Popülizm Üzerine

Bu yazı popülizm konusunda uzman, üçü Latin Amerikalı (Ernesto Laclau, Benjamin Arditi, Federico Finchelstein), ikisi Avrupalı (Chantal Mouffe, Jan – Werner Müller) ve biri Amerikalı olan (John Bellamy Foster) yazarların kitaplarından derlenerek hazırlanmıştır. Okuyunca görüleceği üzere zaman zaman tekrarlara rastlanacaktır. Tekrarlar, yazarların paylaştıkları ortak görüşlerin bir kesişim kümesini oluşturduğu için, ne kadar vurgulansa azdır düşüncesiyle, bilinçli olarak düzeltilmemiş, öylece bırakılmıştır. Yakın gelecekte, başka kaynaklarla zenginleştirerek, Türkiye özelini de kapsayan bir senteze ulaşabileceğim bir makale sözüm olsun. Ama zaten yıllardan beri yaşadıklarımızla aşağıda yazılanlar arasında bir paralellik kurmakta zorlanmayacağınıza eminim. Şimdilik iyi okumalar.

Giriş: Eleştirel Bir Bakış

Bu yazımda, savunanları tarafından da belirsizliklerle dolu olan bir kavramdan söz edeceğim: Popülizm. Kavrama karşı çıkan Marxist çevreler (örneğin Monthly Review çevresi) inceleme konumuz olan sağ popülizmin liberal söylem içine olumsuz, ama ılımlı bir sıfat olarak yerleştirildiğini öne sürüyorlar ve kavramı faşizmin ya da neo-faşizmin bir paravanı olarak görüyorlar. Nitekim Monthly Review Editörü John Bellamy Foster Bu Popülizm Değil (2017: 143-177) başlıklı yazısında son yıllarda tüm dünyada radikal sağın yükselmesi bağlamında kavramın dikkatli kullanılması gerektiğini söylüyor ve günümüzdeki neo-faşist hareketlerle Nazi Almanya’sının faşizm deneyimi arasında paralellikler kuruyor. Foster’e göre politik bir kategori olarak popülizm Hannah Arendt tarafından ortaya atılan totalitarizm kuramının koordinatlarına uydurulmuş görünüyor. Bu düşünceye göre kapitalizmin liberal demokratik yönetimlere yönelik her türlü muhalefet hangi taraftan gelirse gelsin totaliter eğilim olarak görülüyor. Oysa Paul Baran ve Paul Sweezy’nin Monoply Capital’de belirttikleri gibi böyle bir toplum şeklen demokratik, ama içerik olarak plütokratiktir. Nitekim Slavoj Zizek’de Biri Totalitarizm mi Dedi? adlı yapıtında Hannah Arendt’in bu konuda otorite mertebesine yükseltilmesini solun teorik olarak yenilgisine bağlar ve “sağcı faşist diktatörlük” ifadesinin kapı dışarı edilmesini liberal – demokratik operasyonun bir parçası olarak görür.

Foster’in aynı yazısında ifade ettiği gibi faşizm kapitalizmin liberal toplum içindeki zıt anlamlısıdır. Faşistler temel insan hakları ile işçi sınıfının örgütlenmesini zayıflatmak için zor aygıtını güçlendirirler ve etnik milliyetçiliği benimseyerek kapitalist sistemin liberal demokratik versiyonunu reddederler. Oysa sosyalizm liberal demokratik devletin değil, kapitalizmin bizzat kendisinin zıt anlamlısıdır.

Diğer yandan aşağıda göreceğimiz gibi popülizm Marxist çevreler tarafından sol ve sağın çeşitli versiyonlarında bir ortak anlayış arama çabası olduğu için yelpazesi hayli geniş bir kavram olarak kafa karıştırıcı bulunmaktadır.

Popülizm: Tanımı ve Özellikleri

Şimdi kısaca, tarihsel bağlamına çok kısaca değinerek popülizm kavramına geçebiliriz. Bu konuda en çok yazanlardan biri olan Arjantinli Ernesto Laclau’nun İdeoloji ve Politika’da vurguladığı gibi, popülizm hem kaygan hem de tekrar tekrar kullanılan bir kavram olup yelpazesi hayli geniştir. Örneğin, Maoizm, Nazizm, Peronizm, Nasırizm ve Rus Narodnikleri gibi değişik siyasal olguların hepsinde ortak bir özelliğe işaret eder. Popülizmi yorumlama konusunda dört yaklaşımdan söz eden Laclau’ya göre, ilk üçü, kavramı, eşzamanlı olarak hem hareket hem de ideolojiye indirger ve bunlardan ilki 19. yüz yıldaki Rus Narodnik hareketine kadar uzanır. Bu anlamda aydınlarca yüceltilmiş bir köylü ideolojisi olarak karşımıza çıkar. İkinci yaklaşımda popülizm içerikten yoksun bir kavram olarak nitelendirilir ve sınıfsal bir analize ihtiyaç duyar. Ama popülizmin sınıfsal anlamlarını ortaya koyabilmenin zorluğu genellikle nihilizm diyebileceğimiz kavrama yol açar. Üçüncü bir kavramsallaştırma ise popülizmin, Türkiye’de en çok neo-liberal iktisat politikalarının uygulamaya konduğu 1980’lerde duyduğumuz, statükoya düşmanlığın, geleneksel politikacılara güvensizliğin, sınıflara değil de halka başvurmanın ve anti-entelektüelizmin tezahürü olarak ortaya çıkmasıdır. Sanırım günümüzde de çok benzer tezahürlerle karşı karşıyayız. Son yaklaşım ise popülizmin işlevselci kavramsallaştırmasıdır. Bu yaklaşımda, kuralcılıktan kuralsızlığa, geleneksellikten değişime ve statükodan farklılaşmaya geçiş söz konusudur (Laclau, 1985: 157-161). Laclau aynı kitabında, Di-Tella’yı kaynak göstererek popülizmin üç temel özelliğini, 1) Statükoya karşı çıkan bir ideolojiyle bezenmiş bir elit; 2) Yükselen beklentiler devrimiyle yaratılmış hareketli bir kitle; 3) Duygusal hitaba geniş çapta başvuran bir ideoloji şeklinde sıralar. Diğer yandan, ekonomik gelişme düzeyi arttıkça popülizm olasılığı azalır ve sanayi toplumları popülist olgudan bağışıktır (1985: 166-167).

Ernesto Laclau daha sonra yazdığı Popülist Akıl Üzerine’nin ilk sayfalarında Gino Germani’den yaptığı bir alıntıyla, popülizmi, yelpazesi geniş bir kavram olması nedeniyle tanımlamanın güçlüğünden söz eder. Germani’ye göre, popülizm sağ/sol karşıtlığı içinde bir sınıflandırmayı ya da bu karşıtlıkla bir özdeşleşmeyi reddetme eğilimindedir. Çok sınıflı bir harekettir. Büyük bir ihtimalle kapsamlı bir tanımlamaya direnecektir. Bununla birlikte, popülizm genellikle, karizmatik bir önderlik altında belli tür bir otoriteryanizm ile kaynaşmış politik hak eşitliği ve sıradan halk için evrensel katılım talebi gibi çatışan öğeleri içerir. Popülizm, aynı zamanda sosyalist talepleri (hiç olmazsa toplumsal adalet), ateşli bir küçük mülkiyet savunmasını, güçlü milliyetçi öğeleri ve sınıfın öneminin yadsınmasını da kapsar. Halka ve ulusa düşman sayılan ayrıcalıklı çıkar gruplarının karşısında sıradan halkın haklarının onaylanması popülizme eşlik eder. Toplumsal ve kültürel koşullara göre bu öğelerin herhangi bir bölümü vurgulanabilir, ama bunları hepsi popülist bir harekette mevcuttur. Ve Laclau böyle bir listeye bakınca popülizmi tanımlamanın imkânsız olduğunu söyler (2018: 15-16). Nitekim ileride göreceğimiz gibi, Federico Finchelstein, popülizmi, birden fazla uzuvları olan, gövdesinden yükselen ikinci bir keçi başına ve yılan şeklinde bir kuyruğa sahip aslan olarak tasvir edilen ağzından ateş püsküren mitolojik yaratık kimera’ya benzetecektir (2019: 312).

Laclau, daha sonra Gustave Le Bon’un kitle psikolojisi üzerine yazdıklarından hareketle Freud’un grup psikolojisindeki insan davranışlarına değinir ve Telkin, Taklit, Özdeşleşme alt başlığı ile kitlenin karizmatik liderle olan ilişkilerini analiz ederek – ki, ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemlidir – Halk İnşa Etmek adlı ara başlığa ulaşır. Halk, ideolojik bir ifadenin doğasından çok toplumsal failler arasında gerçek bir ilişki olup bir grup birliği oluşturmanın yoludur. Analizine en küçük birim olarak toplumsal talep kavramını alarak başlayan Laclau popülizmin embriyonik hali olan popüler taleplere ulaşır (2018).

Ernesto Laclau halkın inşası mantığına popülist akıl der ve bu politik akıl ile eşanlamlıdır. Laclau’ya göre “halk”ın yeni bir tarihsel aktör olarak ortaya çıkışında can alıcı olan, çoğul taleplerin yeni bir düzenleme içinde birleştirilmesinin kurucu olmasıdır. Yeni bir düzenin doğuşu demek olan bu durumun ortaya çıkış koşullarının başında küreselleşmiş kapitalizm gelir (2018: 245-251).

Özetlemek gerekirse, Laclau’ya göre “Popülizm birbirine zıt toplumsal talepler – yukarıdaki çoğul talepler –  üzerinden toplumu bölme temeli üzerinden kurulmuş bir iktidar biçimidir. Bu eklemlenmemiş talepler, toplumsal uzamı iki karşıt kampa bölme amaçlı bir ‘eşdeğerlik mantığının’ peşinden gider. ‘Popülüst yarılma’ bir iç sınırı, toplumun derin bir şekilde kutuplaşmasını, yani toplumun iki kampa (‘güçlüler ve zayıflar’) bölünmesini tesis eder. Popülizmde talepler popüler özneler tarafından dile getirildikten sonra, onları halk adına muktedirler ve elitlere karşı savunan liderler tarafından eklemlenir. En önemlisi de, Laclau popülizmin bir ‘siyasi mantığı’ olduğunu öne sürer” (Finchelstein: 2019: 189).

 

popülizm 1

 

Chantal Mouffe’nin aktardığı gibi Carl Schmitt’e göre, siyasalın ölçütü ya da özgül farklılığı dost / düşman ayrımıdır. Çünkü siyasal “onlar”a karşı “biz”in oluşmasından ibaret olup çatışma ve antagonizmaya (karşıtlık) dairdir. Dolayısıyla popülizm, serbest tartışmanın değil, kararın alanıdır (Mouffe: 2015:19). Mouffe Schmitt’in bu tespitine katılır ve sağcı popülizmin en temel argümanlarından birinin işte bu dost ve düşman, biz ve onlar ikiliği olduğunu vurgular. Mouffe’ye göre, demokrasilerde olması gerekenin antagonizmaya karşı hasım anlamına gelen “agonizm”dir (2018: 28).

 

Popülizm 2

 

Bir diğer Latin Amerikalı olan Meksikalı Benjamin Arditi’nin Jack Hayward’tan aktardığına göre, kitle partilerinin sürekli düşüşü ve elit yönelimli örgütlerin halkı seferber etme kabiliyetlerini yitirmesi toplumsal hareketlerin ve meydan okuyan partilerin damgasını vurduğu yeni bir siyasete yol açmıştır (2010: 63). Aynı kaynakta Margaret Canovan’da popülizmi, gerek yerleşik iktidara gerekse toplumun egemen fikir ve değerlerine karşı “halk”a müracaat olarak görür. Sonuç olarak, gücünü coşkudan alan bir hareketin uyanışçı havasına ve duyguları karizmatik bir liderde odaklama eğilimine sahip belli bir popülist haletruhiye söz konusudur (2010: 64).

Margaret Canovan’a göre modern demokrasi siyasetin “kurtarıcı” ve “pragmatik” yüzleri arasındaki kesişme noktasıdır ve popülizm işte siyasetin bu iki yüzü arasındaki yarıktan çıkar. Bu yarığı açığa varan üç gerilim vardır. Birincisi, pragmatistler demokrasiyi baskıya başvurmadan ve iç savaşa düşmeden çatışmalarla baş etmenin yolu olarak görürler. Seçimler ve temsili demokrasi pratikleri bu çabaya yönelik kilit mekanizmayı temin eder. Ama demokrasi aynı zamanda egemen halkın eylemleriyle gerçekleşecek bir daha iyi bir dünya vaadiyle ilişkili olan görkemli bir yüze sahiptir. Popülistlerin buradaki konumları ışıl ışıl demokrasi ideali vaatleridir. İkinci gerilim kaynağı halka yönelik iktidar vaadiyle mevcut demokrasilerin katılım ve seçilmiş temsilcilerin duyarlılığı gibi konulardaki performansı arasındaki yarıktır. Üçüncüsü ise demokratik kurumlarla onların kaçınılmaz olarak yol açtığı yabancılaşma arasındaki gerilim olarak belirir (Arditi, 2010: 65-66).

Arditi’ye göre popülizmin tezahürünün üç tarzı vardır: İlki, popülizmin, günümüzün medya destekli siyasi performanslarındaki temsili yönetime ilişkin liberal demokrat anlayışa denk olmasa da onunla bağdaşan bir temsil biçimi olarak görülebileceğidir. Popülistlerin medyaya nasıl sahip olup kullandıkları artık sır değildir. Seçmenle medya aracılığıyla ilişki kuran liderlerin amacı halk nezdinde güven sağlamaktır. İkincisi, arsızlığı için af dilemeksizin siyasi salonların görgü kurallarından sapan bir katılım biçimine gönderme yapmasıdır. Popülistlerin arketip imgesi ritüelleşmiş sofra adabına aldırış etmeden tepki veren futbol fanatiklerininkidir. İster alışıldık siyasete, isterse elitisit demokrasiye yönelik bir tepki olarak ortaya çıksın, bu tarz, siyasi süreci alt üst etme ve yenileme potansiyeline sahiptir. Popülizmin üçüncü tezahür tarzı ise siyasal demokrasinin başına musallat olarak otoriter pratiklere yönelmektir. Bu bağlamda hukukun üstünlüğünün altını oyarlar, demagojide sınır tanımazlar, oy uğruna toplumu kutuplaştırmak için ellerinden geleni yaparlar. Ve bu üçüncü tarzın tezahürü, güçlü, karizmatik ve mesiyanik bir lideri gerekli kılar (2010: 72-75).

 

popülizm 3

 

Jan – Werner Müller’e göre popülistler seçkinlere karşı olmanın yanı sıra çoğulculuğa da karşıdırlar. Halkı sadece ve sadece kendilerinin temsil ettiklerini düşündükleri için, “Biz halkız, sen kimsin?” derler ve rakiplerini ahlaksız, yozlaşmış elitler olarak tasvir ederler. Muhalefet onlara göre meşru olmadığı için, halkın %99’unu değil, %100’ünü temsil ettiklerini söylerler. Popülist iktidarların üç özelliği, devleti gasp etmek, yolsuzluk ve kayırmacılıkta sınır tanımamak ve sivil toplumu bastırmaktır. Kuşkusuz bunu pek çok otoriter yönetici yapar, popülistlerin farkı, bunu halk adına yaptıklarını söyleyerek icraatlarını meşrulaştırmalarıdır (2018: 15-16).

Müller’in Cas Mudde’den aktardığına göre, popülizm demokratik olmayan liberalizme karşı liberal olmayan bir demokratik cevaptır. Popülizm yazılı bir doktrin değil, iç mantığı olan belirgin iddialar bütünü olarak tanımlanabilir. Seçmenlerin popülist partilere oy vermelerinin nedenleri modernleşme ve küreselleşme korkusu, öfke, kızgınlık ve hınç olarak özetlenebilir ki, popülist partilerin seçmenlerini bu yönde hazırladıkları bilinen bir gerçektir. Trump’ın bile seçimlerde, yalandan da olsa, tüm dünyaya yayılmış ABD güçlerinin ülkesine çekilme kararını açıklamış olması, sözde küreselleşme karşıtlığına bir örnektir. Müller’e göre, özellikle sağ popülist partilere oy veren seçmenler, ortalamaya göre daha az eğitimli, daha az kazanan kesimlerden oluşmaktadır. Bu seçmenlerin duygularına seslenmek daha kolaydır. Popülist partilerin böyle bir seçmen kitlesine, “ülkemiz elimizden alınıyor” söylemiyle,  mağduriyet yaratarak yaklaşmaları bilinen bir gerçektir (2018: 22-32).

Popülistler Nancy Rosenblaum’un bütüncülük (holism) dediği şeyi arzularlar ve yönetimin artık bölünmemesi gerektiğini, halkın Bir olduğunu ve tek temsilcilerinin de kendileri olduklarını savunurlar. Bu anlamda çoğulculuğa karşıdırlar. Sağ popülistler hem elitlere he de marjinal gruplara karşı olduklarından bu iki kesim arasında çıkar ilişkisi tanımlamaya çalışırlar. ABD’nin bir önceki Başkanı Barack Obama’nın doğum sertifikasıyla ilgili olarak başına gelen şey çok çarpıcıdır. Obama sağcıların gözünde hem seçkin, hem de Afrikalı-Amerikalı olarak Öteki’dir ve bu grupların ikisi gerçek Amerikalı değildir. Doğumcuların (Birthers) olağanüstü saplantısı budur (Müller, 2018: 37-40).

Popülistler iktidara geldiklerinde meşru muhalefeti tanımadıkları için kendilerinden olmayanlara, “Hepsi yerin dibine!”, “Herkes dışarı!”, “Hepsini gönderin!”, “Ya sev ya terk et!” gibi sloganalar kullanırlar (Müller, 2018: 43).

Popülistler “halkın” tek sesli olduğunu ve siyasetçilere iktidara gelince tam olarak ne yapmaları gerektiğini söyleyen bağlayıcı bir vekâletname verdiklerini düşünürler. Bu yüzden tartışmalara ya da mecliste veya kongrede uzayıp giden müzakerelere gerek yoktur. Macaristan Başbakanı Viktor Orban 2002’de seçimleri kaybettiğinde “halk muhalefette olamaz” diyebilmiştir. (Müller, 2018: 48 -49). Daha doğrusu popülistlere göre meclis ya da kongreye de gerek yoktur!

Genellikle mağduru oynayan popülistler iktidardayken halkı kutuplaştırmak için ellerinden geleni yaparlar ve insanları son büyük savaş olarak tahayyül edilen bir karşılaşmaya hazırlamaya çalışırlar (Müller, 2018: 60).

 

popülizm 4

 

Nihayet üçüncü Latin Amerikalı ve o da Ernesto Laclau gibi Arjantinli olan Federico Finchelstein bir bölümünü faşizmin tarihçesine, bir bölümünü popülizmin tarihçesine ayırdığı, bir bölümünde ise popülizme demokrasi ile diktatörlük arasında yer aradığı üç bölümden oluşan Faşizmden Popülizme adlı kitabında ayrıntılı analizlere yer verir. Finchelstein’e göre içinde bulunduğumuz yüzyıla karakterini veren üç dinamik, kriz, yabancı düşmanlığı ve popülizm olup günümüzü şekillendiren olgu tarihsel süreç içinde faşizmden popülizme geçiştir. Siyasi tartışmaların merkezinde yer alan faşizm ve popülizm, sıkılıkla bir bütün oluşturacak şekilde birleştirilmelerine karşın, aslında birbirine alternatif siyasi ve tarihsel güzergâhları temsil ederler. Aynı tarihsel sürecin parçaları olmaları nedeniyle modern popülizm faşizmin yenilgisinden sonra faşizmden doğmuştur (2019: 15-18).

Popülizmde lider halkın yerine geçer ve onun sesi haline gelir. Ülke ve halk liderin şahsında kendisini tanır ve siyasete katılır. Gerçek şu ki, karizmatik ve mesiyanik (mesihsel) bir lider kavramı olmadan popülizm güdük ve tarihsel bir form olarak kalır. Andrew Arato’nun ortaya koyduğu gibi, popülizmde parça bütüne dönüşür; yani otoriter bir liderin yönlendirip kendisinde cisimleştireceği birleşik bir halk icat edilir. “Halk” çeşitli halklardan oluşan bir mefhum olmakla birlikte bu parçalı yapının liderde cisimleşmiş tek bir birleşik halka dönüştürülmesi popülizm tarihinde sürekli tekerrür eden ve kilit rol oynayan bir haslettir. Yurttaşların bir kısmından yaratılmış halkın önce Bir olduğu, sonra da bir hareketin zimmetine geçirildiği, en son olarak da yapay biçimde oluşturulmuş aslında var olmayan bir öznenin otoriter liderinde tecessüm ettiği bu tarihsel süreç kesinlikle demokratik olmayan etkiler üretir. Söz konusu halk egemenliğinin teslisinin kaynağı faşizmdir. Buna karşılık popülistler için diktatörlük, geçmişte kalmamış, tam tersine mevcut düşmana atfedilen bir metafordur. Çünkü popülistlere karşı olan herkes zorbadır. Popülist rüyalar âleminde yaşaya liderler, rejimler ya da taraftarlar beğenmedikleri her şeyi medyanın yalanları ve lidere, halka ya da ülkeye karşı düzenlenmiş iç ya da dış komplo olarak nitelerler. Popülizmin bu tektipleştirici halk yaklaşımında siyasi muhalifler halk karşıtı olarak algılanırlar ve düşman ilan edilirler. Popülizmde çeşitliliğin yerini zorunluluklar ve semboller almıştır (Finchelstein, 2019: 20-24).

Bir rejim olarak popülizm tüm halkın tam bir temsilini talep eder, fakat bunu iktidarın tümüyle lidere devri olarak anlar. Bu bağlamda lider halkın gerçekten ne istediğini halkın kendisinden daha iyi bilir. Faşistler için seçimin bir önemi yoktur, popülistler için ise vardır. Ama bu, plebisiter bir anlayışı temsil eder. Seçimlerin önemli olması popülizmi faşizmden ayıran en önemli özelliklerden biridir ve bu popülizmin basite indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu gösterir (Finchelstein, 2019: 23,142). Popülizmin plebisiter bir anlayışı temsil etmesi, meselenin, lidere “evet” ya da “hayır” demek etrafında odaklanmasıdır.

Popülizm ilk olarak faşizmin savaş – sonrası yeni bir formülasyonundan doğmuş olup otoriter bir demokrasi formudur ve 1945 yılından sonraki temsilcileri ile etkili oldukları evreler şöyle özetlenebilir (Finchelstein, 2019: 16, 146-147).

  • Klasik Popülizm: Öncüsü Arjantin’deki Peronizm (1946 – 1955) olmakla birlikte Brezilya’da Varguismo’nun ikinci evresini (1951-1954), Kolombiya’da Gaitanismo’yu (1940 sonları), Ekvador’da Jose Maria Valesco İbarra (1930-1970) dönemini, Peru, Venezuela ve Bolivya’da savaş – sonrası deneyimleri kapsar.
  • Neoliberal Popülizm: Arjantin’de Carlos Menhem (1989 – 1999), Brezilya’da Fernando Collor de Melo (1990-1992), Ekvador’da Abdala Bucaram (1996-1997), Peru’a Alberto Fujimori (1990-2000) ve İtalya’da Silvio Berlusconi (1994-1995, 2000-2006, 2008-2011) dönemleri.
  • Neo-Klasik Sol Popülizm: Arjantin’de Kirchner yönetimi (2003-2015), Venezuela’da Hugo Chavez (1990-2013) ve Nicolas Maduro (2013- ), Ekvador’da Rafael Correa (2007-2017), Bolivya’da Evo Morales (2006- ) dönemleri ve Avrupa’da İspanyol Podemos ve Yunan Syriza gibi neo-klasik sol popülist partiler.
  • Sağ ve Aşırı Sağ Neo-Klasik Popülizm: 1970’lerin Peronist aşırı sağı ile günümüzde ABD, Filipinler, Guatemala, Türkiye, Macaristan’da tek başına, Avusturya, İtalya ve Finlandiya’da koalisyon ortağı olarak iktidara gelen baskın sağcı hareket ve liderler. Muhalefette olup da neo-klasik sağ ve aşırı sağ popülizminin diğer temsilcileri İngiltere’de UKIP, Fransa’da Ulusal Cephe, Avustralya’da yabancı düşmanı Pauline Hanson, İsrail’de Avigdor Lieberman ve Yunanistan’daki aşırı sağdır.

Görüldüğü gibi popülizm kavramı altındaki yelpaze hayli geniş ve Yunan mitolojisindeki kimera’yı andırmaktadır.

Öte yandan yukarıda anlatılanların ışığında popülizmin ve popülist politikaların başlıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz (Finchelstein, 2019: 146-147:

  • Diktatörlüğü fiilen reddeden otoriter, seçimli ve anti – liberal bir demokrasiye bağlılık,
  • Uç bir siyasi dini reform,
  • Seçim zaferleri de getiren, kıyamet benzeri çöküş propagandasına dayalı bir siyaset; bu geçici seçim zaferlerinin mümkün kıldığı ve toplumun kuruluşunda ya da ya da yeniden kuruluşunda devrimci uğraklar olarak dönüşümler,
  • Halkın mesih benzeri karizmatik liderinin inşa ettiği bir siyasi teoloji,
  • Siyasi rakipleri halk karşıtı, yani halk düşmanları ve vatan hainleri gören bir yaklaşım,
  • Zayıf bir hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı anlayışı,
  • Radikal bir milliyetçilik,
  • Halkın şahsında cisimleştiği bir lider nosyonu,
  • Hareketi ve liderleri bir bütün olarak halkla özdeşleştirme,
  • Pratikteki anlamı alışılmış siyaseti aşmak olan anti-politiklik iddiası,
  • Halk adına konuşma ve yönetici elitlere karşı olma,
  • Kendisini gerçek demokrasi savunucusu ve muhayyel ya da gerçek diktatörlük ve zorbalık biçimlerinin (Avrupa Birliği, paralel ya da derin devlet, imparatorluk, kozmopolitizm, küreselleşme, askeri darbeler vb.) düşmanı olarak sunmak,
  • Halkı tek bir varlık olarak alan ve popülizm rejim haline geldiğinde ise onu kendisine oy veren çoğunluklara eşitleyen homojenleştirici bir halk anlayışı,
  • Bağımsız gazeteciliğe karşı derin bir husumet, hatta nefret besleme,
  • Çoğulculuktan ve siyasi hoşgörüden hazzetmeme,
  • Popüler kültüre ve hatta birçok örnekte, ulusal geleneklerin cisimleşmiş hali olarak görülen eğlence dünyasına önem verme.

Federico Finchelstein, kitabının son sözünde popülizmle ilgili söylediklerini şöyle özetleyebiliriz (2019: 305-313):

  • Popülizm tarihsel süreç içinde faşizmin yadsıması olarak inşa edilmiştir ve onun demokratik temelde yeniden formülasyonunu temsil etse de, faşizm ile liberalizm arasında kalarak faşizmden geri kalanları bünyesine dahil edip, onları liberalizme karşı bir meydan okumakta kullanmıştır. Sonuç, ototriterizmdir.
  • 2010’lu yıllar popülist dalganın dünyanın büyük bir bölümüne vurmuş görünmektedir. Popülizm artık Trump’la birlikte Beyaz Saray’da ikamet etmektedir. O kadar öyle ki, ABD popülizmin merkez üssü haline gelmiştir. Roma ve Berlin nasıl ki faşistler için model haline gelmişse Trump’ın yabancı düşmanı kampanyası tüm popülistler için model haline gelmiştir. Fransa’da Le Pen, Trump’ın zaferini elitlere karşı bir zafer olarak nitelemiştir. Amerikan popülizmi 2017 yılı itibariyle yeni yüzyılın en önemli post-faşizmi haline gelmiştir. ABD, 1945 sonrasında Arjantin’in sahip olduğu “popülizmin küresel lideri” rolünü üstlenmiş görünmektedir.
  • Küresel perspektiften bakıldığında popülizm uzun süredir devam eden demokratik temsil krizine verilmiş otoriter bir tepkiyi temsil etmektedir. Popülizm yandaşları için popülizm, aklın yerine halkın hislerini, korkularını ve isteklerini bildiği iddia edilen tanrısal lidere inancı koymuştur. Bu yüzden popülizm onları herhangi bir geleneksel demokratik liderden ya da kurumdan daha çok ve daha iyi ‘temsil etmiştir.’ Dahası hakikat fikri, gözlemeye, akılcı muhakemeye ve doğrulamaya dayalı bir olgu olarak değil de, ideolojik, sık sık da içgüdüsel bir inanç meselesi olarak yeniden formüle edilmiştir. Üçlü egemenlik (ulus-devlet, lider, halk) şeklinde kendi teslisine (Tanrı, İsa, Meryem üçlüsü) sahip popülizm teolojik demokrasi anlayışlarının karşısında konumlanan daha seküler demokrasi anlayışlarına karşı özel bir tehdit oluşturmuştur.
  • Popülizm, hem genetik, hem de tarihsel olarak faşizmle bağlantılıdır. Faşist diktatörlüklerde de, popülizmde de lider halkın temsilcisi ve cisimleşmiş hali ya da halkın ülkenin ve ülke tarihinin kişilik bulmuş hali olarak kurgulanmaktadır. Liderin aurası seçim ânını hem önceler hem de aşar ve liberalizmin karşısına dikilen mitsel bir düzeni yansıtır. Faşizmde de, popülizmde de fiiliyatta halk iradesi lidere devredilmiştir.
  • Popülizm seçimli temsil ile diktatöryel temsil arasında kalmış bir kimera haline gelmiştir. Bu ikilik popülizmi otoriter bir demokrasi formuna dönüştürmüştür.

 

Kaynakça

Arditi, Benjamin (2010). Liberalizm Kıyılarında Siyaset, çev. Emine Ayhan, İstanbul: Metis Yayınları.

Finchelstein, Federico (2019). Faşizmden Popülizme, çev. Ali Karatay, İstanbul: İletişim Yayınları.

Foster, John Bellamy, Whitney, Mike ve Diğerleri (2017). Dünya Yenide Şekillenirken, çev. Ulaş Taştekin ve Cenk ağabey, İstanbul: NotaBene Yayınları.

Laclau, Ernesto (1985). İdeoloji ve Politika, çev. Hüseyin Sarıca, İstanbul: Belge Yayınları.

Laclau, Ernesto (2018) Popülist Akıl Üzerine, çev. Nur Betül Çelik, 3. Baskı, Ankara: Epos Yayınları.

Mouffe Chantal (2015). Siyasal Üzerine, çev. Mehmet Ratip, 3. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

Müller, Jan-Werner (2018). Popülizm Nedir?, çev. Onur Yıldız, 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

 

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

3 thoughts on “Popülizm Üzerine

  • Şahin Tekgündüz dedi ki:

    Bülent son derece önemli bir çalışmanın ürünü yazın; kutlarım seni. İzninle ben akademik ifade bilgilerden arınmış, daha kolay anlaşılabilir bir bölümünü referans vererk sosyal medyada paylaşmak isterim. Sevgiler…

    • bulentgundogmus dedi ki:

      Çok teşekkür ederim Şahin Ağabey.
      Tabi istediğin değişiklikleri yaparak paylaşabilirsin. Zaten amacım bu fikirlerin yayılması.

  • zeynep dedi ki:

    Bülent bey merhaba ben siyaset bilimi ve kamu yönetimi üzerine yl yapıyorum. Şuan tez aşamasındayım ve tez konum popülizm üzerine yazınızı okudum çok güzel bir anlattım ifade etmişsiniz bu konuyu. Yazınıza atıfta bulunmak istiyorum ama pdf olarak görüntüleyemiyorum sizden ricam atıf yapabilirmiyim ve yazınızın pdf halini mail olarak alma şansım varmı. Şimdiden çok teşekkür ederim.

Şahin Tekgündüz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.