“Tüm Bakış Açılarından Görmek”

İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken, “Bir çizgi atarsam ayakta sallanırsın“ diyen bir resim hocamız vardı. Sıra dışı bir kişilik portresi çizen hocamızı müzik bölümünü seçmiş öğrenciler bile çok severlerdi. Ortaokul yıllarımdan resme merak sarmış olan ben, ana derslerimiz olan matematik ve fen derslerinden fırsat buldukça resim yapmaya çalışırdım. Ortaokuldaki resim hocamız da sıra dışı olup iflah olmaz bir Münir Nurettin Selçuk hayranıydı. Hatırladığım kadarıyla – ki, 1968 / 1972 yıllarından söz ediyorum – hocamız güzel bir yaz günü Münir Nurettin Selçuk’u o zamanlar küçük bir kasaba olan Akhisar’a getirip konser vermesine ön ayak olmuştu. Hüseyin Hoca’nın lakabı boyu çok kısa olduğundan “altı karış beş parmak” tı. Saçları da olmayan hocayı tipoloji ve kadınlara düşkünlüğünü de dikkate alarak Picasso’ya benzetmek hiç aklıma gelmemişti. Ta ki yıllar sonra Picasso’yu oynayan Anthony Hopkins’i izleyene kadar.

Yazları boş kaldıkça Michelangelo, Leonardo Da Vinci, Van Gogh vb. ressam ve heykeltıraşların eskizlerini örnek alıp resim talimleri yaparken klasik / modern ikilemi içinde çabaladığımı hatırlıyorum. Kuşkusuz modern resimdeki idolüm tüm arkadaşlarım için de olduğu gibi Picasso’ydu. Daha çok bürokrat, özellikle vali olmamı isteyen babamı tam olarak dinlemediysem de, kısmen dinleyip iktisatçı olmak durumunda kalınca “sürrealizm”, “dadaizm”, “kübizm” vb. derken resmi bıraktım ve  araştırmacı oldum.

Öyleyse, bu bölümde bilim ile sanatı birleştirmeye çalışmak yerinde olacak.

İlk Modernler                                 

Peki, genel olarak sanat ile bilim, özel olarak ve resimle bilim arasındaki ilişki nedir? William R. Everdell’in İlk Modernler ’deki[1] Pablo Picasso: Tüm Bakış Açılarından Görmek alt başlıklı bölümü okuyunca hem yukarıda anlattıklarım hem de yıllar önce İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken Amerikan Kütüphanesi’nden alıp geri vermeyi unuttuğum Edward F. Fry’ın Cubism [2] adlı ilginç kitabı aklıma geldi. Hemen kütüphanemden bulup tekrar okumaya başladım. Fry bu kitabında, Mann, Proust, Joyce, Woolf, Stravinski, Planck, Rutherford, Einstein, Bohr, Poincare, Freud, Husserl, Bergson, Gertrude Stein, Schoenberg, Matisse, Picasso, Braque, Kandinsky, Mondrian, Boccioni, gibi hayatımızı değiştiren çok ünlü edebiyatçı, müzisyen, fizikçi, psikolog, ressam ve heykeltıraşın, Batı Medeniyeti’nin altın çağı olan aynı dönemde ortaya çıktıklarını, yani yaşadıklarını haber veriyordu. Okuyan hemen herkesin kendisini bulduğu, kim ve nerede olduğunu düşünerek ne zaman ne yaptığını hatırlamaya çalıştığı, çağımızın ünlü filozof ve aydınlarından Umberto Eco’nun Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’da [3] yazdığı gibi, son saatlerinin gelip çattığını anladıklarında ölüm döşeğindeki insanların okuyamadıkları için sızlandıkları Kayıp Zamanın İzinde adlı şaheser Marcel Proust tarafından işte bu dönemde yazılmıştı. Adına 1/1043 gibi en kısa zaman ve en küçük sayı ile uzunluk ve ağırlık gibi birimlerin atfedildiği Max Planc’da bu dönemde yaşamıştı, büyülü bir zaman romanı olan Büyülü Dağ ’ın yazarı Thomas Mann ile bin bir türlü kelime oyunlarıyla yaklaşık bin sayfanın bir güne sığdırıldığı Ulysses gibi dev bir romanın yazarı James Joyce ve okuyunca dalgalar gibi dalgalandığınızı hissettiğiniz Dalgalar ’ın yazarı Virgina Woolf da. Bir yandan bir yüzyılın sonunu yaşıyor – fin de siécle – diğer yandan ise yeni bir yüzyılı karşılıyorduk.

Kübizm ve Picasso

Benim de okumadan önce öngördüğüm gibi, Everdell bu kitabında Picasso ile Einstein arasında ilginç bir ilişki kuruyordu. Picasso’nun Avignonlu Kızlar (Les Demoiselles d’Avignon) isimli iki metre dev tablosunu analiz eden yazara göre bu tablo Leonardo’nun Son Yemek tablosunun yirminci yüz yıldaki karşılığıdır ve Son Yemek gibi bileni göreninden fazladır.

Avignonlu Kızlar  (Les Demoiselles d’Avignon), Picasso’nun Barselona’da Avignon Sokağı’ndaki eski atölyesine yakın bir genelevde çalışan fahişelerin resmidir. 1907’den beri resme bakan herkes, insana dimdik bakan beş devasa fahişe karşısında kendini müşteri rolünde hissetmiştir. İçinde beş nü olan resim klasik bir resimdir, içinde beş fahişe olan resim ise bir rezalettir.

 

Avignon

 

İlk bakışta kadınlar, Cezanne’ın Saint – Victorie Dağı’nın gölgesindeki evler gibi baklava biçimli resim kağıtlarından yapılmışa benzer. Biraz inceleyince ortaya olağanüstü ayrıntılar çıkar. Manet’den ön plandaki derinliği kaldırma taktikleri öğrenen Picasso, nasıl ki Cezanne dağı bir köyün üstüne oturtmuş ve Manet resme bakanları bir tekneye doldurmuşsa, Picasso da ön plandaki perspektifi ortadan kaldırarak izleyicilerini bir geneleve sokmuştur. Uzmanların kimine göre resim berbat bir karmaşa, kimine göre ise devrim niteliğindeydi. Resmin sağ alt tarafında amiyane bir biçimde çömelmiş, benzersiz bir şey vardı. Ne kadar dikkatli bakarsanız bakın, kadının yüzünün ileriye mi, dışarıya mı dönük olduğunu söylemek olanaksızdır. Çenesini sağ eline mi dayamıştı, sol eline mi dayamıştı? Yoksa onu tutan acayip bir protez mi vardı? Daha aşağıda görünen dar sırtının altındaki kalçaları mıydı, yoksa orası göbeğinin altıydı da onun da altında daha da mı aykırı bir şey vardı? Yoksa hem o hem öteki miydi? Özetle, Batı’lılar aynı anda dört bir yandan görülebilen bir figür ile karşı karşıyaydı.

W. R. Everdell’e göre, doğrusu 1907’de Picasso sanatta tam anlamıyla 1905’te Einstein’ın Elektrodinamik makalesiyle fizikte yaptığını yapmıştı ve bu müthiş bir gelişmeydi. Einstein “eşzamanlılık”la ne kastedildiğini kurcalarken tek değişmezin ışık hızı olduğunu ve başka her ölçünün ona bağlı olarak değiştiğini keşfetmişti. Hiçbir gözlemcinin bakış açısı ötekine göre avantajlı değildi ve birçok bakış açısından yapılan gözlemler bile gerçeği kesin ve “nesnel” kılmıyordu. Picasso da buna benzer biçimde sağ alttaki çömelmiş beşinci fahişeyi bir birine zıt ama eş zamanlı iki bakış açısından resmetmiş, böyle yapmakla yalnızca Rönesans geleneğini topa tutmakla kalmayıp hareket etmeyen bir sanat nesnesinde eşzamanlılığı vermek için kullanılan bir dizi başka geleneği de havaya uçurmuştu.

Kübizm denen yeni perspektif – ki, buna çoklu perspektif diyoruz – resim ve dünyayı parçalara veya atomlara ayıran en son görüşü temsil etmekle kalmıyor, bu parçaları yeniden bir araya getirmek konusunda görülmedik bambaşka yollar açıyordu.

Araştırmacılıkta Yeni Paradigma

Araştırmacılıkta da sorunları tüm açılardan görmek, değerlendirmek ve analiz etmek giderek önem kazanmıştır. Çünkü her şeyin birbirine değerek değiştiği karmaşık bir dünyada yaşıyoruz ve gelişme doğrusal değil. Fraktallaşarak değişen ürün ve hizmetlerin gelişiminin  yönünü izlemek bilim ve sanatın karmaşık bir bileşimi olan araştırmacılığa yeni görevler yüklüyor. Bu ise bir yandan aldığımız eğitimi diğer disiplinlerle birlikte sürekli yenilememizi gerekli kılarken, diğer yandan subjektiviteyi öne çıkarıyor. Çünkü olayların yorumu kullanılan yönteme göre derinlik ve anlam kazanıyor.

İşte tam da bu noktada, biz araştırmacıların müşterileriyle neden reklamcılar ya da halkla ilişkilerciler kadar yakın işbirliği halinde olamadıkları sorusunu akla geliyor. Bilindiği gibi gerek reklamcılar gerekse iletişimciler hemen hemen tüm müşterileriyle sıkı bir temas halindedirler. Çünkü doğal olarak, işlerinin doğası bunu gerektiriyor. Biz araştırmacılar ise bir kaç müşterimiz dışında, genellikle ad – hoc araştırmalar gerçekleştirdiğimiz için, ilişkilerimiz de projeye bağlı. Oysa sorunlara tüm açılardan bakabilmek ve onları böyle bir perspektiften analiz edebilmemiz için süreklilik çok önemlidir. Umarız, zaman içerisinde çözülmesine son derece önem verdiğimiz bu sorun giderilir ve araştırmacı / müşteri birlikteliği hak ettiği ilişki düzeyine yükselir.

Nitekim, London School of Economics’te oluşturulan Karmaşıklık Grubu (The Complex Group), 1995 yılından beri çeşitli kurumlarla işbirliği halinde, şirketlerde uygulanmak üzere farklı kalitatif ve kantitatif tekniklerden oluşan entegre bir metodoloji geliştiriyor ve aynı zamanda bir karmaşık sistemler teorisi üzerine çalışıyor. Temel yaklaşımı birlikte yaratma olan metodoloji bir süreci ifade ediyor ve Citibank, Shell, British Telecom vb. küresel şirketler tarafından uygulanıyor. Böyle bir yaklaşımın Türk Araştırma Sektörü’ne yeni açılımlar sağlayacağı açıktır.

Mayıs, 2008

Notlar


[1] Bu yazının başlığını William R. Everdell’den ödünç aldım: Everdell, R. William. İlk Modernler, Çeviren: Hülya Kocaoluk, YKY, 2007. Yazı önemli ölçüde Picasso: Tüm Bakış Açılarından Görmek bölümünden özetlenmiştir (s.385-400).

[2] Fry, F. Edward. Cubism, NJ,1964, p.9

[3] Eco, Umberto ve Carriere, Jean-Claude. Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, Çeviren: Sosi Dolanoğlu, Can Yayınları, 2010, s. 223.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

4 thoughts on ““Tüm Bakış Açılarından Görmek”

  • Ali Danış dedi ki:

    Zaman buldukça yazılarınızı keyifle okuyorum. Araştırmacı – müşteri ilişkisi, ister istemez şirketlerin dışardan temin ettikleri reklam, iletişim, etkinlik organizasyonu, vb gibi hizmet satınalan – hizmet sunan perspektifinde değerlendiriliyor. Tüm serbest piyasa sisteminde son 10 yıldır yaşanan "daha kısa zamanda daha fazla kazanç" baskısı, en önce bu ilişkileri etkiliyor. Sonuçta money talks, parayı veren müşteri – bilerek veya bilmeyerek -ajansını maymun etmekten kaçınamıyor. Böyle bakıldığında, araştırmacının belirli bir mesafede durması, durabilmesi muhtemelen bir dezavantaj değil, tarafsızlığını korumak, gerçeği manipüle edilmeden arayıp bulmak adına bir gereklilik. Sözüm elbette araştırmanın bilimsel gereklerine inanan, gerçeğe komplekssiz bakabilen kurumlara değil.  

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Yorumun için çok teşekkürler Ali. Ben bu blogu yaşadığımız sorunları paylaşmak ve ortaklaşa çözüm önerileri gelştirebilmek için yaptım. Biz araştırmacıların bir sorunu da araştırma verenlerle daha sıkı bir işbirliği içinde olamamak. Bu belki de bize daha tarafsız davranabile imkanı sağlıyor olabiir; yani gerçeği daha sağlıklı bulabilme imkanı. Ama öte yandan da tam da bu nedenle zaman zaman reklamcılar, halkla ilişkilerciler vb. kadar saygınlığımız olmayabiliyor. Bence biz araştırmacılar gerçeğe gerçekten kompleksiz bakabilmeli doğru bildiğimiz yoldan dönmemeliyiz; kuşkusuz paydaşlarımızla diyalogu koparmadan. Sevgiler.

  • Sevgi dedi ki:

    Sade vatandaş olarak ben araştırmacılar müşterileriyle çok yakın olmamalı diye düşünüyorum. Böylece belki anket sonuçları daha gerçekçi olur.

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Araştırma sonuçlarının manipülasyonundan endişe ediyorsan, kısmen de olsa haklı olabilirsin. Çünkü bu nokada etik anlayışı önem kazanır. Ama benim sorunum araştırmacıların müşterilerinin sorunlarını daha iyi anlayabilmeleri. Bunun için de karşılılı olarak birbirlerine daha çok güvenmeli ve daha sıkı işbirliğine girmeliler. Özellikle pazarlama araştırmaları için bu elzemdir. Hoş kamuoyu yoklamalarında da – manipülasyon yoksa eğer – sözünü ettiğim işbirliği çok önemlidir.

       

bulentgundogmus için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.