Ne Yapmalı?

İstanbul Üniversitesi’nde “master” yaparken Sencer Divitçioğlu’ndan aldığımız “politik iktisat ve iktisadi düşünce tarihi” dersimiz son derece yüksek bir soyutlama düzeyinde geçiyordu. Hocamızın derdi, çok sonraları bir diğer hocamız Asaf Savaş Akat’la Cogito’nun Bahar 2001, 26. sayısında yaptığı röportajda belirttiği gibi, bilinmeyen şeyleri çözmek olduğu için, bir bakıma cevabı olmayan sorunları çözmeye çalışıyorduk. Ama biz tüm öğrenciler çok mutluyduk.

10 Aralık 2016’da Beşiktaş’ta güvenlik güçlerine yapılan saldırının üzerinden yirmi, 19 Aralık 2016’da da Rusya Büyükelçisi Anrey Karlov’a düzenlenen suikastın üzerinden on üç gün geçmişken, 1 Ocak 2017’nin henüz ilk saatinde Ortaköy’deki bir eğlence merkezinde yeni yıl coşkusunu yaşamaya çalışan masum insanları katleden ve hangi örgüt üstlenirse üstlensin arkasındaki gücü asla öğrenemeyeceğimiz profesyonel katili yönlendirenler hakkında yorum yapmak da cevabı olmayan bir soru üzerine spekülasyon yapmak gibi geliyor bana. Kuşkusuz, söz konusu bilim olunca, cevabı olmayan sorular üzerine spekülasyon yapmak anlamlı olabilir, çünkü zihinleri açar. Ama, Ortaköy’deki katliamı gerçekleştirenin arkasındaki gücün kim olduğu hakkında spekülasyon yapmanın kısa vadede kimseye bir faydası görünmüyor. Kuşkusuz önemli, ama ikincil ve kim olursa olsun derdimize kısa vadede çare değil. Bırakalım da bununla uzman istihbaratçılar ilgilensinler. Ayrıca, bölgede yaşanan kaosu yönlendirenlerin kim oldukları herkesçe malum.

Mesele, neo-Osmanlı stratejileriyle Türkiye’yi bu oyuna açık hale getirmemek, toplumu “biz” ve “onlar” diye ayrıştırarak germemek  –  bu ayrışma Osmanlı’da doğal olarak, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren de çeşitli dönemlerde çeşitli düzeylerde devam edegeldi ve son yıllarda dini referansla tersine dönerek derinleşti –  Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinde, “biz” ve “onlar” ayrımını adil biçimde bir bertaraf etmeye çalışarak, ısrar etmek ve gerek bölge ülkeleri, gerek Avrupa Birliği, gerekse kuzey “komşumuz” ve Atlantik ötesindeki “müttefikimizle” karşılıklı çıkarlarımızı koruyarak Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden ödün vermemek.

* * *

Öyleyse, ne yapmalı?

Ernst Bloch ütopik cenneti betimlediği başyapıtı Umut İlkesi ’nin başlangıç sayfalarında Lenin’in politik polemik kitabı Ne Yapmalı ’dan uzun bir alıntı yapar. Bağlamı hayli farklı olduğu için ben konumuz açısından uygun gördüğüm kısa bir özet yapıp kısa bir alıntıyla yetineceğim.

Lenin, “Rüya görmeliyiz” diye başlar. Bu sözcükleri yazarken kendisini bir korkunun eşliğinde “Birlik Konferansı”nın bir oturumunda görür ve karşısında Rus Sosyal Demokratlar Birliği’nin yayın organının editör ve yazarları oturmaktadır. Yoldaşlarından biri yazı kurulunun parti komitesinin görüşünü almadan,  diğer bir yoldaşı ise, Marx’tan esinlenerek insanlığın kendilerine yükledikleri bu kadar görev varken rüya görmeye hakları olup olmadığını sorar. Lenin bu soruları düşünmenin bile kendisini titrettiğini belirtir ve Pisarev’in arkasına sığınarak ondan şu alıntıyı yapar:

“Ayrılık vardır, ayrılık vardır. Benim rüyam, olayların doğal akışının ötesine geçebilir ya da olayların doğal akışının hiçbir zaman gitmeyeceği bir doğrultuya sapabilir. Birinci halde, rüyadan hiçbir kötülük gelmez; çalışan insanın enerjisini destekler, güçlendirir bile… Böyle rüyalarda çalışma gücümüzü çarpıtacak ya da felce uğratacak hiçbir şey yoktur. Tam tersine,  eğer insan böyle rüya görme yeteneğinden tamamen yoksun olsaydı, ara sıra zihni ilerlere atlayarak ellerinin henüz biçim vermeye başladığı ürünün tam ve eksiksiz tablosunu gözünün önünde canlandıramasaydı, o zaman insanı, sanat, bilim ve pratik çaba alanında büyük ve zahmetli işlere girişmeye ve tamamlamaya hangi itici gücün sürükleyeceğini düşünemem bile…. Eğer rüya gören kimse, rüyasına ciddi olarak inanırsa, yaşamı dikkatle gözler, gözlemlerini gökte kurduğu şatolarla kıyaslarsa ve eğer, genel olarak söylemek gerekirse, rüyasının gerçekleşmesi için bilinçli olarak çalışırsa, rüya ile gerçek arasındaki ayrılığın hiçbir zararı olmaz. Rüyalarla yaşam arasında bir bağ varsa her şey yolundadır.’”[1]

Bloch’un bu alıntıyı yapmasının nedeni, kitabının ana temasının “ileriye dönük düşler” ve “olmuş günün ötesine dönük umuttan başka bir şey”[2] olmamasıdır.

Demek ki rüya görmeliyiz! Olayların doğal akışının ötesine geçebileceğimiz, ileriye yönelik rüyalar görmeliyiz. Gördüğümüz bu rüyalara inanmalı, bunların gerçekleşmesi için bilinçli olarak çalışmalıyız.

* * *

Benim rüyam ile gerçek arasında da hayli fark var ve bu konuda Lenin’in dediklerine kulak vererek bunun zararı olmadığını düşünüyor, Zygmunt Bauman’dan yaptığım alıntıyla rüyamın ilk bölümünü yazıyorum:

“Temel insan hakları kavramının yeni yorumları, temellerini, en azından, karşılıklı hoşgörüye oturtur. Kategorik olarak yapmasa da bu temelleri karşılıklı dayanışmaya kadar götürür. Yeni yorum geçmişten miras alınan kültürün hiyerarşilerini yıkar ve doğuştan ‘ilerlemeci’ kültürel evrim, amansız bir şekilde önceden belirlenmiş bir hedef modeline yönelirken, asimilasyon modelini paramparça eder. Değer kuramları açısından konuşursak, (aksiyolojik) olarak kültürel ilişkiler artık dikey değil yataydır. Hiçbir kültür sadece kendi üstünlüğünü ya da ‘ilerleyiciliğini’ öne sürerek diğerlerinden, itaat, tevazu ve boyun eğmesini isteyemez. Günümüzde yaşam tarzları çok çeşitlidir ve uyumlu bir yönde olmaları gerekmez. Birbirleriyle temas eder ve ayrılırlar, yaklaşır ve uzaklaşırlar, kucaklaşır ya da birbirlerini iterler, çatışmaya girerler ya da karşılıklı olarak deneyim ve hizmetleri takas ederler ve bütün bunları (Simmel’in unutulmaz anlatımıyla aktarırsak) hepsi birbirine benzeyen, eşit özgül ağırlıkları ile bir kültürler havuzunun içinde yüzerken yaparlar. Günümüzde istikrarlı ve sorgulanamaz kabul edilen hiyerarşiler ve tek yönlü evrimsel yoların yerini farklı olma özgüllüğü için çekişmeler almıştır.” [3]

Rüyamın bu bölümünün kısa bir özetini yaparsam, herhangi bir sistem değişikliği öngörmeden – sosyalizme geçmiş değiliz yani –  farklı kültürlerin (din dahil)  birbirlerine herhangi bir üstünlük kurmaya kalkışmadan yatay ilişkiler kurarak birbirlerini tanımaları (kabul etmeleri) [4] ve yan yana durmalarıdır söz konusu olan. Karşılıklı hoşgörüye dayanan bu temel insan hakları ifadesinin pratik yansımasını meydanlarda görebilmek ise rüyamın ikinci kısmını oluşturuyor. Kuşkusuz, kısa vadede sadece Türkiye için değil Batı toplumları için bile bir ütopyadan söz ettiğim açık. Böylesine kültürel bir çoğulculuğu hazmedebilmemiz için vakit epeyce erken. Ama örneğin bir Batı toplumu olan Kanada ile Doğu toplumu olan Hindistan’ın farklı düzey ve biçimlerde ve farklı saiklerle (inanç, gelişmişlik düzeyi, vb.) de olsa, Bauman’ın temel insan hakları yorumuna yaklaşan yaşam alanları olduğunu söylemek mümkün. Uygun şartlar oluşturulursa, Anadolu’nun hoşgörüsü bunu neden sağlamasın ?

Öyleyse arzumu biraz yumuşatarak devam edeyim. Rüyamın ikinci kısmı teröre karşı sessiz çoğunluğun sesi olabilecek nitelikte, hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiçbir örgüt ve din simgesi kullanmadan, hiçbir siyasi liderin önderlik etmediği, hiyerarşilerin değil ortak aklın hakim olduğu bir platform oluşturup en az 1 milyon kişinin meydanlara toplanmasını sağlayabilecek yetkinlik ve olgunlukta organizasyonların düzenlenebilmesidir. Tıpkı, daha önce İspanya ve Fransa’da olduğu gibi. Böyle bir platformun adı arkadaşım Melis Tufur’dan ödünç alarak, “Yaşam Hakkı Platformu” olabilir. Çünkü artık yaşam hakkımız elimizden alınıyor. Bu yaklaşım kültürel çoğulculuğa da  – farklı kültürlerle birlikte yaşamak – uyuyor. Böylelikle hem tüm dünyaya teröre karşı ne kadar dirençli olduğumuzu göstermiş olur, hem de ülkemizde sürekli gerginlik üretilmesini engellemiş oluruz. Sivil toplumu oluşturan, tüm mesleki kuruluşlar ve demokratik kitle örgütleri, bu görev sizindir! Kuşkusuz, en büyük görev devlet kurumları ile bu tür toplantıların güvenliğini sağlayacak olan güvenlik güçlerinindir. Eminim, bu tür gösteriler hem iktidarın hem de muhalefetin elini güçlendirecektir.

Görev, Türkiye toplumunu oluşturan tüm bireylerindir. Görev hepimizindir. İki günden beri, gerek iktidar gerekse muhalefet partileri yetkililerinin katliamla ilgili ayrımcı olmayan demeçleri ile katliamın yapıldığı yere yapılan ziyaretler oldukça ümitvar görünüyor. Bekleyip göreceğiz, ama rüya görmeye devam edeceğiz. Bırakın da rüya mı görüyorsunuz desinler…

 

Notlar

[1] Lenin, Vladimir İlyiç Ulyanov. Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları  Çeviren Muzaffer Ardos, Sol Yayınları, Ank.,1977, s.208-209.

[2] Bloch, Ernst. Umut İlkesi, Cilt 1. Çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2 Baskı, İst., 2011, s.29.

[3] Bauman, Zygmunt. Akışkan Modern Dünyada Kültür, Çevirenler: İhsan Çapcıoğlu ve Fatih Ömek, Atıf Yayınları, 2015, s.44.

[4] Taylor, Charles ve Diğerleri. Çokkültürcülük: Tanınma Politikası, Yayına Hazırlayan: Amy Gutmann, YKY Yayınları, 2014.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.