Yaşlandıkça Hayat Çabuk Geçer!

Walter Benjamin, Pasajlar’ da, yaşadığı zamanın bir biyoloğundan şu ilginç alıntıyı yapar:

“Homo sapiens’in o acınası elli bin yılı, yeryüzündeki organik yaşamın tarihiyle karşılaştırıldığında, yirmi dört saatlik bir günün sonundaki iki saniye gibidir. Uygarlaşmış insanın tarihi bu ölçüte vurulduğunda, ancak son saatin son saniyesinin beşte birini dolduracaktır.”[1]

Biraz spekülasyon yaparak Benjamin’in söylediklerini dikkate alıp bu ilginç hesabı günümüze uyarladığımızda, yaşlı dünyamızda yaşayan uygar insanlar için, zamanın, ilkel insanlara göre 43.200 kat daha hızlı akıyor olması ilginç olmalı.

Yeni fizik kurallarına göre, bir sistemin entropisi, yani düzensizliği, zaman oku hâkimiyetinde ve geri dönüşsüz biçimde sürekli olarak artma eğilimi gösterir. Ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmeyle birlikte izlememiz ve peşinden koşmamız gereken şeyler arttıkça, zaman kısalır. Gizemli bir biçimde, yaşlandıkça hayat çabuk geçer ve bu başka bir muammayı gizler. Saatler ve günler kısalmadıkları, her zaman nasılsa öyle oldukları halde, yıllar nasıl hızlanabilir? Örneğin elli yaşındaki bir insan için zaman on yaşındaki bir çocuğa göre beş kat daha hızlı akar. Çünkü ilgilenmek zorunda olduğumuz pek çok şey vardır.

 

zaman

 

Bu muammayı zamanı ancak mekânla birlikte düşünerek çözebiliriz. Zamanın mekânlaştırılması konusunda T.S. Eliot, Four Quartets şiirinde şu dizelerle dile gelir:

“Bilinçli olmak zaman içinde olmamaktır

Ama ancak zaman içinde hatırlanabilir

Gül bahçesindeki an, yağmurun çardağı dövdüğü an;

Geçmişle ve gelecekle iç içe

Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman.”

Zamanı incelerken doğayı ve insanı ayrı ayrı ele almak yerine, birlikte, yani doğa içindeki insanı incelemek gerekir ki, bu da bizi yukarıdaki şiirde olduğu gibi zaman ve mekân sorununa götürür. Norbert Elias şöyle yazar:

“Zaman ve mekân içindeki pozisyonlar anlamına gelen ilişkiler, bir soyutlama, ayıklayıp birleştirme, öteki deyişle sentezleme ilişkileridir. İnsanlar, gözlemlenebilir olayları, belli bir büyüklük hiyerarşisine göre ilişkili oldukları mümkün bütün öteki olaylardan, örneğin galaksilerden ve kum taneciklerinden ya da balinalardan, insanlardan ve bakterilerden hareketle soyutladıktan sonra bu geriye kalan artığı sentez yoluyla ilintileyerek zaman ve mekân ilişkisini elde etmişlerdir… Kısaca mekândaki her değişim ve dönüşüm zamandaki bir değişim ve dönüşümdür. Bir yandan zaman akıp giderken mekânda hareketsiz oturabileceğinizi hatırlayarak aldanmayın. Bu akan zaman paralelinde insan durmadan yaşlanır.”[2]

Bu konu, Douwe Draaısma’nın Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer? kitabında Jean-Maria Guyau’nun zaman teorisinden bahsederken daha da derinleşir.

“Guayu’nun zaman teorisinin temel analojisi uzaydır; geometrideki gibi değil, perspektifte kullanılan türden bir uzaydır bu, gözlemleyen kişiye görünen haliyle uzaydır – yani mekân. Zaman deneyimi bir iç optik vakasıdır. Belleğimiz zamanla ilgili deneyimlerimizi tıpkı bir ressamın mekânı perspektiften yararlanarak düzenlediği gibi düzenler. Anılar bilincimize derinlik kazandırır.”[3]

 

zaman 2

 

Jay Griffiths’in  TikTak’ ta Michael Frayn’dan yaptığı alıntı hayatın çok kısa, hatta adeta bir nokta olduğunu çok güzel anlatır:

“Ah, şimdi! O garip zaman, tüm zamanların en garibi; hep olan zaman… ‘şimdi’ nin sonundaki ‘i’ye ulaştığımızda  ‘ş’, tarih olmuştur artık.”[4]

Draaısma’nın vurguladığı gibi Fransız filozof Paul Janet’e göre, bir insanın yaşamındaki bir dönemin görünür uzunluğu o insanın yaşam süresinin uzunluğuna bağlıdır. Buna göre on yaşındaki bir çocuk bir yılı hayatının onda biri, elli yaşındaki bir adam ise ellide biri uzunluğunda yaşayacaktır. Bunun temel nedeni çocukluğumuzda, haftanın her günü ve günün her saatinde, öznel ya da nesnel, tamamen yeni deneyimlerimizin olmasıdır.

“Guyau, bir dönemin görünür uzunluğunun maziye bakıp da hatırladığımız olaylarda dikkatimizi çeken açık ve yoğun farklılıkların sayısıyla tanımlandığı görüşündedir. Gençlik yılları bu nedenle uzun, yaşlılık yılları da bu nedenle kısaymış gibi gelir bize.”[5]

Draaısma’nın aynı kitaptan aktardığına göre, Guyau devam eder:

“Zamanın perspektifini uzatmak istiyorsanız, imkânınız varsa içini binlerce şeyle doldurun. Heyecan verici bir seyahate çıkın, çevrenizdeki dünyaya yeni hayat nefesi vererek kendinizi yenileyin. Geriye dönüp baktığınızda yol boyunca sıralanan olayların ve kat ettiğiniz mesafelerin muhayyilenizde üst üste yığıldığını, görünür dünyanın bütün bu parçalarının uzun bir sıra oluşturduğunu ve yerinde bir ifadeyle söylendiği gibi ömrünüze ömür kattığını fark edeceksiniz.”[6]

Hep karşılaşmışızdır; çocukluğumuzun mekânları belleğimizde göründüğünden daha küçük gelir. Caddeler, sokaklar, parklar, binalar, evler, otomobiller, dükkânlar, ağaçlar, çocukluğumuzda gördüğümüze göre küçükmüş izlenimi verir. Eski mahallemize tekrar gittiğimizde, geçmişimizde bitmez tükenmez gibi gelen sokağımıza girersek, birkaç adımda sokağımız bitiverir. Bahçeler, meydanlar, hepsi önceki boyutlarının belki de yarısına inmiştir. Aile büyüklerimizin bu evlere nasıl sığdığına şaşarız. Bu konudaki yaygın açıklamaya göre, çocukken kendimizi kıstas aldığımız için sokakları uzunmuş gibi algılarız. Büyüyüp de boyumuz bir kat uzadığında eskiden tanıdığımız sokaklar bir kat küçük görünür gözümüze.

Draaısma’ya göre,

“Eskiden tanıdığınız yerlere (çoğunlukla) dönebilseniz de eski zamana dönemeyecek olmanız, zaman ile mekân arasındaki en temel farktır. Geçmişinizin sokaklarında altı yaşındaki bir çocuk gibi dolaşamazsınız. Hatırladığınız zaman aralığı artık gerçeklik karşısında test edilemez. Böyle bir test zaten gereksizdir belki de. Uzun zaman önce ve eskiden olduğu gibi zamanla ilgili birçok tahmin ve yargı, dünün sokakları gibi doğrulamaya direnir… Zamanın hızla akıp geçtiğine aşina olduğunuz bir yaşa ulaştıktan sonra insana on yıl kısa gelirken, yirmi yaşındaki birine bir ömür gibi gelebilir. Kısacası herkes kendi kendinin değişken sürgülü kıstasıdır ve tıpkı eski tarz sürgülü hesap cetvellerinde olduğu gibi, yapılan hesap sürgünün konumuna bağlıdır.”[7]

Kuşkusuz, yaşlandıkça hayatın çabuk geçmesi ancak ve ancak psikolojik zamanla açıklanabilir. Draaısma’nın aynı kitabında Carrel’den yaptığı alıntıyla,

“Yaşlarımızı psikolojik saatlerin devridaimiyle ifade edecek olsaydık, uzun süredir genç, kısa süredir yaşlı olduğumuzu söylememiz gerekirdi.”[8]

Belki de çocukken günlerimizin uzun, yaşlandıkça zamanın hızlı geçmesinin nedeni, saat zamanını farkında olmadan psikolojik zamana göre okuyor olmamızdır.

Draaısma aynı kitabında devam eder:

“Hayatının başlarında insan nehir kenarı boyunca hoplaya zıplaya, nehirden daha hızlı koşar. Gün ortasına doğru hızı düşer, adımları nehirle aynı hızdadır. Akşama doğru yorulur, nehir ondan daha hızlı aktığı için arkada kalır. Nihayet durur ve o zamana kadar hızı hiç değişmeden kendi halinde akmakta olan nehrin kenarına ilişiverir.”[9]

Zaman ve ölüm işte böyle bir şeydir.

 

Notlar

[1] Benjamin, Walter. Pasajlar, Çeviren: Ahmet Cemal, YKY, 7. Baskı, İst., 2009, s.48.

[2] Elias, Norbert. Zaman Üzerine, Çeviren: Yeysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, İst., 2000, s. 132-134.

[3] Draaısma, Douwe. Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer? Çeviren: Gürol Koca, Metis Yayınları, 2008, s. 222.

[4] Jay Griffiths, Jay.  TikTak, Çeviren: Ertuğ Altınay, Ayrıntı Yayınları, İst., 2003, s.10.

[5] Draaısma, A.g.e., s.224.

[6] A.g.e., s.225.

[7] A.g.e., s.242.

[8] A.g.e., s.243.

[9] A.g.e., s.243.

, , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.