Proust Okumak, Proust Olmak

Marcel Proust’un, dev bir katedral inşa eder, milyonlarca metre kare dantel işler ya da milyarlarca gelinlik diker gibi ömrünün son on dört yılında yazdığı, beş yüz karakteri ve üç bin sayfayı aşan, anlatıcıdan sonraki en önemli karakter olan Albertine’den iki bin üç yüz altmış kez söz ettiği müstesna eseri Kayıp Zamanın İzinde ’yi [1]okumak bir ayrıcalık mıdır, yoksa çılgınlık mı?  Bu her zaman sorulması gereken çok önemli ve temel bir sorudur. Ben bu çılgınlık mertebesindeki ayrıcalığı yaşamış bulunuyorum; mutluyum.

Proust’u büyük bir serüven olarak gören Virgina Woolf’un [2] Kayıp Zamanın İzinde’nin ciltlerini her eline aldığında kendi yazdıklarının bir hiç olduğunu düşünmesi, hatta okumaya çalıştıktan kısa bir süre sonra bırakması, bu müstesna eseri bitirememiş olanlar için iyi bir gerekçe olabilir, ama herkesin okuması gereken Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın [3] adlı söyleşi kitabında Umberto Eco’nun, “Son saatlerinin gelip çattığını anladıklarında, Proust’u hala okumadıklarını fark eden o ölüm döşeğindeki insanların sızlanması korkunçtur” dediğini unutmamak şartıyla.

Woolf’a göre kelebeklerin gölgelerini bile en ayrıntısına kadar inceleyen Proust’un en büyük başarısı, yapıtının bir duvar kadar sağlam ve bir kelebeğin kanadı kadar narin olmasıdır. Proust’un sihrine kapılan ve onu neredeyse kıskanan Woolf, bir bakıma haklı sayılır; çünkü aşkın büyürken içimize sığmaz olup sevdiğimiz insana doğru yayılmasını, yağan yağmur damlalarının cama vururken çıkardığı ritmik sesi, ay ışığını bulandırmamak için doğadaki hemen her şeyin sessizlik içinde adeta donmasını, gündüz vakti gökyüzünde belli belirsiz beliren ama az sayıda yazarın dikkatini çeken ya da dikkatlice soyulup biraz kemirilmiş bir portakal ile benzersiz parlaklığının bir sevgiliye benzetildiği ayı, bir ağacın yüksek dalları arasında gidip gelerek gününü kısaltmaya çalışırken şakıyarak çevresindeki yalnızlığı keşfeden bir kuşu, sıcak bir yaz günü yer değiştiren güneşin evin balkonunu parça parça ederek yontma taşın üzerinde ılık bir kılıf ve yaldızlı bir hale oluşturmasını, batan güneşin gökyüzünü bir ressam gibi boyarken ortaya çıkan ve insanı sonsuz bir kedere boğan renklerin yeryüzündeki çiçeklere yansıyarak yaşamaya devam etmesini, bir kadının bakışlarının etrafına ışıklar ya da tanrısal bir sağanak yağdırmasını, hiç görülmemiş olan bir kadına aşık olmayı ve nihayet bir kişinin yanından geçen deniz esintisinin ondan uzaklarda bulunan sevgilisinin yüzünü okşayarak kendisiyle bir bağ kurmasını, böylesine olağanüstü bir biçimde betimlemek her yazara nasip olmaz.

Nitekim Walter Benjamin[4] de, bir keresinde, Theodor Adorno’ya, Proust’tan yaptığı çeviriler dışında ondan tek sözcük okumak istemediğini, aksi takdirde kendi üretimini engelleyecek hastalıklı bir bağımlılığa kapılacağını söylemişti. Burada da, yeterince özgün eserler yaratmış olmasına rağmen, Benjamin’in de tıpkı Woolf gibi Proust’un sihrine kapıldığını görüyoruz. Bu arada, Adorno’nun da Proust’un eserini okuduktan sonra büyülendiğini unutmayalım. Adorno’ya [5] göre, Proust çekim gücü çok yüksek, usta, sanki otobiyografik bir maskenin ardından herkesin sırlarını açığa vuran, gerçeğin en küçük elementlerini yaşamın tüm gücünün toplandığı kuvvet sahalarına dönüştürmeye çalışan, özetle tinsel atomu parçalayan benzersiz bir yazardır. Adorno’nun Proust’a hayran olmasının nedenlerinden biri de, onun, görmediği bir kişiye aşık olabilecek bir kahraman yaratabilmiş olmasıdır.

Guermantes Tarafı ’nda “Siz beş çayına giderken, yaşlı dostunuz bir kenar mahallede tek başına, mor gökyüzünde pembe ayın tırmanışını seyrederek sizden daha mutlu olacak” diyebilen, çocukluğuna sadık kalmakla mutluluk fikrine de sadık kalan, gerçek acı ve düş kırıklığı olduğundan erişilmemiş ya da tehlikeye atılmış mutluluğun hikayesini yazan Proust, Adorno için mutluluk şehididir.

Proust’un zaman anlayışını sıkı bir eleştiriye tabi tutan Samuel Beckett bile Proust [6] adlı eleştirel çalışmasında, onda kimseyle karşılaştırılmayacak kadar harika şeyler olduğunu, bazı benzetmelerinin parlak bir infilak gibi tüm sayfayı aydınlattığını, bazılarının ise donuk, mat hatta aşınmış olduğunu, ama bu durumun, incelikli, büyüleyici ve titreşen bir denge yarattığını ifade etmekten geri kalmaz. Beckett’e göre Proustyen denklem kesinlikle basit değildir; karmaşıklığın başyapıtıdır, ama sonsuz geri dönüşle, bu karmaşadan bir düzen yaratılarak tamamlanır.

 

Marcel

 

Yukarıdaki yazıyı 2012 yılında yazdığım Proust Okumak / Proust Olmak başlıklı basılmamış Proust denememim Proust Okumak bölümünden aldım. Araya başka yazıların girmesi nedeniyle ara verdiğim bu çalışmamı yeni kaynaklarla – ki hayli zenginleşecek gibi görünüyor – besleyerek kitaplaştırmayı umuyorum. Aşağıda yazdıklarım ise aynı çalışmamım önsöz olarak düşündüğüm bölümünden alınmıştır.

* * *

Bunları yazarken bir yandan belirsiz, diğer yandan heyecanlı ve bir o kadar da tutkulu bir macera yaşadığımı itiraf etmeliyim. Yaşadığım macera belirsizdi, çünkü Kayıp Zamanın İzinde ’yi okuyup bitirdikten sonra, önce bu müstesna eser ve yazarı Marcel Proust hakkında üç dört sayfalık bir yazı yazmayı planlıyordum, ama yazdıkça bir de baktım ki, yazdıklarım on sayfayı bulmuştu. Eserin çeşitli ciltlerini tekrar karıştırıp yeniden okudukça, yazdıklarım tuhaf bir biçimde çoğalıyor, nasıl bir şey yazacağım hakkındaki belirsizlik artıyordu. Bu arada, eser ve Proust hakkındaki külliyatı okumak için kaynak taramasına girişmiştim bile. Geceleri yattığımda, belleğimdeki Swann, Odette, Guermantes Düşesi, Albertine, Gilberte, M. de Charlus ve diğer roman kahramanlarının karakteristik özellikleri daha da pekişiyor, Kayıp Zamanın İzinde’ yi okumakla başlayan maceram, onun hakkında bir şeyler yazabilme heyecanıyla tutkulu bir rotaya giriyordu. Özellikle eserden yaptığım çeşitli alıntılarla otuzuncu sayfaya gelince, yazdıklarımdan bir kitap olabilir düşüncesine kapılarak eser hakkında yazılanları ve eseri tekrar tekrar okumaya ve eser ile Proust hakkında bir kitap yazmaya karar verdim.

İşin en zor taraflarından biri Henri Bergson’un derslerini takip ettiği söylenen Proust’un, eserini yazarken bu filozofun özellikle “süreç” fikrinden etkilendiğini bildiğim için eserin felsefi boyutu hakkında bir şeyler söyleyebilmekti. Bu alanda Gaston Bachelard [7], Gilles Deleuze [8], Paul Ricceur [9] ve Gérard Genette’in [10] imdadıma yetiştiğini söylemeliyim, ama yine de bazı şeylerin eksik kaldığına eminim. Tabi, Bergson’u [11] da okudum.

Bütün bunları yaparken tek bir amacım vardı: Hangi nedenle olursa olsun Proust’un eserini okumamış olanlara, önce benim kitabımı okuyarak bu dev eseri bitirmenin zor olmadığını göstermek ve Kayıp Zamanın İzinde gibi müstesna bir eseri daha çok kişinin okumasına katkıda bulunmak.

 

A la Recher

 

Daha önce adını duymuştum, ama Marcel Proust’un katedrali ile ilk kez eşim Ayşen’le tanıştığım 1984 yılında karşılaşmıştım. Kütüphanesindeki Editions Gallimard  1954 baskısı, orijinal A La Recherce Du Temps Perdu ’nun  sekiz cildini görünce (Guermantes Tarafı iki ciltti), bunları okuyup okumadığını sormuş, orta ve lise eğitimini Fransız okullarında, üniversiteyi ise Fransa’da tamamlayan eşim, özellikle lise edebiyat derslerinde bu müstesna eserin çeşitli ciltlerinden uzun pasajlar okuduklarını  söylemiş, tamamını ise daha sonraki yıllarda bitirdiğini eklemişti.

1984’de Proust henüz Türkçe’ye çevrilmediği için, 1999’dan itibaren okuma şansına sahip olacaktım, ama ben bu bitmez tükenmez esere ancak 2010’da başlayabildim     (Ne kadar geç kalmışım değil mi?) ve 2011’in Eylül ayında da bitirdim. Son üç cildi olan, Mahpus, Albertine Kayıp ve Yakalanan Zaman ’ı o kadar hızlı okumuştum ki Ayşen, Proust’la “kavga” eder gibi okuduğumu söyleyince şöyle bir duraladım, etrafıma baktım, o da ne, birdenbire kendimi Marcel’in doğduğu Combray’de buluverdim. Demek ki Proust’un dünyasına girebilmek için gerçekten de onunla kavga etmek gerekiyormuş.

Okuyan hemen herkesin kendisinin yaşamından bazı kesitler bulabileceği bu dev eseri okuyup bitirdikten sonra sakın rahatlayabileceğinizi düşünmeyin; tam tersine eliniz tekrar bu yedi ciltten her hangi birine gidecek, düşünceli düşünceli sayfalarını karıştıracak, huzursuzluk içinde tekrar okumaya başlayacak, okuyacak, okuyacak ve okuyacaksınız. Fransızca bilmiyorsanız üzülmenize hiç gerek yok; Roza Hakmen’in çevirisi harikuladedir.

* * *

Kayıp Zamanın İzinde ’yi okurken siz de, artık var olmayan evlerin, sokakların ya da insanların sayfalara yansıdığını göreceksiniz. Şu satırlar Marcel Proust’un Okuma Üzerine adlı kitabındandır:

“Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka zaman belki yoktur. Başkalarına göre bu çocukluk günlerini dolduran, bizimse, kutsal bir zevki kabaca engelliyor diye uzaklaştırdığımız her şey: kitabın en ilginç bölümündeyken oyun oynayalım diye bizi aramaya gelen bir arkadaş; gözlerimizi sayfadan ayırmak ya da yerimizi değiştirmek zorunda bırakan rahatsız edici güneş ışığı ya da arı; tadına bakalım diye getirilen yiyecekler –  ki, dokunmadan, yanımızda, sıranın üzerine bırakmışken, tepemizde, mavi gökyüzünde güneşin ışıkları zayıflar, akşam yemeği için içeri girmemiz gerekir, oysa bizim aklımız fikrimiz yemeğin hemen ardından çıkıp kitabın yarım kalan bölümünü bitirmektir – ; kitap okurken sadece uygunsuz bir şey olarak algıladığımız bütün bu şeyler, tersine öylesine tatlı ( o dönemde bu denli bir aşkla okuduğumuz kitaptan çok daha değerli olduğunu şimdi anladığımız ) bir hatırayı içimize işliyordur ki, bu gün bile geçmiş zamanın bu kitaplarını karıştırmak aklımıza gelirse, bu kitapları, geçmiş günlerden kalan tek takvim olarak ve artık var olmayan evlerin ve gölcüklerin, sayfalarına yansıdığını görme umuduyla karıştırırız.

Rahatça okuyabilecek kadar dingin ve dokunulmaz, günün her saatine sırasıyla sığınılan tatil günlerindeki bu okumaları kim anımsamaz.” [12]

 

Notlar

[1] Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Swann’ların Tarafı, Çeviren: Roza Hakmen, YKY, İst.,1999.

Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Çeviren:  Roza  Hakmen, 14. Baskı, YKY, İst., 2009.

Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Guermantes Tarafı, Çeviren Roza Hakmen, 7. Baskı, YKY, İst., 2010.

Proust, Marcel.  Kayıp Zamanın İzinde,  Sodom ve Gomorra, Çeviren: Roza Hakmen, 10. Baskı, YKY, İst.,2009.

Proust, Marcel.  Kayıp Zamanın İzinde, Mahpus, Çeviren: Roza Hakmen, 4. Baskı, YKY, İst., 2004.

Proust, Marcel, Kayıp Zamanın İzinde, Albertine Kayıp, Çeviren: Roza Hakmen, 5. Baskı, YKY,İst., 2010.

Proust Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Yakalanan Zaman, Çeviren: Roza Hakmen, 6. Baskı, YKY, İst., 2010.

[2] Woolf, Virgina. Bir Yazarın Güncesi, Çeviren Fatih Özgüven, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İst., 2011. Woolf’un yazdıkları aynen şöyledir: “ Eh en azından şu aralar içine gömüldüğüm Proust’un yanında solda sıfırım. Proust’un müthişliği had safhada duyarlılıkla had safhada ısrarcılığı birleştirebilmesinde. O kelebek tonlarını son noktasına kadar arayıp buluyor. Meşin kadar sert ama kelebeğin üzerindeki toz kadar uçucu. Ve tahminimce, beni hem etkileyecek hem de her cümlemde sinirlerimi ayağa kaldıracak.” s.99.

[3] Eco, Umberto & Carriére, J.C. Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, Çeviren: Sosi Dolanoğlu, Can Yayınları, İst.,2010, s.223.

[4] Benjamin, Walter. Pasajlar, Çeviren: Ahmet Cemal, YKY, İst., 2009.

[5] Adorno,Theodor, Proust Üzerine, Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu, Cogito, Özel Sayı, Sayı:36, YKY, İst.,2003.

[6] Beckett, Samuel. Proust, Çeviren: Orhan Koçak, Metis Yayınları, İst., 2007.

[7] Bachelard, Gaston. Sürenin Diyalektiği, Çeviren: Emine Sarıkartal, İthaki, İst., 2010.

[8] Deleuze, Gilles. Bergsonculuk, Çeviren: Hakan Yücefer, Otonom Yayıncılık, İst., 2005.

Deleuze, Gilles. Proust ve Göstergeler, Çeviren: Ayşe Meral, Kabalcı Yayınevi, İst., 2004.

[9] Rıcceur, Paul. Zaman ve Anlatı Üç: Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi, Çeviren: Mehmet Rifat, YKY, İst., 2012.

[10] Genette, Gérard. Anlatının Söylemi: Yöntem Hakkında Bir Deneme,Çeviren: Ferit Burak Aydar, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İst., 2011.

[11] Bergson, Henri. Madde ve Bellek, Çeviren: Işık Ergüden, Dost Yayınları, Ank., 2007.

[12] Proust, Marcel. Okuma Üzerine, Çeviren: Işık Ergüden, Notos Kitap, İst., 2007, s.7-8.

 

, , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.