Tuhaf

Güzel İzmir yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, 28 Mayıs – 1 Haziran 2014 tarihleri arasında kısa bir tatil için İzmir’deydim. Büyük Efes Oteli’nin kahvaltı salonunda, elimde tabağımla eşimin oturduğu yeri ararken aniden önümde Ekmeleddin İhsanoğlu belirmez mi? Son derece nazik bir biçimde yönünü değiştirdi ve yoluna devam etti. Ben de eşimi budum ve masama oturdum.

Aklımda, İslam İşbirliği Genel Sekreterliği de yapmış olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun birkaç gün önce bir kitapçıda gördüğüm Yeni Yüzyılda İslam Dünyası isimli kitabı, düşünüyor ve her nedense kendi kendime soruyordum: “Acaba neden, İslamik yönü ağır basan, sağ eğilimli ve uluslararası deneyimi olan böyle bir bilim insanını cumhurbaşkanlığına aday göstermezler? Türkiye toplumu, İslamik tonu ağır basan bir sağ kulvar koşucusuyken, belki de böyle bir kişilik ilginç adaylardan biri olabilirdi.” Aniden nereden estiğini bilemediğim ve bana bile tuhaf gelen bu düşüncemi eşimle paylaştım, sonra da unuttum gitti.

Eskiden buna “hissi kablel vuku” bulmak derlermiş; içine doğmak yani. İçime aniden doğan bu şeyi, eşimle birlikte, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli ile paylaşmış olsaydım, kuşkusuz Türkiye’nin en önemli siyasi tahmincisi olurdum.

 

kedi

 

Hiç kuşkusuz, daha önce hiç görmediğim, ama yaptığı iş ve kitaplarından tanıdığım Ekmeleddin İhsanoğlu ile görüşlerimiz hemen her bakımdan tamamen zıttır. Peki, öyleyse neden böyle bir düşünceye kapılmıştım?

Paradoksal biçimde, Türkiye’de sol sağdır, sağ da sol diyen İdris Küçükömer’in eserlerinin – özellikle, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması – son yıllarda tekrar tekrar okunduğunu biliyoruz. Küçükömer’in 1974 yılında kurulan CHP+MSP koalisyon hükümetini “bir sentez olarak” yorumlayıp hararetle desteklediğini dün gibi hatırlıyorum. Bir de, 1975 yılında kurulan ikinci Türkiye İşçi Partisi’nden değerli arkadaşım, yoldaşım Ahmet Hamdi Dinler’in, faşizmin yükseldiği 1980’li yıllardaki şu sözleri hep aklımdaydı: “Türkiye’de ırkçılığın değil, ama İslamcılığın kökleri çok derindir.” Nitekim 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra İslami yönü ağır basan bir politika izlenmesi tesadüf değildir – ilginç biçimde, Yalçın Küçük, darbeden önce yazdığı Bir Yeni Cumhuriyet İçin adlı kitabında bu politikaların uygulanacağını haber veriyordu. Çeşitli yolsuzluk iddialarına rağmen 12 yıllık AKP Hükümeti’nin gücünü koruyarak yoluna devam etmesi ise bunun en önemli delilidir.

Kuşkusuz bunlar günümüzde hemen herkes tarafından bilinen gerçeklerdir. Her ne kadar Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığı için neden aday gösterilmediğini kendi kendime sormuş olsam da, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İhsanoğlu’nu CHP+MHP adayı olarak göstereceği hiç aklıma gelmemişti.

Peki şimdi ne olacak? İdeolojik olarak hemen hemen aynı görüşleri paylaşan, ancak eğitimleri hayli farklı olduğu için kullandıkları ya da kullanacakları yöntemlerde farklılaşan iki cumhurbaşkanı adayı arasında – Erdoğan ile İhsanoğlu – seçime zorlanan ve yaklaşık ¾’ü sağ eğilimli olan Türkiye toplumunun vereceği karar, sistemi ilgilendiren başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı ikilemi açısından kısa vadede önemli görünmektedir. Üstelik bu seçimlerde, BDP’li bazı sol eğilimli seçmenler ile sosyalist partilere oy verecek seçmenler hariç, kabaca ¼’lük sol seçmen sağa oy vermeye zorlanmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, muhalefet,  moda deyişle %50’nin değil, tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanını seçmeyi hedeflemektedir. Kılıçdaroğlu’nun bu “stratejik” yaklaşımının başarılı olup olmayacağını kısa bir süre sonra öğrenecek, kimilerine göre dış kaynaklı ve “yüksek siyaset” olarak nitelendirilen – Kemal Derviş’in İhsanoğlu’nun adaylığını olumlu bulmasını hatırlayalım, vb. – bu çıkışın olumlu ya da olumsuz anlamda yepyeni açılımlara sahne olup olamayacağını hep birlikte göreceğiz. Tabi, CHP içindeki ulusalcı kanadın tutumu ve etkisinin bu sahneyi ne ölçüde değiştireceği önemlidir. Çünkü İhsanoğlu’nun adaylığı bir bakıma CHP içinde Kemalizm’in tartışılması, hatta bu konuda yol ayrımına gelinmesi demektir. Öte yandan, Erdoğan’ın yerine sürpriz bir biçimde Gül’ün adaylığı söz konusu olursa, bir başka şenlik yaşayacağımız ise açıktır.

Uzun vadede ne mi olur? Keynes’in dediği gibi, “Uzun vadede hepimiz ölüyüz.” Bununla birlikte, işe, doğayla diyalog halinde, sahillerimizi koruyarak ve Ovacık / Tunceli gibi “düzen adacıklarını” arttırmaya çalışarak başlayabiliriz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

2 thoughts on “Tuhaf

  • Mustafa Sertel dedi ki:

    Çok güzel söylemişsin Bülent; kim olursa olsun Şenlik hiç bitmiyecek. Ancak biri için ucu açık, diğer ikisi için durum belli. Şenlik Başlıyor:  İYİ, KÖTÜ ve ÇİRKİN.  "The good the bad and the ugly"e hoş geldiniz.

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Teşekkürler Mustafa. Biliyorsun, bu memlekette şenlik hiç bitmez. Olsun, bakarsın bu şenlikten – kaos da diyebiliriz – bir düzen çıkar. Belli mi olur? Bu arada İYİ, KÖTÜ ve ÇİRKİN benzetmen hoş olmuş. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.