *

Diğerleri: Karl Marx (Kapital 1. ve 3. Ciltler), David Harvey (Neoliberalizmin Kısa Tarihi), Daniel Kahneman (Thinking, Fast & Slow), Razming Keucheyan (Aklın Sol Yarısı), Samir Amin (Modernite, Demokrasi ve Din), Perry Anderson (Amerikan dış Politikası ve Düşünürleri), Alexis de Tocqueville (Amerika’da Demokrasi), Thorstein Bunde Veblen (Aylak Sınıfın Teorisi).

Edebiyat

“Tek başımayım, ama onlar hep birlik.”

Dostoyevski, Yeraltından Notlar

* * *

Hep böyle yakışıklı kalmak için mi, ‘bat’ diye diye bir türlü batıramadığın bu batacısa dünyayı bu kadar erken terk ettin be usta!

“Dünyada her insan, başkalarından çıkar sağlamak için, sabahtan akşama kadar asık bir suratla dolaşır. Ben kimseye yaranamayacağımı anladığım için yeni bir dümenin suyuna gitmek üzere yola çıkmış bulunuyorum. Duygusal ve akıllı ve güzel ve hiçbir şekilde karşı çıkılamayacak derinlik ve sezgilerle donatılmış kadınlar, benim gibi dikenli ve garip renkli bir çiçeği yakalarına takarak dolaşmasalar da, beni uzaktan seyrederek gelişeceklerdir. Bu garip çiçek, son dikenlerini bile dökerek çırılçıplak kalırken, onlar bu çiçeğin şimdiye kadar rastlanılmamışlığını da güzelliklerine katacaklardır.”

Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

* * *

Sonunda devrimi de gördüm!

Muhtemelen okuyan çoktur. Ben geç kaldım ve görüş ve düşüncelerine değer verdiğim genç bir arkadaşım önermese alıp okumazdım. Yeraltı romancısı Murat Uyurkulak’ın Tol ’undan söz ediyorum. O ne cüret, o ne enerji, o ne polemik dili, o ne kurgu, o ne anarşizm, vb.,vb… Konsept ve dilde, başta doğal olarak Yeraltından Notlar ’ın yaratıcısı Dostoyevski olmak üzere, James Joyce ve Oğuz Atay’ın önemli etkilerini gözlediğim romanın ana mekânı tren olduğu için belki, uçsuz bucaksız ovalarda hızla akıp gidiyor; çupapa, çupapa, çupapa… Yetişmek ne mümkün!

Gelgelelim, son kırk elli sayfasında tren yavaşlar gibi oluyor ve insan, “Neden yavaşladın be Murat” demekten kendini alamıyor; oysa devrim hız ister. Ama son sayfası ve son cümlesiyle eski hızını yakalıyor.

Özetle, bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirirsem, oldukça beğendiğim bir roman Tol.

* * *

Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi tam filmlik bir roman;  her sayfasında başka bir manzara resmedilmiş sanki. Çok şiddetli (derin değil bence)  bir aşk – meşk muhabbeti var, ama zaten olması gereken de bu değil miydi? Kahramanımız Kemal takıntılı biri, Füsun da öyle. Ben en çok, rakıyı hayli sevmeme rağmen, rakı olayına takıldım; ne kadar çok içildi, Tol ‘dan geri kalır yanı yoktu. Romanın ortalarında sonunu görür gibi oldum, buna rağmen sonuna gelince ilk kez şahit olmuş gibi Füsun’a acıdım, içim burkuldu. Böyle takıntılı bir aşk başka türlü bitemezdi herhalde.  En sonunda Kemal’e de üzüldüm, düğümlendim diyebilirim. Müze konsepti oldukça yaratıcıydı. Pamuk’un müze yapabilmesi için Kemal’in Keskinlerden sürekli eşya yürütmesi ve bunu hemen herkesin biliyor olması fantastikti. Belli ki Pamuk müze olayı için takdire şayan ölçüde çok çalışmış.

Romanda daha çok artistlerin gittiği Pelür Bar diye bir yer var. Sanırım burası benim de bir zamanlar sıkça gittiğim Papirüs. Mekânı hayli güzel anlatmış. Şimdi Ayhan Işık Sokak denilen sokağın başında ama yerinde yeller esiyor tabi.

Kitabın sonunda Aşk ve Müze Üzerine diye gereksiz bir Sonsöz var. Burada, yazdığının bir aşk romanı olduğunu ve kahramanlarını yaratırken kimlerden ilham aldığını açıklıyor. O kadar güzel biten roman birden bire vülgarize oluyor.

* * *

Şimdi Geçmişte Saklıdır!

Orhan Pamuk son romanı Kırmızı Saçlı Kadın ’nın olay örgüsünü fraktal bir yapı üzerine inşa etmiş ve geçmişin geleceği nasıl etkileyebileceği, hatta belirleyebileceği konusunda, ortaya, çarpıcı bir roman çıkarmış. Romanda, 1980’lerin ortalarında, 16 yaşındaki Cem’in 33 yaşındaki Kırmızı Saçlı Kadın’la olan bir gecelik aşkının – ki buna başlangıç noktası diyoruz – kelebek etkisi yaratarak farktal bir desen çizip, sürükleyici, beklenmedik ve heyecan verici bir maceraya dönüştüğüne şahit oluyoruz.

Roman, 30-35 yıl öncesindeki bir olayın, başlangıç noktasına hassas bağımlılık ilkesiyle – ki aşk gibi hassas bir olaydır söz konusu olan – dallanıp budaklanarak (fraktallaşarak) bugünü etkilemesi hatta belirlemesi bakımından Mandelbrot’un uzun vadeli bağımlılık teorisiyle uyum gösteriyor. Bu yazının ayrıntısına http://bulentgundogmus.com/simdi-gecmiste-saklidir-kirmizi-sacli-kadin/ linkiden ulaşabilirsiniz.

* * *

Bu gece (22. 12. 2105) Halil Cibran gecesi oldu! Cibran 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında – yüzyılın sınırlarında – yaşayan Lübnan asıllı Amerikalı romancı, şair ve bence filozof.

Bu gün, uzun ve verimli bir toplantıdan sonra, bir arkadaşımla, bir cafe’de sıkı bir kahve eşliğinde yaptığımız hoş ve geleceği ışıltılı bir sohbetten sonra, bir kaç kitap aldım. Bunlardan üçü, daha önce zaman sorunsalı(m) bağlamında tanıdığım ve okuduğum Halil Cibran’a aitti: Kum ve Köpük, Avare, Ermiş. Müthiştir, kesinlikle öneriyorum; Arap, Amerikan, Fransız, vb. karışımı bir kombinasyondan söz ediyorum; ihmale gelmez. Ben ikisini kısa bir sürede, bir kaç saate yuttum, ama tekrar okunmaya muhtaçlar. Aforizmalar hep okunmalıdırlar çünkü.

O zaman – henüz erken ama – gelsin gecenin sonu. Tabi yine Cibran’dan:

“Sessizliği verin bana, geceye fazlasıyla meydan okuyacağım.”

İyi meydan okumalar…

Zaten en uzun geceyi yaşıyoruz, yani ekinoksdayız ve artık dönüyoruz, meydan okumanın tam zamanı değil mi?

İşte birkaç aforizma:

“Sadece güzelliği keşfetmek için yaşarız. Gerisi bir tür beklemedir.”

“Düşleri ve arzuları olmayanların en büyüğü olmaktansa, düşleri ve arzuları olanların en sonuncusu olmayı yeğlerim.”

“Kaplumbağalar yollar hakkında tavşanlardan daha bilgilidirler.”

* * *

Henry James Bir Kadının Portresi ’nde romanın kahramanı İsabel Archer’in değişimini ve gelişimini öyle güzel anlatmış ki, kelimelere buladığı fırçasını portreye her dokunduruşunda daha da beliren portre olgunlaşmış ve son halini almış; tıpkı Mona Lisa gibi… Teşekkürler James… Bugüne dek okumayanlara şiddetle öneririm.

 

Don Kişot

 

Donkişotluk Yapmak!

Hepimiz okumuşuzdur, okumamış olsak da tanıyoruzdur. Okuduğu yüzlerce şövalye romanından etkilenerek hayallere dalıp, yaşadığı bir önceki çağdan önceki çağı, yani, adalet, eşitlik, özgürlük ve sevgi – ki, romanda “aşk her şeyi eşit kılar” gibi müthiş bir ifade vardır – üzerine kurulmuş Altın Çağ’ı yeniden kurmak için ezilenlerin yanında ezenlere savaş açan bir Mahzun Bakışlı Şövalye vardır. Cervantes’in başyapıtı La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote ’den söz ediyorum.

Kalplerimizde patlayan bombalardan korunmak için, bizi evlerimize kapatarak bu duruma alışmamız gerektiğinin söylendiği bu günlerde Altın Çağ’ı yeniden kurmak için berber leğenlerimizi başımıza geçirip yeldeğirmenlerine saldırmak çok mu donkişotça olurdu?

Not: Türk Dil Kurumu donkişotluk yapmayı,“gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma durumu” olarak tanımlamış. Oysa benim derdim kahramanlık yapmak değil. Şaka yapmak ise, hiç değil. Sadece bir şeyler yapmak istiyorum. Üstelik çok gerekli şeyler…

* * *

Diğerleri: James Joyce (Finneganın Vahı), İtalo Calvino (Bütün Kozmokomik Öyküler), Nedim Gürsel (Tehlikeli Sevişmeler), Kazuo Ishiguro (Noktrünler), Oscar Wilde (Dorian Gray’ın Portresi), Margarite Yourcenar ( Düş Parası), Georges Perec (Uyuyan Adam, Karanlık Dükkân), Giorgio Bassani (Finzi – Contini’lerin Bahçesi), Mihail Bulgakov (Kol Manşetinden Notlar, Genç Bir Doktorun Anıları), Henry James (Güvercinin Kanatları), Dostoyevski (Delikanlı),  Lev Tolstoy ( Diriliş – Tekrar), George Orwell (1984 -Tekrar), John Berger (Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü), Yalçın Küçük (Tenkit).

Felsefe, Psikoloji, Sosyoloji

Tractatus’ta, “Sonsuz hayat diye bir şey varsa o burada ve şimdi olmalıdır” diyen Ludwig Wittgenstein’e tamamen katılıyor, buna kairolojik zaman diyorum.

 
wittgenstein

 

“Öyle bir duygumuz vardır ki, bütün olanaklı bilimsel sorular yanıtlandığında bile, yaşam sorunlarımıza daha hiç dokunulmamıştır. Tabi o zaman da hiçbir soru kalmamıştır; yanıt da tam budur. Yaşam sorunun çözümü, bu sorunun yok olmasında görülür. ”

Ludwig Wittgenstein, Tractatus

* * *

“Başrahip önce şu soruyu ortaya attı: Dünyadaki şeyler arasında en uzun ve en kısa, en hızlı ve en yavaş, en bölünebilir ve en büyük, en aldırış edilmeyen ve ardından en çok üzülünen, onsuz hiçbir şey yapılamayan, bütün küçük şeyleri yiyip yutan ve bütün büyük şeyleri canlandıran nedir?…

Zadig yanıtın zaman olduğunu söyledi: Daha uzun hiçbir şey yoktur, çünkü sonsuzluk onunla ölçülür; hiçbir şey daha kısa değildir, çünkü hiçbir tasarımızı gerçekleştirmeye yetmez; bekleyen için ondan daha yavaş bir şey, zevk içindeki insan için ondan daha hızlı bir şey yoktur; sonsuzcasına büyüktür ve sonsuz küçüklükte parçalara bölünebilir; hiç kimse ona aldırış etmez, yitirince insanlar ardından üzülürler; gelecek kuşaklara layık olamayan her şeyi unutturur ve büyük şeyleri ölümsüzleştirir, diye ilave etti.”

Voltaire, Zadig

Bu yazının ayrıntısına http://bulentgundogmus.com/zadigde-zaman/ linkinden ulaşabilirsiniz.

* * *

Yan Yana Yaşam Tarzları

“Temel insan hakları kavramının yeni yorumları, temellerini, en azından, karşılıklı hoşgörüye oturtur. Kategorik olarak yapmasa da bu temelleri karşılıklı dayanışmaya kadar götürür. Yeni yorum geçmişten miras alınan kültürün hiyerarşilerini yıkar ve doğuştan ‘ilerlemeci’ kültürel evrim, amansız bir şekilde önceden belirlenmiş bir hedef modeline yönelirken, asimilasyon modelini paramparça eder. Değer kuramları açısından konuşursak, (aksiyolojik) olarak kültürel ilişkiler artık dikey değil yataydır. Hiçbir kültür sadece kendi üstünlüğünü ya da ‘ilerleyiciliğini’ öne sürerek diğerlerinden, itaat, tevazu ve boyun eğmesini isteyemez. Günümüzde yaşam tarzları çok çeşitlidir ve uyumlu bir yönde olmaları gerekmez. Birbirleriyle temas eder ve ayrılırlar, yaklaşır ve uzaklaşırlar, kucaklaşır ya da birbirlerini iterler, çatışmaya girerler ya da karşılıklı olarak deneyim ve hizmetleri takas ederler ve bütün bunları (Simmel’in unutulmaz anlatımıyla aktarırsak) hepsi birbirine benzeyen, eşit özgül ağırlıkları ile bir kültürler havuzunun içinde yüzerken yaparlar. Günümüzde istikrarlı ve sorgulanamaz kabul edilen hiyerarşiler ve tek yönlü evrimsel yoların yerini farklı olma özgüllüğü için çekişmeler almıştır. Bu uğraşı ve mücadelelerin sonuçlarını önceden tahmin etmek imkânsızdır ve inandırıcılıklarına güvenilemez.”

Zygmunt Bauman, Akışkan Modern Dünyada Kültür

* * *

Dışlanmışların Zamanı

Zaman üzerine çalışmalarım devam ediyor. Jean Chesneaux Zamanı Yaşamak adlı çalışmasında zamanın bin bir yüzünü inceliyor. Bunlardan biri de dışlanmışların zamanı ve şöyle: Dışlanmışlar ve hükümlüler sıfır derecedeki yurttaşlığı ve sıfır derecedeki zamansallığı temsil ederler. İçine bile sokulmadan toplumsal yapıya yabancılaştırılan bu insanlar böylelikle toplumsal zamana da yabancılaştırılmış olurlar. Yapılan araştırmalara göre bu insanların yaşam projeleri (belli bir sürede kendi kendilerini düşünme yetileri) 48 saati geçmemektedir. İşsizler ise yurttaşlık ve zamansallığın birbirine bağlı olarak çözülüşünün başka bir sınır durumunu oluştururlar. Onlar, ancak hemen şimdi’nin ve zaman – dışı’nın içine kayarak direnebilirler. Zamanla ilişkileri kaybolur ve bu ilişkiye ancak aşevinden yemeklerini alırken – alabilirlerse tabi – dönerler. Yalnızca çocukları saatlerin belirlediği işaret noktalarını korumaktadır: Okulun saatleri. Özetle, toplumun dışladığı bu kişiler zamandan ve sosyal ilişkilerden dışlanmışlardır.

Özetin özeti, dışlanmışların zamanları ve aynı anlama gelmek üzere, ne yazık ki, Heidegger anlamında, varlıkları da yoktur.

Özetin üçüncü kuvveti, kimseyi dışlamaya hakkımız yoktur!

* * *

John Berger & Yücel Göktürk, İstanbul’dan Gelen Telefon

Sol, yeni bir siyasi dil keşfetmeli, mesela siyasi düşünceye yeni bir zaman anlayışı getirmeli. Neo-liberalizmim hızla akıp giden “hemen şimdi”sinin yerine yavaş ve uzun vadeli bir anlayışı koymalı; tıpkı Marcos gibi. Hayat aceleye getirilmeyecek kadar kısa çünkü.

Bu kitabı şiddetle öneririm.

* * *

Er – Tarihe Karşı Leviathan’a Karşı. Yazarı anarşist eğilimli Fredy Perlman. Türkçesi pek güzel değil ama İngilizcesi çok anlamlı geliyor: Against His- story, Against Leviathan. Tüm isyancı arkadaşlarıma öneririm. Özellikle aşağılık tecavüz olaylarının yaşandığı erkek egemen toplumlarda bir nefes.

* * *

Theodore John Kaczynski’nin Sanayi Toplumu ve Geleceği (Unabomber – Manifesto) adlı kitabının temel felsefesi şöyle görünüyor: Vergilerimizin nereye gittiğini söylemeye gerek yok; en iyi koşullarda silah, yol, köprü, su, elektrik, vb. olarak geri dönüyor. Silah doğrudan öldürür, yol dolaylı olarak; su hayattır, elektrik ise uygarlık. Kaczynski ise uygarlığa karşı.

* * *

Hintli Marxsist sosyolog Himani Bannerj’den Marx’tan Yeniden Doğmak başlığı altında 10 ilginç makale. Örneğin, yabancılaşma kavramına Karl Marx ve Rabindranath Tagore sentezinden yeni bir bakış.

* * *

“Genius bizden kaynaklanmayıp bize kaynaklık etmiş olduğundan yaşamın ta kendisidir.”

Giorgio Agamben, Dünyevileştirmeler

* * *

Erkek Egemen Dünya

“Doğadaki hiçbir şey, ne cinsel iş bölümünü ne de evlilik, karıkocalık veya soyun babadan oğula geçmesi gibi kurumları açıklar. Bunların hepsi zorla kadınlara dayatılır, dolayısıyla da hepsi açıklamalar olarak kullanılmaması gereken, açıklanması gereken uygarlığın gerçekleridir.”

Claude Meillasoux’tan aktaran John Zerzan, Makinelerin Alacakaranlığı

* * *

Şuna ne diyorsunuz:

” Ama kuvvetli bir delilik dozu olmadan hiçbir girişkenlik, hiçbir teşebbüs, hiçbir davranış olmaz. Akıl: yaşam dolu olmamızın pası. Bizi serüvene sürükleyen içimizdeki delidir; o bizi yüzüstü bıraksın, artık iflah olmayız: Her şey ona bağlı, bitkisel yaşamımız bile; bizi soluk almaya çağıran, buna zorlayan odur; kanımızı damarlarımızda dolaşmaya mecbur eden de o. Çekilip gitsin dımdızlak kalırız! Hem canlı hem normal olamayız.”

M. Cioran, Var Olma Eğilimi

* * *

“Güzellik Hakkinin Pırıltısıdır”

Jean – Luc Nancy Tanrı, Adalet, Aşk, Güzellik adlı kitabında şunları yazar: Bir kişinin ya da bir şeyin güzel olduğunu söyleyebilmemiz için, bizzat güzelliğin kendisine ya da bizzat mutlak güzelliğe ilişkin bir fikre sahip olmamız gerekir. Bildiğimizi bilmeden hepimiz mutlak güzelliğe dair bir şeyler biliriz. Hepimiz biliriz ki mutlak güzellik hiç kimsenin ulaşamayacağı, gözünde canlandıramayacağı ya da cisimleştiremeyeceği bir güzellik değil, ama önce bir güzellik ardından başka bir güzellik, sonra başka güzellik olarak beliren bir şeydir. Mutlak güzellik pek çok güzel insanda ya da şeyde belirir.

Bir güzellikten söz diyorsak, bu her bir kimsenin beğenisine göre değişen bir şey değildir. Böyle olsaydı bir güzellikten söz edemezdik, güzellik hakkında bir fikrimiz olmazdı. Sevimli olmayı ele alalım. Sevimlilik göreli olabilir, ama güzellik asla. Güzellik olağanüstü ciddi olup sadece hoşa giden değildir, ondan çok ötededir. Bu yazının ayrıntısına http://bulentgundogmus.com/guzel-hakikinin-pariltisidir/ linkinden ulaşabilirsiniz.

* * *

Diğerleri: Pierre Bourdieu (Akademik Aklın Eleştirisi, Ayrım), Douwe Draaisma (Düş Dokumacısı), Jean – Luc Nancy ( Gitmek / Yola Çıkmak, Dünyayı Yaratmak ya da Küreselleşme), Aristoteles (Poetika), Umberto Eco (Somon Balığıyla Yolculuk), Hüseyin Köse & Özgür İpek (Gözdeki Kıymık), Doğan Özlem (Erensellik Mitosu), Meral Özbek ( Popüler Kültür: Orhan Gencebay Arabeski), Susan Neiman (Ahlaki Açlık), John Berger (Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı), Edmund Husserl (İçsel Zaman Bilincinin Fenomenolojisi Üzerine), Cihan Camcı ( Hedegger’de Zaman ve Varoluş), Louis-Auguste Blanqui ( Yıldızlardan Ebediyete), Daniel Arasse (Yakın Bakış), Adam Phillips (Kaçırdıklarımız), Jonathan Crary ( 7/24), Simon Critchley (Bellek Tiyatrosu), A. Kioupkiolis & G. Katsambekis (Radikal Demokrasi).

 

Newton

 

Fizik

James Gleick, Isaac Newton

Son derece karışık okuyor ve, biraz abartayım, farklı disiplinleri işbirliğine sokmaya çalışıyorum; felsefe, sosyoloji, fizik, edebiyat (roman ve eleştiri) ve tabi ki siyaset. Bir de ekonomi – politik ve son modalardan davranış iktisadı. Elimde şu anda Isaac Newton var. Yazarı ünlü Kaos’un yazarı James Gleick. Kitapta çok şey var, bir de şu var:

“O senenin sonunda, kış gündönümünden hemen önce, bir kuyrukluyıldız alçaktan geçti ve gizemli kuyruğu batıya doğru parladı. Newton geceler boyunca dışarıda kaldı, arka planında sabit yıldızların bulunduğu kuyrukluyıldızın yolunu kaydetti, her şafağın ışığında gözden kayboluşunu izledi; bu yüzden odasına uykusuz ve perişan halde dönüyordu. Kuyrukluyıldız, korkutucu bir alametti, gökkubbeden geçen, değişken ve başıbozuk bir seyyahtı…”

Newton daha sonra 1680 tarihli kuyrukluyıldızın tasvirini matematiksel hesaplara çizecekti ki, mezarındaki kürenin üzerinde de bu kuyrukluyıldızın yörüngesi işaretlenmiştir.

Alexander Pope Newton için şunları yazmıştı:

“Doğa ve doğanın yasaları saklanıyordu gecede;
Tanrı dedi ki Newton olsun! Işık yayıldı her yere.”

Selam sana Isaac Newton.

* * *

Belirme Çağı

Bir süredir, 1998 Nobel Fizik Ödülü sahibi Robert B. Laughlin’in Farklı Bir Evren adlı kitabını elimden düşürmüyordum. Nihayet tamamladım. Lise fizik bilgisiyle bile rahatça okuyabileceğiniz kitap indirgemecilikten bütüncül (holistik) bakışa geçişin müstesna bir örneğini teşkil ediyor. Zor fizik kurallarını anılarıyla ve sosyal olaylarla harmanlayarak anlatan Laughlin’in bu kitabını sistem düşüncesiyle ilgilenen herkese öneriyorum. Kitabın son iki bölümü disiplinlerarası işbirliği ile kendi kendine örgütlenme (self-organization) ve belirmeye (emerge) ayrılmış ki, olağanüstü. Kitabın en önemli mesajı Belirme Çağı’na girmiş olduğumuz.

Aşağıdaki alıntıyı son bölümden aldım:

“Her zaman; evrene, tek bir özü ve tek bir ruhu olan tek bir canlı varlık olarak bakın; nasıl bütün şeylerin tek bir algıya ve bu tek canlı varlığın algısına referansının olduğunu; nasıl bütün şeylerin tek bir hareketle davrandığını ve nasıl bütün şeylerin var olan bütün şeylerin işbirliği yapan nedenleri olduğunu gözlemleyin; ayrıca ipliğin sürekli dönüşünü ve ağın dokunmasını da gözlemleyin.                                                                                                                             Marcus Aurelius

 

Tarih

“Olaylar Tozdur!”

Etrafımda Immanuel Wallerstein’ın hemen hemen tüm kitapları, masama gömülmüş “zaman” üzerine çalışıyordum ki, doğal olarak – Wallerstein Braudel’in en önemli izleyicisidir – ve kim bilir kaçıncı kez Fernand Braudel’in  II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası (2)’deki o ünlü nüktesiyle karşılaştım. Derhal kaynağına indim ve sizlerle paylaşmak istedim:

“Olaylar tozdur: tarihi kısa ışık huzmeleri gibi kat etmektedirler; doğar doğmaz karanlığa ve çoğu zaman da unutulmaya mahkûm olmaktadırlar. Bunlardan her birinin ne kadar kısa olursa olsun, tanıklık ettiği, manzaranın bir köşesini, bazen de tarihin derin kitlelerini aydınlattığı bir gerçektir. Ve bu sadece siyasal tarih için geçerli değildir, çünkü her sektör – siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel, hatta coğrafi – bu olaysal işaretlerle, bu kesintili ışıklarla doludur.”

Braudel işte bu müstesna biçimde tanımladığı ve olayların kronolojik zamanı anlamına gelen olay bazlı bu tarih (zaman) anlayışının karşısına, uzun ama sonsuz olmayan “süreyi” – longue durée – koyar.

* * *

MS 550 – 750 Arasında Yağma!

“Bu sistemde: 1) yağma, beyler tarafından yapılır (Salur Kazan örneği); 2) belli zaman aralarıyla tekrarlanır (belki üç yıl); 3) yağmalattıran, yağmadan sonra malı ve mülkünden geriye hiçbir şey kalmayacağını bilir (helalini alır, dışarı çıkar); 4) nitekim, yağmada her şey yok edilir (elbise ve mal); 5) bu bakımdan yağma, savaşla aynı sonucu doğurur; tahripkârdır; 6) beyler için yağmaya çağrılmamak en büyük hakaret olup (Kazan’ın dayısı Aruz), çağrılmayana hasım olmak için yeterli bir nedendir ve; 7) hasımlık sonucunda açılan savaş gene yağma ile biter (Kazan’ın Aruz’u öldürüp elini kününü yağmalatması).”

Sencer Divitçioğlu, Orta Asya Türk İmparatorluğu

Kuşkusuz MS 550 – 750 arasında, yeryüzündeki toplumların çoğunda yağma vardı.

* * *

Diğerleri: Marc Bloch (Tarih Savunusu)

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.