Tertemiz Kalabilmek İçin…

Ünlü antropolog Bronislaw Malinowski okulunda yetişen Marcel Appenzzell, hocasının öğretisini sonuna kadar götürmek amacıyla incelemek istediği kabile üyeleri gibi yaşamak için, 1932 yılında, henüz 23 yaşındayken tek başına Sumatra’ya doğru yola çıkar. Yanına Batı uygarlığının en gerekli araç gereç ya da silah ve aletleri yerine, gözlemleyeceği kabile üyelerine armağan olarak dağıtmak üzere tütün, pirinç, çay ve kolyelerle dolu gülünç bir bavul alır. Sumatra’ya vardığında, hedefi, anlaştığı Soelli adında Malezyalı bir rehberle birlikte, oyma bir kayıkla, Malezyalıların Andalamlar ya da Oran-Kubular ya da sadece Kubular adını verdikleri hayali bir halkı arayıp bulmaktır. Oran-Kubular’ın anlamı “kendilerini savunanlar”, Andalamlarınkiyse “İç Tarafların Çocukları”dır. Sumatra’da yaşayanların hemen hepsi kıyılara yerleşmişken, Kubular, adanın merkezinde, dünyanın en ıssız bölgelerinden birinde, sülük kaynayan bataklıklarla kaplı bir ormanda yaşamaktadırlar. Efsane, belge ve kalıntılar Kubular’ın Java’dan gelen istilacılara yenilmeden önce adanın sahipleri olduğunu göstermektedir.

Rehber Soelli, kayıkla yol aldıkları Alritam Irmağı’na uzak olmayan bir köydeki Kubu kabilesiyle ilişki kurduğu için üç haftalık bir ırmak yolculuğu ve yürüyüşten sonra buraya ulaşırlar. Ancak direkler üzerine oturtulmuş beş kulübeden ibaret olan köy terk edilmiştir. Aramaya devam ederler ve başka bir köy bulamadıkları için Soelli aramaktan vaz geçer, Appenzzell ise tüm eşyasını Soelli’ye bırakarak ormanın içine dalar. Soelli kıyıya vardığında durumu Hollanda makamlarına bildirir, ama aramalar sonuç vermez; ne Appenzzell’den ne de herhangi bir kabileden eser yoktur.

 

Kubular

 

Appenzzell beş yıl on bir ay sonra bulunur. Yirmi dokuz kiloya düşmüştür ve üzerine sayısız küçük kumaş parçalarının birbirine eklenerek dikilmesiyle oluşmuş pantolona benzer bir giysi vardır. Önce Palembang’da bir hastanede kalır, daha sonra annesinin yerleşmiş olduğu Paris’e nakledilir.

Bir ay süren deniz yolculuğu sırasında, ilk başlarda son derece güçsüzdür ve yemek yiyemez. Ayrıca konuşma yeteneğini de kaybetmiştir. Ateş nöbetleri içinde günlerce sayıklar. Zamanla koltuğa oturmayı, çatal bıçak kullanmayı, saçlarını taramayı, tıraş olmayı, gömlek ve ayakkabı giymeyi, kravat takmayı adeta yeniden öğrenir. Marsilya’da gemiden indiğinde kendisini karşılamaya gelen annesi oğlunu tanımakta pek güçlük çekmez.

* * *

Appenzzell bu ilginç seferine çıkmadan önce Graz’da etnografi asistanıdır. Ama artık eski işine dönmesi mümkün değildir. Çünkü hem Yahudi’dir hem de Avusturya üniversitelerinde numerus clausus (sınırlama, sınırlı sayıda) uygulaması getirilmiştir. Alan çalışması sırasında maaşı işlemiş ve para yedd-i emine bırakılmıştır.

Bununla birlikte dönüşünden sonra Malinowski aracılığıyla tanıştığı Marcel Mauss Appenzzell’den Etnoloji Enstitüsü’nde Andalamların yaşam biçimleri üzerine bir seminer vermesini ister.

Appenzzell 71 ay süren seferinden hiçbir doküman getirmemiştir. Gözlemlerini bir bütün olarak korumayı düşündüğünü ileri sürerek böyle bir seminer vermeyi reddeder ve bunları bir düzene sokmak için altı ay büyük bir heyecanla çalışır. Ancak bir süre sonra tüm heyecanını yitirir.

Konferans vermeyi kabul ettiğinde basın başlık olarak Sumatra Andalamları Hazırlık Çalışmaları’nı kullanır, ama Appenzzell henüz kırk satırlık özetini bile sekreterliğe teslim etmemiştir. Hatta birkaç gün önce, altı ay boyunca yazdıklarının hepsini yakmıştır. Annesine, tekrar Sumatra’ya gideceğini, Oran-Kubular’la ilgili herhangi bir şeyi yayınlamaya hakkı olmadığını bildiren kısa bir mektup bırakarak çekip gider.

Bu arada, Etnoloji Enstitüsü’nden birkaç öğrenci, yanmaktan kurtulan notların bir kısmını, Appenzzell’in Malinowski’ye gönderdiği birkaç mektup ve bazı kişilere anlattıklarıyla birleştirerek gizemli “İç Tarafların Çocukları”nın şematik bir taslağını çizmeyi başarmıştır.

 * * * 

Öğrencilerin çizdikleri taslak şöyledir: Appenzzell günlerce yürüdükten sonra kazıklar üzerinde daire biçiminde kulübelerden oluşan bir Kubu köyü bulmuş, önce köyde kimsenin olmadığını zannetmiş, daha sonra ise dam saçakların altındaki hasırlara uzanmış hareketsiz duran birçok ihtiyarın kendisine bakmakta olduklarını fark etmiş. Kısa bir süre sonra köpekler havlamaya başlamış ve köy erkek, kadın ve çocuklarla dolmuş. Erkeklerin ellerinde mızraklar varmış, ama onu tehdit etmedikleri gibi yüzüne bile bakmamışlar. Bu nedenle, Appenzzell az sözle çok şeyler anlatan köy sakinleriyle bir türlü iletişim kuramamış. Armağan olarak getirdiği çay ya da tütün keseciklerini bir türlü kabul ettirememiş. Sadece Kubular’ın nasıl yaşadıkların gözlemleyip not etmiş.

Malinowski’ye yazdıklarına göre, Oran-Kubular’ın çok gelişmiş uygarlıkları varmış, topraklarından kovuldukları için ormanların iç kesimlerine çekilmişler ve nüfusları azalmış. Dilleri kıyıda yaşayanlara çok benziyormuş, o nedenle Appenzzell onları anlamakta zorluk çekmemiş. Onu en çok etkileyen sözcük dağarcıkarının çok kısıtlı olmasıymış. Otuz kırk kelimeyle konuşuyorlarmış ve uzak komşuları Papualar gibi köydeki her ölüm olayından sonra bir sözcüğü atıyorlarmış. Sözcük sayısı çok sınırlı olduğu içinde herhangi bir kelimenin birçok anlamı varmış. Örneğin bir marangoz çıraktan bir alet mi ( planya, ispatula, kalem, rende, vb.) isteyecek, “Ver şu aleti” demesi yetiyormuş.

Appenzzell İlk üç gün gözlemlerini yapmış, notlarını almış, ama dördüncü günün sabahı uyandığında köyün tamamen tek edildiğini görmüş. Köylüler Hint patatesleriyle sadece üç tane olan keçilerini almışlar ve yok olmuşlar. Appenzzell onları bulabilmek için iki aydan fazla dolaşmış ve Kubuları bu kez sineklerin kol gezdiği, her zaman su basabilecek açıklık bir yerde bulmuş. Yine onunla hiç konuşmamışlar. Hatta bir gün yıldırım çarpması sonucu yıkılan iki ağacı kaldırmaya çalışan iki adama yardım etmek isterken adamlar ağacı yere bırakarak oradan uzaklaşmışlar. Ertesi gün de köye yeniden terk edilmiş.

* * *

Appenzzell beş yıl inatla onları izlemiş. Tam izlerini buluyormuş ki, yeniden kaçarak gitgide daha da oturulmaz bölgelere gidiyorlar ve daha da iğreti köyler kuruyorlarmış. Appenzzell uzun süre bu kabilenin göçmence tutum ve davranışları üzerine kafa patlatmış fakat bir türlü yeterli bir açıklama getirememiş. Çünkü Kubular göçebe değilmiş, avcılık yapmıyorlarmış, büyüyle süslenmiş ayinleri de yokmuş.

Peki, bu davranışlarının nedeni neydi? Gerçek Appenzzell’in beş ay sonra annesine göndereceği bir mektupla ortaya çıkacaktı.

* * *

Mektup mealen şöyleydi: İnsanın derin doğası ya da farklı kültürlerin karmaşık davranışları hakkında bilgi sahibi olmak için kendisini bedeni ve ruhuyla etnografiye adayan birinin ortaya çıkan sonuç karşısındaki hayal kırıklığı çok yıpratıcıydı. Appenzzell yabanıllığın en uç noktasına kadar gitmek, kendisinden önce kimsenin görmediği, belki de kendisinden sonra da kimsenin göremeyeceği bu iyi yürekli insanlardan biri olmayı istemişti. Amacı, bulduğu yabanılların çabalarını, sıkıntılarını ve ritüellerini paylaşmaktı. Ama ne yazık ki onlar Appenzzell’i istemiyor, gelenek, görenek ve inançlarını ona öğretmeyi reddediyorlardı. Yanlarına koyduğu armağanlarla ve yapabileceği yardımlarla hiç ilgilenmemişler ve onun yüzünden her defasında köylerini terk ederek insanlarla birlikte olmaktansa, kaplanlar, volkanlar, bataklıklar, filler, soluk kesici sisler ve öldürücü örümceklerle mücadele etmeyi tercih etmişlerdi. Böylece, her seferinde çok daha zor şartlarda yaşamayı göze alarak Appenzzell’in cesaretini kırmak istiyor olmalıydılar. Israrcı etnograf fiziksel acıyı tatmıştı, ama en kötüsü insanın ruhunun ölmekte olduğunu hissetmesiydi.

Kubular tertemiz kalabilmek için her şeyi göze alıyorlardı.

* * *

Marcel Appenzzell başka mektup yazmadı, annesinin onu bulmak için yaptığı girişimler de sonuç vermedi.

Notlar

Bu öyküyü Georges Perec’in müstesna eseri Yaşam Kullanma Kılavuzu adlı kitabının Altamont, 2 bölümünden özetledim. Perec, Georges. Yaşam Kullanma Kılavuzu, Çeviren: İsmail Yerguz, İmge Kitabevi, 4. Baskı, Ank., 2009, s. 133-140.

 

 

, , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.