Yaşam Çok Kısa (2)

Jay Griffiths’in Tik Tak’ ta yazdığı gibi eski Yunanlılar’ın zamanın farklı veçheleri için farklı tanrıları vardı. Bunlardan en önemlilerinden biri, mutlak, doğrusal, kronolojik ve nicel zamana adını veren Kronos, diğeri ise, çok daha kaypak ve renkli olan, fırsatın, iyi ve kötü şans ile nitel zamanın tanrısı olan Kairos’tur. Saatin geç olduğunu, dolayısıyla yatma vakti geldiğini söylediklerinde bahsedilen zaman, kronolojik olup niceldir. Kronoloji Kronos’tan gelir. Acıktığınız anda bisküvi yiyorsanız bu kairolojiktir ve Kairos’tan gelir. Ama saate bağlı yiyorsanız bu da kronolojiktir. Söylemeye bile gerek yok, çocuklar zorla vazgeçirilene dek kairolojik bir şekilde yaşarlar. Zamanları yetişkinlere göre çok daha geniştir. O nedenle çocuklarda Batılı anlamda “zaman” mefhumu gelişmemiştir. Tıpkı Hindular’da olduğu gibi. Onlarda da birey ve evrenin zamanı aynıdır. Kronolojik zaman, dünya çapında bir varoşsa, kairolojik zaman anın ruhudur; zengin, yaramaz, çeşitli, esnek ve bir doğurganlık çağlayanı gibi bereketli. Kairolojik zaman, Immanuel Wallerstein’in Sosyal Bilimleri Düşünmemek’ te belirttiğine göre, teologların Kronos’a karşı Kairos, formel zamana karşı doğru zaman olarak söz ettikleri zamandır. Tabii ki doğru zaman doğru yer anlamını da taşımaktadır. Evet, kronolojik zamanımı kairolojik zamana dönüştürmeme birkaç yıl kaldı; iple çekiyorum. Darısı başınıza.

Peki zaman bir ok mudur, bisiklet mi, düz bir çizgi midir, bir çember mi? Yine, Tik Tak’ ın yazarı Jay Griffiths’e göre, “Zaman ömrün iki tarafında da, doğumumuzdan önce ve ölümümüzden sonra, genellikle dişi olarak görülmüştür; annenin rahmi ve toprak ‘ana’ ya gömülme. İki kapının da geleneksel bekçileri dişidir; doğumunuzda sizi dünyaya buyur eden, yıkayan ve saran ebe, ölümünüzde de sizi yıkayıp saracaktır.” Bu anlamda zaman bir çember olup döngüseldir. Döngüsel zaman da dişi özellikler gösterir. Kadınların özel günleri buna mükemmel bir örnek teşkil eder.

Hegel’i onaylayan Guy Debord’a göre, Gösteri Toplumu’ nda yazdığı gibi, insan, yani sadece “Varlığı ortadan kaldırdığı ölçüde varolan negatif varlık” zamanla özdeştir. Zaman, tarımla uğraşan göçebe toplumlar için döngüseldir. “Çünkü onlar yolculuklarının her anında aynı koşullarla karşılaşırlar. Yerleşik tarıma geçiş tembel ve içeriksiz özgürlüğün sonu, çalışmanın başlangıcıdır. Mevsim değişikliklerine bağımlı tarımsal üretim tarzı genelde tam anlamıyla oluşmuş döngüsel zamanın temelidir. Sonsuzluk bu zamana içseldir. Aynı olanın şu ölümlü dünyaya dönüşüdür… Zamanın toplumsal temellükü ve insanın insan emeğiyle üretilmesi sınıflara bölünmüş bir toplumda gelişir… Geri dönüşü olmayan zaman hükmedenin zamanıdır ve bu zamanın ilk ölçüsü hanedanlıklardır… Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte geri dönüşsüz zaman dünya çapında birleşir… Birleşik geri dönüşsüz zaman dünya pazarının ve bunun doğal sonucu olarak da dünya çapındaki gösterinin zamanıdır.”

Edward P. Thompson’un Avam ve Görenek’ te Henry Fielding’ten aktardığına göre “İnsanlığın yukarı kısmı için zaman bir düşmandır ve… başlıca işleri onu öldürmektir; buna karşılık diğerleri için zaman ve para hemen hemen eş anlamlıdır.”

Oysa aynı kaynağın Pierre Bourdieu’dan yaptığı ve Cezayir’deki Kaabyle köylüleri için zaman kavramını anlatan alıntı ne kadar farklı bir gerçektir: ”Hiç kimsenin egemen olmak, kullanmak ya da tasarruf etmeyi düşünmediği zamanın geçişine kayıtsız bir umursamayış ve teslimiyetçi bir tutum… Telaş, şeytanca bir hırsla karışık görgü yokluğu olarak görülür. Saat kimi zaman şeytanın değirmeni olarak bilinir; yemek zamanları yoktur; kesin bir buluşma anı kavramı yoktur; yalnızca bir sonraki pazarda buluşmak üzere anlaşırlar. Popüler bir şarkı şunları söyler:

“Dünyayı kovalamak nafiledir / Hiç kimse, hiçbir zaman onu yakalayamaz.”

Zamanı incelerken doğayı ve insanı ayrı ayrı ele almak yerine, birlikte, yani doğa içindeki insanı incelemek gerekir ki, bu da bizi zaman / mekân sorununa götürür. Yine Norbert Elias’a göre, “Zaman ve mekân içindeki pozisyonlar anlamına gelen ilişkiler, bir soyutlama, ayıklayıp birleştirme, öteki deyişle sentezleme ilişkileridir. İnsanlar, gözlemlenebilir olayları, belli bir büyüklük hiyerarşisine göre ilişkili oldukları mümkün bütün öteki olaylardan, örneğin galaksilerden ve kum taneciklerinden ya da balinalardan, insanlardan ve bakterilerden hareketle soyutladıktan sonra bu geriye kalan artığı sentez yoluyla ilintileyerek zaman ve mekân ilişkisini elde etmişlerdir… Kısaca mekândaki her değişim ve dönüşüm zamandaki bir değişim ve dönüşümdür. Bir yandan zaman akıp giderken mekânda hareketsiz oturabileceğinizi hatırlayarak aldanmayın. Bu akan zaman paralelinde insan durmadan yaşlanır.” 

Bu konu, Douwe Draaısma’nın Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer kitabında Jean-Maria Guyau’nun zaman teorisinden bahsederken daha da derinleşir. “Guayu’ nun zaman teorisinin temel analojisi uzaydır; geometrideki gibi değil, perspektifte kullanılan türden bir uzaydır bu, gözlemleyen kişiye görünen haliyle uzaydır – yani mekân. Zaman deneyimi bir iç optik vakasıdır. Belleğimiz zamanla ilgili deneyimlerimizi tıpkı bir ressamın mekânı perspektiften yararlanarak düzenlediği gibi düzenler. Anılar bilincimize derinlik kazandırır.”

Bu bölüme Joe Luis Borges ile devam etmek hoş olacak. Ilya Prigogine’nin Kesinliklerin Sonun’ daBorges’ten aktardığına göre, ”Ama böyle olmakla birlikte… zamanın sürekliliğini yadsımak, kendini yadsımak, astronomik evreni yadsımak, görünürdeki umutsuzluk ve gizli avuntuya bağlıdır… Zaman beni meydana getiren maddedir. Zaman, beni kendisiyle birlikte götüren bir ırmaktır, ama ben ırmağım; beni yok eden bir kaplandır, ama kaplan benim; beni yakıp kül eden ateştir, ama ateş benim. Dünya ne yazık ki gerçektir. Ve ben ne yazık ki Borges’im.” Demek oluyor ki, Ilya Prigoine’nin aynı kitabındaifade ettiği gibi, “Zaman ve gerçeklik indirgenemez bir biçimde birbirine bağlıdır.”

Zaman üzerine yaptığımız yolculuğu Martin Heidegger’in 1924 Temmuzunda Marburg Teoloji Derneği’nde Verilen Konferans’ la bitirmek daha da hoş olacak.  “… Zamanın ne olduğu sorusu, araştırmamızı Dasein’a yöneltir – eğer Dasein’dan insan yaşamı olarak bildiğimiz Varlığı içindeki o kendiliği anlıyorsak… Dasein, dünyada olma olarak karakterize edilen varlıktır… Bu dünyada oluş, Dasein, bunun yanında birbiriyle olmaktır… Dünya Dasein’ının temel tarzı, yani dünyaya orada birlikte sahip olmak, konuşmaktır… Dasein kendini varım diye belirleyen kendiliktir… En uç Varlık olanağı içinde kavranan Dasein zamanda değildir, zamanın kendisidir… Özet olarak, şunları söyleyebiliriz: Zaman Dasein’dır. Dasein benim özgüllüğümdür, ki bu da kesin ama gene de belirsiz geçmişe doğru ilerleme yoluyla geleceğe ilişkin olmanın özgüllüğü olabilir. Dasein her zaman, kendi olanaklı geçici varlığının bir tarzındadır. Dasein zamandır, zaman geçicidir. Dasein zaman değil geçiciliktir. Dolayısıyla zaman geçicidir önesürümü en otantik belirlemedir – ve bu önesürüm bir totoloji değildir, çünkü geçiciliğin varlığı, özdeş olamayan edimselliği ifade eder. Dasein kendi geçmişidir, bu geçmişe doğru ilerlemesi içindeki olanağıdır. Zaman her durumda benim olduğuna göre, birçok zaman vardır. Zamanın kendisi anlamsızdır; zaman geçicidir… Zaman nedir sorusu zaman kimdir haline geldi. Daha yakından bakarsak: Zaman kendimiz miyiz? Daha da yakından : Ben kendi zamanım mıyım?”

Giorgio Agamben Çocukluk ve Tarih adlı son derece yoğun yazılmış eserinin an ve sürekliliğin eleştirisini yaptığı Zaman ve Tarih bölümünde, antik Yunan – Roma, Hristiyanlık, Hegel, Marx, Nietzsche, Kafka, Benjamin vb. sürecini izleyerek yaptığı zaman analizini kairolojik zamanı göklere çıkararak benim burada yapmaya çalıştığım gibi Heidegger ile sonlandırır. “Bu deneyimin merkezinde artık çizgisel zaman boyunca sürekli kaçış halinde olan o noktasal, firari an değil, içinde Dasein’ın kendi sonluluğunu deneyimlediği, her seferinde doğumdan ölüme yayılan sahici karar anı bulunur (‘Artık var olamayan bir Dasein, kesin ontolojik anlamıyla geçmiş değildir; orada – olmuşluktur’). Kendini tasada ileri fırlatarak, özgün tarihselliğini özgürce kader olarak üstlenir. O halde insan zamana düşmez, ‘başından beri zamansallaştırma olarak var olur.’ Sırf varlığında hem ileriye bakan hem de olmuş – olan olduğu içindir ki, kendi fırlatılmışlığını üstlenebilir ve ‘kendi zamanının’ anında var olabilir.”

Ne denebilir ki? Eğer insan kendi zamanının anında var olabilir ise bu bölümü bir şiirden önce şu sözlerle bitirmek yerinde olacaktır: İnsan, kendi zamanını yaşar. Bu anlamda zaman, kontrolümüzün dışında, nesnel bir şey değildir, eylemimizin bir ürünü olup kararımızdan kaynaklanan bir şeydir. O halde, “zaman benim” diyebilir miyim?

En hoşu da, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiiri olmalı:

“Ne içindeyim zamanın / Ne da büsbütün dışında: / Yekpare geniş bir anın / Parçalanmaz akışında… / Bir garip rüya rengiyle / Uyuşmuş gibi her şekil, / Rüzgârda uçan tüy bile / Benim kadar hafif değil / Başım sükutu eğiten / Uçsuz bucaksız değirmen; / İçim muradına ermiş / Abasız, postsuz bir derviş; / Kökü bende bir sarmaşık / Olmuş dünya sezmekteyim, / Mavi masmavi bir ışık / Ortasında yüzmekteyim.”

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.