1984: Zamanın Olmadığı Distopik Dünya

Bu ve bundan sonraki üç yazı ile George Orwell’in 1984 ’ünü dört bölüm halinde incelemeyi planlıyorum. Aşağıda giriş niteliğinde olmak üzere ilk bölümü bulacaksınız. Diğer üç bölüm, eserin de üç bölümünün ayrı ayrı değerlendirilmesinden oluşacak. Daha sonra ise uzun bir makale halinde Orwell’in 1984 ’ünü Yevgeni Zamyatin’in Biz ’i ve Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya ’sı ile karşılaştırmalı olarak değerlendirmeyi düşünüyorum.

* * *

George Orwell’den yüz yılı aşkın süre önce yaşamış olan Edgar Alan Poe, Marie Rogêt’nin Esrarı adlı öyküsünün sonuna doğru şunları yazar:

“Düşünen hiç kimse Doğa ile Tanrısı’nın farklı olduğunu inkâr edemez. Evreni yaratan Tanrı’nın onu istediğince denetleyebileceği veya değiştirebileceği tartışma götürmez. ‘İstediğince’ diyorum, çünkü absürd mantıkçıların sandığı gibi bu bir güç meselesi değil, bir irade meselesidir. Tanrı kendi koyduğu yasaları değiştiremez değildir, ama böyle bir değişikliğin gerekli olabileceğini düşünmekle ona hakaret etmiş oluyoruz. Bu yasalar ta baştan, gelecekteki bütün ihtimalleri kapsayacak şekilde konmuştur. Tanrı için geçmiş ve gelecek yoktur, her şey Şimdiki Zaman’da cereyan eder.”[1]

Poe, yüz yıl öncesinden, başka bir bağlamda da olsa, adeta Orwell’in 1984’ünü haber vermekte, biz de adeta polis şefi O’Brien’in Winston’ı sorguya çekerken söylediklerine şahit olmaktayız; metinde geçen Tanrı yerine Parti ya da Büyük Birader’i koymak koşuluyla. Zaten, O’Brien de sorgunun bir aşamasında, kendilerinin iktidarın rahipleri olduğunu, Tanrı’nın da iktidar olduğunu söyleyecektir.

Kuşkusuz, Orwell’in Poe’nun öykülerini okumadığını söyleyemeyiz. Ama ben, 1984’ü özellikle zaman bağlamında analiz ederken bu alıntıyla başlamayı uygun buluyorum; kaynağının Augustinus olduğunu unutmadan.[2]

 

big-brother

Büyük Birader

 

1984 Dünyası ve Sınıflar

1984, Orwell’in, yakın dostu Julian Symons’a söylediği gibi, 1948 yılında tamamladığı için adını son iki rakamını değiştirerek koyduğu anti – ütopik, yani distopik bir romandır.

Romanda, dünyada Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya olarak adlandırılan üç süper devlet vardır. Ne kadar farklı görünseler de benzer bir ideolojiyle yönetilen bu devletlerin destekledikleri toplum düzenleri arasında hiçbir fark yoktur: Diktatörlük.

Sürekli savaş halinde oldukları iddia edilen bu üç süper devletten, sürekli değiştiği söylenen ikisinin diğerine karşı herhangi bir üstünlüğüne uzun yıllar rastlanmamıştır. Birbirleriyle çatışmaya devam ettikleri sürece “birbirlerine yaslanan üç ekin demeti gibi birbirlerini ayakta tutarlar.”[3] Çünkü savaş süreklilik arz ettiği sürece tehlikeli olmaktan çıkar ve bir düzenbazlığa dönüşür. Savaş doğası gereği tüketim malları fazlasını eritir ve sürekli savaş hali korkusu yayarak toplumun hiyerarşik yapısını sürdürecek zihinsel ortamın koşullarını oluşturur. Böylelikle savaşın amacının toprak ele geçirmek değil, toplumun yapısının hiç değişmeden sürmesini sağlamak olduğu ortaya çıkar. Her üç süper devletin de “amacı, ilerlemeyi durdurmak ve tarihi kendi seçtikleri anda dondurmaktı(r).”[4] Bu da bizi, böyle bir dünyada zamanın donduğu gerçeğiyle karşı karşıya bırakır; hep şimdi vardır… Son yıllarda, özellikle Orta Doğu’da yaşananları hatırlayalım lütfen, 1984 ’te yaşananlara ne kadar benziyor.

Roman bu üç süper devletten Okyanusya’da geçer. Ülke,  İngsos  (İngiliz Sosyalizmi) ideolojisiyle donanmış bir Parti tarafından yönetilmektedir. Toplum düzeni bir büyük gözaltıdır. Toplumsal yapı bir piramite benzer. En altta toplumun %85’ini oluşturan proleterler vardır. Proleterlerin hemen üstünde toplumun % 13’ünden ve Dış Parti üyelerinden meydana gelen orta sınıf yer alır. Onun üstünde de %2’lik bir oran teşkil eden ve İç Parti üyelerinin oluşturduğu üst sınıf vardır. Gerçekte var olup olmadığı belli olmayan Büyük Birader ise bütün haşmetiyle piramitin tepesinde oturmaktadır. Tüm başarı, zafer, bilgi, buluş, mutluluk ve erdemler onun önderliğinden doğar. “O, duvarlardaki posterlerde bir yüz, tele – ekranlarda bir ses”[5] olup asla ölmeyeceğine inanılan, ne zaman doğduğu – belki de hap vardı ya da hiç yoktu – belirsiz olan, “Parti’nin dünyaya görünmek için büründüğü suret”[6], her şeyi bilen, her şeyi duyan ve her şeyi gören bir kadir – i mutlaktır; Tanrı da diyebiliriz.  Ve her şey, Poe’nun dediği gibi, O’nun için – dolayısıyla Okyanusya ve tüm 1984 dünyası için – hep şimdiki zamanda cereyan eder.

Büyük Birader’in en büyük düşmanı, yine var olup olmadığı belli olmayan, ama toplumu, özelliklede çocukları diri ve Büyük Birader’e sürekli sadık tutmak için zaman zaman tele-ekranlarda hain olarak gösterilen Emmanuel Golstein’dir.

Toplum yönetim aygıtının bölüştürüldüğü dört bakanlık tarafından yönetilmektedir: Haberler, eğlence, eğitim ve güzel sanatlara bakan Gerçek Bakanlığı, savaşlarla ilgilenen Barış Bakanlığı, yasa yapıp düzeni sağlayan Sevgi Bakanlığı ve ekonomik işlerden sorumlu olan Varlık Bakanlığı.

1984 dünyasını zaman açısından en iyi ifade eden paragraf, romanın ikinci bölümünde, Winston’ın sevgilisi Julia’ya, büyük bir yasak aşk yaşadıkları eskici dükkânının üst katında anlattıklarıdır:

“Geçmişin resmen silinip yok edildiğini kavramıyor musun? Geçmiş yalnızca şu cam parçası gibi, üstünde hiçbir şey yazmayan nesnelerde yaşıyor. Artık Devrim’le, Devrim’den önceki yıllarla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Bütün kayıtlar ya yok edilmiş ya da çarpıtılmış, bütün kitaplar yeniden yazılmış, bütün resimler yeniden yapılmış, bütün heykeller, sokaklar ve yapılar yeniden adlandırılmış, bütün tarihler değiştirilmiş. Üstelik bu işlem her gün, her dakika uygulanmaya devam ediyor. Tarih durdu. Parti’nin her zaman haklı olduğu sonsuz şimdiden başka bir şey yok. Geçmişin çarpıtıldığını biliyorum, ama bu çarpıtmaları ben yaptığım halde bunu asla kanıtlayamayacağım. Tek kanıt kafamın içinde ve benim anılarımı paylaşacak bir kişi daha var mı bilemiyorum.”[7]

Çünkü Okyanusya’da resmi slogan şudur: “Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan geçmişi de denetim altında tutar.”[8]

Özetle, “İngsoc’un zaman üzerindeki iktidarı mutlaktır. Hem oluşum süresi içinde rol oynar, hem de – bundan böyle çözülmüş, yıkılmış olarak – toplumsal sıkıştırılmış – en azından zamandan bağımsız – bir hemen şimdinin içinde.”[9]

 

hate

İki dakikalık nefret seansı

 

İngsos

Yukarıda Okyanusya’nın Parti’nin ideolojisi olan İngsos tarafından yönetildiğini ifade etmiştim. İngsos’un kutsal ilkeleri yenisöylem, çiftdüşün ve geçmişin değişebilirliğidir.

Okyanusya’da düşünmek bile suçtur ve düşünce suçu işlemeye imkân tanımayacak bir yöntem vardır: Yenisöylem. Ülkenin resmi dili olan Yenisöylem’de Eskisöylem’de kullanılan kelimeler kısaltılıp birleştiriliyor, fazla bulunan sıfat ve fiiller sözlükten çıkarılıyor, böylelikle aslında yeni sözcükler icat etmek yerine mevcut sözcükler yok edilmiş oluyordu. Amaç, Winston’ın Araştırma Dairesi’nde yeni sözlük üzerine çalışan arkadaşı Syme’in ifade ettiği gibi sözdağarcığı yıllar içinde azalan yalın bir dil yaratmaktı. 2050 yılına gelindiğinde, şu andaki konuşmaları anlayabilecek hiç kimse kalmayacak,  Shakespeare, Byron vb. gibi yazarların eserleri ancak Yenisöylem’deki biçimiyle var olacaklar ve sadece başka bir şeye değil,  kendilerinin karşıtı bir şeye dönüşeceklerdi. Bir dilden fazla bulunan fiillerin çıkarılması ve yıllar sonra şimdi konuşulanların anlaşılmaması, aslında tarihin ve zamanın yok edilmesi anlamına geliyordu. Sonuç hep şimdinin cehennemi tekrarından ibaret olacaktı.

Çiftdüşün’e gelince, kısaca şöyle özetlenebilir:

“Hem bilmek hem bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeğin ayırdında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak; mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığından hem de Parti’nin demokrasinin koruyucusu olduğuna inanmak; unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra yeniden unutuvermek: en önemlisi de aynı işlemi işlemin kendisine de uygulamak. İşin asıl inceliği de buradaydı: bilinçli bir şekilde bilinçsizliği özendirmek…”[10]

Geçmişin değişebilirliği, onu denetim altında tutmanın vazgeçilmez koşuluydu. Yeni oluşan durumlar nedeniyle geçmişe yönelik bazı üretim ve demografi verilerinin değiştirilmesi, savaş halinde bulunulan Avrasya ve / veya Doğu Asya ülkeleri arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, suç işleyenlerin hiç yaşamamışcasına buharlaştırılarak yok edilmeleri geçmişe müdahale edilerek onu değiştirmek anlamına geliyordu.  Böylelikle toplumun zaman perspektifi yok ediliyor, belleği siliniyordu.

“Sonunda Parti iki kere ikinin beş ettiğini söyler, siz de buna inanmak zorunda kalırdınız. Önünde sonunda bunu söylemeleri kaçınılmazdı: İçinde bulundukları konumun mantığı bunu gerektiriyordu. Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğin değil, gözler önündeki gerçekliğin varlığını da üstü kapalı olarak yadsıyordu. Sapkınlıklarının sapkınlığı sağduyuydu. Ve işin asıl korkunç yanı, farklı düşündüğünüz için sizi öldürecek olmaları değil, haklı olabilecekleriydi. İki kere ikinin dört ettiğini nereden biliyorduk ki? Yerçekimi diye bir şey olduğunu nereden biliyordu ki? Geçmişin değiştirilemez olduğunu nereden biliyordu ki? Madem geçmiş de dış dünya da yalnızca zihinlerindeydi, madem zihin de denetlenebiliyordu, söylenecek ne kalıyordu ki geriye”[11]

 

2x25

2 X 2’nin 4 ettiğini nereden biliyoruz ki?

 

Büyük Birader: Parti’nin Cisme Bürünmüş Hali

O her yerdedir. Paraların, pulların, bayrakların, kitap kapaklarının, posterlerin, sigara paketlerinin, hemen her şeyin üstünden; uyanıkken, çalışırken, yemek yerken, içeride, dışarıda, banyoda, yatakta, hemen her yerde sizi izler ve gözler. Ondan kaçamazsınız. Kafanızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey size ait değildir.

“(Winston) Çocuklar için hazırlanmış tarih kitabını alıp Büyük Birader’in kapaktaki portresine baktı. O ipnotize eden gözlerle bakıştı. Sanki büyük bir güç üzerinize yükleniyordu; kafatasınızda bir delik açıp beyninizi tepikliyor, yüreğinize korku salarak inançlarınızı koparıp alıyor, handiyse aklınızın tanıklığını yadsımaya razı ediyordu sizi.”[12]

Zygmunt Bauman’a göre, en azından Batı dünyasında, gözetim için en sık kullanılan benzetme (metafor), hiç kuşkusuz Büyük Birader’dir.[13] 1984, “Batılı demokrasilerin totaliterlik potansiyeli ve devletin hastalıklı bir tarzda kendi iktidarına yoğunlaşarak vatandaşlarının günlük hayatlarının kontrolüyle yakından ilgilenmeye başlaması konusunda, İkinci Dünya Savaşı sonrasına ait bir uyarı” [14] olarak düşünülmüştür.

Gözetim için kullanılan diğer bir metafor faydacı bir İngiliz hapishane reformcusu olan Jeremy Bentham’a aittir: Yunanca pan ve optikon kelimelerinden türetilen ve “her yeri gören yer” anlamına gelen panoptikon.[15]

Bu anlamda, 1984 ’ü, her zaman ve her yerde herkesi görebilen Büyük Birader’in panoptik bir hapishanesi olarak niteleyebiliriz.  Nitekim şu sözler Bauman’a aittir: “Orwell’in distopya’sı yıllarca, Aydınlanma’nın Adorno ve Horkheimer tarafından çözümlenen kötülük doğurabilecek potansiyellerine, Bentham / Foucault’nun panoptikonuna ya da totaliter dalganın yeniden kabarmakta olduğunu gösteren işaretlere çok benzer biçimde ‘modernite’ fikriyle özdeşleştirilir hale geldi.”[16]

 

Notlar

[1] Poe, Edgar Alan. Bütün Öyküleri 1, Çeviren: Hasan Fehmi Nemli, İletişim Yayınları, İst., 2015, s.400.

[2] “Ya Rab… Sende bugün hiç bitmez, ama bizim bugünümüz sende biter; çünkü bugün ve diğer günlerin hepsi sendedir… Senin yılının sonu yoktur, çünkü senin yılların her zaman bugündür.” Augustinus. İtiraflar, Çeviren: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İst., 2010, s.33. Özetle, zaman Tanrı’dadır.

[3] Orwell, George. 1984, Çeviren: Celal Üster, Can Yayınları, 52. Baskı, İst., 2015, s.228.

[4] A.g.e., s.234.

[5] A.g.e., s.239.

[6] A.g.e., s.239.

[7] A.g.e., s.185.

[8] A.g.e., s.59.

[9] Chesneaux, Jean. Zamanı Yaşamak, Çeviren: Münir Cerit, Ayrıntı Yayınları, İst., 2015, s.105.

[10] Orwell, A.g.e., s.59.

[11] A.g.e., s.105-106.

[12] A.g.e., s.105-106.

[13] Bauman, Zygmunt, Akışkan Gözetim, Çeviren: Elçin Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İst., 2013, s.18.

[14] David Lyon’dan aktaran: Bauman, Zygmunt, Akışkan Gözetim, Çeviren: Elçin Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İst., 2013, s.18.

[15] “Filozof ve hukuk kuramcısı Jeremy Bentham’ın 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya koyduğu cezaevi modeli. Bu, üzeri camla örtülü, daire planlı bir yapıydı. Dış cephe boyunca dizili olan mahkûm hücreleri merkezde, gene daire planlı bir odada bulunan gardiyanlar tarafından sürekli gözetim altında tutulabiliyordu. Bentham’ın modeli kendi döneminde uygulanmadıysa da, daha sonra yapılan bazı cezaevi tasarımları üstünde etkili oldu. Örneğin 20. yüzyıl başlarında ABD’de Illinois eyaletindeki Joliet yakınlarında bulunan Stateville’de yapılan cezaevi bir panoptikonun özelliklerini taşıyordu.” AnaBrtannica, C.17, s.387.

[16] Bauman, Zygmunt. Bireyselleşmiş Toplum, Çeviren: Yavuz Alogan, Ayrıntı Yayınları, İst., 2011, s.130.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.